Doktora Öğrencisi, Kamu Yönetimi
murat_aydin68@hotmail.com
Türk siyasetinin, tarihin önemli bir dönemecine adım attığı; en azından söylemsel düzeyde, önemli bir siyasal kırılma yaşadığı söylenebilir. Kimsenin bilmediği, fakat bir “paradigma” olduğu ileri sürülen bu retoriğe karşı toplumsal kesimler, farklı nedenler silsilesi içinde, yaşadıkları şaşkınlığı kendilerince anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Özellikle, CHP’nin DEM ve PKK üzerinden marjinalleştirilmeye çalışılmasının, yerel yönetimlere atanan kayyumların ve daha önemlisi DEM’in kapatılması için anayasa mahkemesine yönelik baskıların dumanı üstündeyken; hiç kuşkusuz herkesin aklında aynı soru var: “düğün değil, bayram değil; eniştem beni niye öptü.”
MHP’nin üst perdeden yaptığı çağrının şaşkınlık yaratması, aslında, yapılanın bunca zaman toplumun belleğine kazınan ve her seferinde yeniden deşilmeye müsait olan ideolojik bir başvuru olmasından ileri gelmektedir. Çünkü, kapitalist toplumsal ilişkilerde kişi, hukuksal anlamda “ulus-halk-yurttaş-vatandaş” gibi genelleştirmelerle tanımlanır ve hepsi eşit kabul edilir. Genelleştirilmiş hukuksal kullanımlar, özünde toplumun çelişkili ve çatışmalı sınıfsal öznelerden oluştuğu gerçekliğini gözden uzaklaştırır. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gerçekliğinde ise, sömürülenin sömürüldüğünün farkına varmamasında daha çok dinsel ve özellikle etnik kimlikler ve bu kimliklerin ilişkilendirildiği “terörist-vatansever” gibi etiketler önemli bir yer tutar ve birinin varlığı doğrudan ötekini var eder. Bu ideolojik neşter, siyasal parti gibi yapıların toplumsal kesimleri konsolide ve kontrol edebilmesinin en rahat biçimlerindendir. Bu açıdan Türklüğün makbul, buna mukabil “sömürüldüğünde, asker olduğunda, terörle mücadelede şehit olduğunda” akla gelmeyen fakat söz konusu siyasal meşruiyet devşirme olduğunda üst perdeden “Kürt” ve “terörist” özdeşliğinin dışa vurması tam da bununla ilgilidir. Özellikle de siyasal, iktisadî ve ideolojik düzeydeki çelişkilerin derinleştiği konjonktürlerde daha fazla hatırlanır olması da pek tesadüf değildir ve MHP’nin çıkışı tam da böylesi bir zamanlamanın ürünüdür.
Genel hatlarıyla 1969’da kurulan MHP, siyasal ve ideolojik refleksleriyle sömürü ilişkilerinde çıkarlarını gözettiği küçük burjuvazinin yanı sıra ticaretin, sanayiin ve finansal sermayenin de siyasal ve iktisadî çıkarları açısından önemli bir mevzidir. 1980 öncesindeki I. ve II. milliyetçi cephe hükümetleriyle provası yapılan birleşik bir siyasal tahakkümün başarısızlığına rağmen, 1980 sonrasında Türk-İslam sentezi denilen milliyetçi-muhafazakâr ideolojinin uygulamaya alınmasıyla birlikte siyasalın yanında ideolojik olarak da varlık kazanmıştır. MHP’nin, AKP sonrasındaki dönemde muhalefet görünümlü iktidar ortaklığının resmi bir görünüm kazanmasında 2015 bir milattır. Çünkü, HDP (DEM Parti), Erdoğan’ın sistem değişikliğini desteklemiş olsaydı, muhtemelen HDP’yi bugünkü MHP’nin yerine siyasal-stratejik bir aktör olarak görebilirdik. Bu işbirliği, AKP’ye karşı oluşacak tabandaki tepkinin MHP’de konsolide olması yoluyla olası bir siyasal krizin önü alınmış olacaktı. Böylece, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında gerçekleşen “devlet iktidarının değişimi,” (hegemonik fraksiyon ve onun konumlandığı aygıtın belirleyici rolünün değişimi),[1] yani, ordunun kontrol ve hakimiyeti altında öne çıkan yasamanın belirleyici olma fonksiyonunun yürütmeye geçmesi gerçekleşmiş olacaktı. MHP ise iktidar ortağı bir muhalefet olarak devam edecekti; ta ki, Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışına kadar.
