Otoriter ve patrimonyalist yönetim anlayışı Türk demokrasi ve yönetim tarihinde başat iki özellik olarak halen varlığını koruyan iki kavramdır. Demokrasinin, seçime içkin değerlendirilmesi -diğer siyasal ve toplumsal şartlar dikkate alınmak kaydıyla- ve toplumsal dokudaki hegemonik kültür, siyasal olanın mahiyetini belirlemiştir. Bu belirleyicilik özelliği, politik olanın otoriterliğini öne çıkardığı gibi toplumsal dokunun siyasal iktidarı besleyecek şekilde muhafaza edilmesini veya en azından değişimin daha ağır olmasını içerecek şekilde anlam kazanmıştır.
Türk sağı, otoriter anlayışa yaslanıyor
Toplumsal dokunun niteliği Türk siyasetinde sağ siyasal kimliğin politik gücünü sürdürmesindeki başat unsurdur. Aktörleri bakımından seküler, milliyetçi ve muhafazakar bütünlüğü içeren merkez sağ siyasal yapılar, toplumsal yapı ve siyasal kültürün etkisiyle otoriter kimliğe yaslanmışlardır. Buna karşın politik tavır ve toplumsal taban bakımından ortaklaşan merkez sağ, iktidar bileşeni bakımından hegemonik bir bütünlük oluşturmayı başaramamıştır. Başka bir ifadeyle genel anlamda koalisyon hükümetleri özelliği taşıyan Türk demokrasisinde, Kemalist tek parti dönemi ve milliyetçi cephe hükümetleri dışarıda tutulursa, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan öncülüğündeki Adalet ve Kalkınma Partisi dışında tek başına iktidar örneği yoktur.
Koalisyon döneminin örneklerinden milliyetçi cephe hükümetlerini, merkez sağ otoriterliğinin iktidar bütünlüğünün provası olarak görebiliriz. Türk siyasal tarihinin en uzun iktidarı olan AKP ile kalıcılaşan bu prova, 15 Temmuz’un politik koşullarında geçiş yapılan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”yle otoriter-muhafazakar merkez sağ kimliğinin de sonunu hazırladığını düşünebiliriz. Çünkü iktidarın parlamenter sistem ile elde bulundurduğu kontrol gücü, hükümet sistemindeki değişiklik ve özellikle değişen toplumsal sosyolojiyle birlikte yeniden koalisyon niteliğine bürünmüştür.
MHP mi AKP’nin, yoksa AKP mi MHP’nin koltuk değneği?
Aslında iktidarın “topal ördek” pozisyonuna dönüşmesine yol açan bu girişim, başlangıçta öngörülmemiş veya beklenmemiş olmasına -en azından dikkate alınmamış olmasına- karşılık, muhalefetten iktidara uzanan bir politik hikayedir. Çünkü AKP’nin politik manevra yaparak MHP’yi araçsallaştırdığına yönelik kanı ön plana çıkmış olsa da, aslında, MHP’nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini gündeme taşımış olması ve politik destek sunması bizatihi iktidar ortağı olması anlamına gelmektedir. Keza bu politik hamlenin Türk siyasal kültürü ve otoriter-muhafazakar fraksiyonlar açısından görünürlük kazanan bir takım sonuçları vardır.
Bu görünürlüğün öncelikli sonucu, iktidar-muhalefet eksenindeki değişim ve iktidara uzanan kısımdır. Öncelikle özelde AKP genelde ise kamuoyu nazarındaki değnekleştirilmiş olma durumu, aslında MHP için değil basbayağı iktidar partisi olan AKP için geçerli bir argümandır. Çünkü siyasi tarihimizde tüm iktidar aygıtlarını elinde bulundurup da bir hamlede muhalefetin varlığına ihtiyaç duyacak seviyeye gerilemiş bir yönetim örneği yoktur. İkincisi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi talebi, ittifak ortağı MHP’nin -parlamenter sistemde iktidar veya iktidar ortağı olma şansının azlığını ortadan kaldırarak- doğrudan iktidar ortağı olmasını sağlamıştır. Üçüncüsü, elde edilen bu iktidar gücünü, iktidar ortağı olarak bizatihi iktidar politikalarına destek vererek iktidarı kendi politik araçlarıyla yıpratmasıdır. Başka bir ifadeyle iktidar ve muhalefet işlevini aynı potada yerine getirmektedir. Sonuncusu ise, hem iktidar hem muhalefet işlevini iktidar ortağı olarak yerine getiren MHP’nin, aynı zamanda, merkez sağın muhafazakar-milliyetçi kesiminin hegemonik gücünü kirlenmeden/yıpranmadan konsolide edilebilme de elde ettiği avantajdır. Keza olası Erdoğan iktidarı sonrasında, yıpranmamış bir iktidar ortağı olarak politik konumunu güçlendirmektedir.
Özellikle 57. hükümet dönemi dikkate alındığında durum daha da belirginleşmektedir. Diğer yandan CHP-HDP bütünlüğüne yapılan terörizm vurgusunun Akşener kanadının millet ittifakından kopmasını sağlamaya yönelik propagandayla bütünleştiği kavşak, en azından merkez sağın otoriter-milliyetçi-muhafazakar kesimini konsolide etmek açısından MHP’nin elini güçlendirmektedir. Bu çerçevede, Süleyman Soylu hamlesinin karşılığı ve MHP’nin bu konudaki hassasiyeti dikkate alındığında durum daha da netlik kazanmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin getirdikleri
Merkez sağın I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetleriyle bulduğu siyasal hegemonyanın çeyrek asra yaklaşan iktidar deneyiminin, Cumhur İttifakı bütünlüğünde anlam kazanmış olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle zirveye ulaştığını söyleyebiliriz. Türk siyasetindeki otoriter sağ kanadın tarihsel ömrünü kısaltan cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin etkili olduğu bu kesintisiz yükseliş, iktidar bloğunun değişen toplumsal sosyolojiye yabancılaşmasını da beraberinde getirmiştir. Yani, aslında parlamenter sisteme yapılan müdahale, değişen toplumsal sosyolojiyle -farkındalık, kuşak değişimi, beklentiler, kadın cinayetleri ve tecavüzler, yolsuzluklar vb. gibi onlarca vuku bulan toplumsal etkisi geniş olaylar- birlikte otoriter-milliyetçi-muhafazakar bloğun hegemonik kimliğine köklü müdahale niteliğindedir.
Bu sorunsalı aşmak için kültürel sermaye oluşturmaya yönelik adımlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Karşılanmakta zorlanan veya karşılanması kabul edilmeyen toplumsal taleplerin zor kullanılarak bastırılması yeğlenmiştir. Ancak istenilenin ötesine geçen etkileriyle bu girişimlerin domino etkisi, özelde iktidar bloğunun genelde ise otoriter-milliyetçi-muhafazakar anlayışın gerilemesini kaçınılmazlaştırmaktadır. Bu kaçınılmazlık olgusu, kendini sadece iktidar veya politik varlık olarak değil bizatihi toplumsal bünyedeki düşün yapısında göstermesi bakımından önemlidir.
*Murat AYDIN
Doktora Öğrencisi, Kamu Yönetimi
murat_aydin68@hotmail.com