Erdoğan iktidarının gezi direnişi sonrası sallanan hakimiyetinin akabindeki her bir gelişme kilometre taşı gibidir: A) HDP’nin hem 2015’teki olası ittifakı elinin tersiyle itmesi ve seçime parti olarak girip rüştünü ispatlaması, B) formalite olarak gerçekleştirilmiş Davutoğlu-Kılıçdaroğlu/AKP-CHP koalisyon hükümeti görüşmelerinin başarısızlığı, C) MHP’nin, CHP’nin koalisyon kurma talebini reddetmesi ve ardından D) HDP’nin CHP ile birlikte toplumsal muhalefetin omurgasını oluşturması, olası bir CHP iktidarıyla sonuçlanabilirdi. Tüm bu faktörler bir bütün olarak değerlendirildiğinde devlet iktidarının sarsılması hatta kaybedilme olasılığı, MHP’yi, iktidar ortaklığını somutlaştırmaya itmiştir ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle[2] doruğa ulaşmıştır. Böylece, muhalefetin zafiyetiyle[3] desteklenmiş bir iktisadî sömürünün meşruiyet zemini siyasal ve ideolojik tahakkümün daha da merkezileştirilmesiyle pekiştirilmiştir. Ancak, pekiştirilme, aynı zamanda siyasal, iktisadî ve ideolojik krizinde gebeliğiydi. Çünkü, AKP-MHP, bu siyasal birliği, bir yanda kadın cinayetleri, kadın bedeninin ifşası ve ahlak vurguları, taciz ve tecavüzlerin kamusal bir duyarsızlığa itilmesi, dinsel vurgular, hukukun açık ara verdiği kararların mahiyeti, avam kültürünün belirginleşen baskınlığı, imam-hatiplerin sayısal artışı, şiddetin doğallaşması; devletin, milletin ve ailenin kutsanması gibi çeşitli parametreleri içeren küçük burjuva ideolojisiyle tahkim ederken diğer yandan iktisadî sömürüyü de aynı derecede derinleştirmiştir. Öncesi de dahil olmak üzere, özellikle de, referandumda kıl payıyla onay alan “cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin” akabinde, belki de cumhuriyet tarihinin en köklü sermaye aktarımı, dolayısıyla sömürü artışı, mülksüzleşme, yoksullaşma ve yoksunlaşması yaşanmaktadır.
Tarımsal üretimin kademe kademe bitirilmesine yönelik desteklerin azaltılması ya da ithalat ayağının genişletilmesi, kamu ihalelerine verilen güvenceler (köprü, havaalanları vb.), deniz feneri vakası, 17-25 Aralık süreci, vergi afları, sübvansiyon artışları, kur korumalı mevduat politikası, maddi değeri yüksek kıyı kesimlerinin ve ormanlık alanların yapılaşmaya açılması, özellikle köy kanununda yapılan imar aktarımına ilişkin düzenleme ve deprem sonrası afet kanununda yapılan değişiklikler, şehir hastaneleri politikası, özelleştirmeler, saat uygulamasında takınılan tutum, nas politikası ve enflasyonun patlatılması, merkez bankasının 128 milyar dolarının ve genel anlamda 418 milyar dolar gibi bir sermayenin (şimdilerde daha yüksektir muhtemelen) halk kesimlerinden (bağımlı sınıflardan) çeşitli sermaye bileşenlerine (fraksiyonlardan oluşan iktidar bloku) aktarılmasıyla sonuçlanmaya devam etmektedir. Son aşamada tüm bu politikaların maliyeti önce emekliler, sonra asgari ücretliler ve nihayetinde orta sınıf olarak lanse edilebilecek memurları içerecek şekilde genişletildi. Tüm bu hususlarla birlikte çeşitli toplumsal sorunlar (kadın cinayetleri, tecavüzler, hukuksuz yargılamalar, çevre katliamları vb.) ve daha önemlisi AKP’nin siyasal ve toplumsal politikaları[4] toplumsal değişimle birlikte siyasal çözülmeyi de hızlandırmıştır.
Toplumsal çelişkilerin ve sömürünün kademeli olarak artmasındaki tüm uygulamalar, tek taraflı bir yönelimle yerine getirilmedi. Muhalefetin öngörüsüzlüğü ve basiretsizliğinin yanı sıra ideolojik ve çeşitli düzeylerdeki iktisadî ödünlerle (2023’teki asgari ücret ve emeklilere yapılan seyyanen zam gibi) tahkim edilerek kriz ötelenmiştir. Çözülen toplumsal kesimler ise, bir yanda CHP’den kopan (Memleket Partisi/Muharrem İnce) diğer yanda sağ yelpazede mevcut (Yeniden Refah) veya yeni kurulan siyasal yapılar (İYİP[5] ve Zafer Partisi) aracılığıyla konsolide edilmiştir. Böylece muhalefetin aleyhine şekillenen siyasal ve ideolojik denge AKP-MHP’nin can simidi olmuştur. Ayrıca başta Suriye olmak üzere, çeşitli ülkelerden yasal veya yasadışı göçlerdeki artış ve verilen vatandaşlıklar da yaşam desteği olmuştur.
Diğer yandan bunlar, her şeye rağmen özellikle anakent merkezlerinde CHP ve şimdiki DEM’in toplumsal tabanında zımni bir birlikteliği tetiklemiş ve güçlendirmiştir. Ücretlerin baskılandığı, sömürünün arttığı, iktisadî ödünlerin kısıtlandığı; ideolojik baskının etkisini kaybetmeye başladığı bu konjonktürde toplumsal muhalefetin bu birliğinin kalıcılaşma ihtimali, AKP-MHP’nin siyasal tahakkümü için ciddi riskler içermektedir.
MHP’nin yüz seksen derecelik değişimi (samimi ya da geçici olup olmamasından bağımsız olarak), siyasal-ideolojik bir stratejinin birden fazla belirleyeninden biridir.İktisadî sömürüye paralel olarak çelişkilerinde derinleşmesinin yarattığı huzursuzluğun oluşturacağı siyasal maliyetlerin önünü almaya yöneliktir. Bu açıdan, DEM ve DEM öncesi siyasi yapıların “terörle” ilişkilendirilmesi ve Kürt sorununa atfedilen tüm etiketler, başta MHP olmak üzere tüm sağ yelpazenin, halk kesimlerini ayrıştırarak siyasal bir güç olmalarını engellemenin en temel ideolojik argümanı olagelmiştir. Dolayısıyla DEM’e yapılan çağrı, onun “terörist” olarak yaftalanmasını ortadan kaldırmadığı gibi, bir yandan Suriye’deki durum diğer yandan Bahçeli’nin 12 adaya ilişkin çıkışı, aslında bir bütün olarak ideolojik çatı kavram olan “bekanın” canlı bir hücresidir.
İktisadî krizin ideolojik çözülmeye evrilmeye başladığı günümüz konjonktüründe bu ideolojik bağlamın yeniden tesis edilebilmesi, ancak muhalefet blokunun parçalanması ve buna ek olarak da iktidarın ya da iktidar ortaklarının siyasal birliğinin sürdürülebilmesiyle mümkündür. Bu açıdan, çağrının Bahçeli’den gelmesi, olası krizin ötelenmesi ya da toptan bertaraf edilmesiyle ilintilidir.Öte yandan toplumsal muhalefetin ayrıştırılıp farklı toplumsal kesimlerden gerekli olan siyasal desteği konsolide edilebilmesi de Erdoğan’ın ideolojik bir özne olmasıyla ilişkilidir. Bunun sürdürülebilir başarısı ise, siyasal-ideolojik üst düzeyde yapılacak bir düzenlemeyle mümkün görülmektedir. Çünkü, sağ siyasal yelpazedeki tüm adımlara karşın, iktidar açısından toplumsal desteğe ihtiyaç gerektirmeyecek bir parlamento aritmetiği 2023 genel seçiminde temin edilemedi.
İktisadî krize gebe kalınan bu konjonktürde anayasa düzeyindeki bir değişim AKP-MHP blokunun tüm siyasal prangalarını ortadan kaldırabilir ki, DEM’in önemi buradan gelmektedir. Öncelikle cumhurbaşkanı seçilmedeki dönem şartının kaldırılarak Erdoğan’ın önünün açılması; ikincisi cumhurbaşkanın seçilmesindeki 50+1’lik oranın “en çok oy alan” veya bu minvaldeki bir başka yöntemle ikame edilmesi gerekir. Ancak, iktisadî kriz koşullarında, gerekli anayasal değişikliklerle ya da bu değişiklikler mümkün olmuyorsa muhtemel erken seçime giderek olası en düşük siyasal kayıpla çıkmak için anakentlerdeki CHP-DEM tabanlarının oluşturduğu toplumsal muhalefetin dağıtılması ya da en azından kontrol altına alınması gerekir.
Diğer yandan siyasal tabandaki kayıplar genel itibariyle yine sağ siyasal yelpaze içinde dağılım göstermesi, AKP-MHP bloku açısından önemli bir avantajdır. Çünkü, sağ yelpazedeki her bir siyasal oluşum siyasal ve ideolojik bütünlüğü oluşturabilme kabiliyetine sahiptir ve bunun bilincindedir. Bu nedenle de, kapitalizme içkin olan krizlerin siyasal, iktisadî ve ideolojik düzeylerinden biri ya da birkaçı düzeyindeki çelişkilerin derinleştiği ve aşılamadığı konjonktürlerdeki krizlerde, siyasal taban dağılma emareleri içerse dahi, halk kesimlerinin tepkileri farklı siyasal oluşumlarca konsolide edilebilmiştir. Geçmişte ANAP, DYP, Refah Partisi; 2015 sonrasında Yeniden Refah, Zafer Partisi, İYİP bu fonksiyonu yerine getirerek siyasal-ideolojik tahakkümün idamesi sağlanmıştır.
Nihayetinde, bu izlek bağlamında dikkate alınan ve alınmayan tüm ihtimaller, hem DEM’in alacağı pozisyona ve siyasal düzeydeki adımlara hem de toplumsal güçler dengesi, kapitalist sermaye birikim rejiminin krizi ve toplumsal kesimlerin bu krizlerden ne derece de değişip/dönüştüğü gibi onlarca çelişkili ve çatışmalı faktöre sıkı sıkıya bağlı olduğundan her durumda sürprizlere gebedir.Çünkü, her ne kadar sağ siyasal yelpazedeki farklı bileşenler, sağ siyasetin genel oy potansiyelini muhafaza etmeyi başarsalar bile, parçalanmış bir bütünün, konsolide olmuş bir CHP ve hatta CHP-DEM merkezli bir toplumsal birlik karşısında kaybetmesi zor ama yine de bir olasılık olarak halen canlı bir fay hattıdır… Ya da tam tersidir ki, bunu da zamanla göreceğiz…
[1]Konuya ilişkin NicosPoulantzas’ın şu eserlerine bakılabilir: Faşizm ve Diktatörlük; Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar; Devlet-İktidar-Sosyalizm; Poulantzas Kitabı (James Martin).
[2]https://www.sosyaldemokratdergi.org/murat-aydin-bir-iktidar-hikayesi-cumhurbaskanligi-hukumet-sistemi-ve-cumhur-ittifaki/
[3]https://www.sosyaldemokratdergi.org/murat-aydin-muhalefetin-temel-cikmazi-yanlis-teshisten-basari-beklentisi/; https://daktilo1984.com/yazilar/hikmetinden-sual-olunamayan-cenah-cumhuriyet-halk-partisi/; https://www.politikyol.com/muhalefet-cephesine-kisa-bir-serh
[4]https://www.sosyaldemokratdergi.org/murat-aydin-erdogani-akpyi-yeniden-dusunmek/
[5]https://daktilo1984.com/yazilar/tarih-yazmaktan-tarih-olmaya-ramak-kala-iyi-parti/