Türk modernleşmesinin üzerine inşa olduğu toplumsal ve siyasal yapının süre gelen diliminde, statükonun bünyesinde yer alan çatışma nihai aşamada dönüştürücü işlev kazanmıştır. Özellikle toplumsal ve siyasal kimliğin insan sermayesi yerine kurumsal yapılar üzerinden sürdürülmesi, -siyasal ve toplumsal koşulların etkisi de dikkate alınmalıdır- toplumda yurttaş bilincinin yerleşik değer olmaması neticesinde anlam ifade eden geleneksel kimliklerin ayrıştırılması/çatıştırılması, toplumdaki belli başlı kimliklerin güçlenmesinin yanı sıra stabil ve homojen yapısını muhafaza etmesiyle sonuçlanmıştır. Tam da bu durum Türk siyasetinin düşünsel hatlarının gereğinden fazla belirgin veya keskin olmasına sebebiyet verirken vurulan her neşter toplumsal aidiyetleri daha da belirginleştirmiş veya aynı derece de çökertmiştir. Buradaki belirginlik ve çöküşü bir nevi farkındalık olarak kabul etmek gerekir. Mevcut siyasal taban veya kitle içindeki aşınmalar pek görünür olmasa da süregelen kamplaşmaları tanımlayan yapılar ve düşünsel değerlerdeki kırılmaların kamusal alana yansıması alenilik kazanmıştır. Köklü ama bir o kadar kırılgan yapısıyla Cumhuriyet Türkiye’si, toplumsal katmanların her birinde evvelinde hiç olmadığı kadar köklü, keskin ve dönüştürücü bir müdahale süreciyle karşı karşıya kalmıştır. İşte, bu nedenden dolayı, öncelikli olarak, Erdoğan’ı bir siyasi parti lideri olmanın ötesinde Türk siyasetinin kodlarını devre dışı bırakan biri olarak görmek daha yerindedir.
Toplumsal ayrışmalar ve siyasal iktidar
Erdoğan’ı, Türk siyaseti içindeki anlamıyla muhafazakar kimliği ve rejim karşıtı düşüncesinden ziyade toplumsal yapının mahiyeti üzerinden değerlendirmek özelde politik genelde toplumsal olanın anlaşılmasını fazlasıyla kolaylaştıracaktır. Çünkü siyasal İslamcı, cumhuriyet/rejim düşmanı veya Atatürk karşıtı, Osmanlı hayranı benzeri düşünce tarzını ne kadar içselleştirdiği ayrı bir tartışmanın konusu olmakla beraber, Erdoğan’ın -AKP’yi- yirmi yıla yaklaşan iktidarının dayanağı toplumdaki değerlerin niteliğinde saklıdır. Diğer bir ifadeyle toplumun siyasete yön veremediği, sadece belirgin birkaç -Kemalist, dinci, Kürtçü, Alevi, Sünni vb.- kategorileştirmenin ve hatta yaftalamaların yön verdiği bir ortamda sosyal ve kültürel sermayenin belirleyiciliği altındaki toplumsal ayrışma, her ne kadar ikinci planda bırakılmış ve görmezden geliniyor olsa da Erdoğan’ın -AKP’nin- başarısındaki asli etmenin kendisidir. Toplumsal yapının buradaki rolü siyasi konsolidasyona yönelik taktiksel adımlara kaynaklık etmesiyle ilişkilidir. Dolayısıyla toplumsal desteği korumak ve arttırmak gayesi, öncelikle iktisadi sürdürülebilirliğe sonrasında sosyal ve kültürel kodların öne çıkarıldığı aidiyetlere dayandırılmış olması politik düzlemin rengini tanımlamıştır. Özellikle bilinçli veya bilinçsiz şekilde toplumdaki değişim ve dönüşümün oluşmasını engelleme ve yeterli önemi vermeme, belirli aidiyetlerin sistem dışında bırakılması gibi birçok etmene dayanan toplumsal ayrışma, tüm bileşenleri kendi içinde canlı kılmıştır. Bu durum, Erdoğan’ın devraldığı siyasal iktidarın başarısındaki asli belirleyici kaynaktır. Bu belirleyiciliğin bir yanını laik demokratik devlet ve toplum, imam-hatip ve türban tartışması, Kürt sorunu, dinsel ve etnik ayrışma oluştururken diğer yanını muhafazakâr kimliğin siyasal ve kamusal alanda daha geniş yer bulması, ordunun devlet mekanizması içindeki rolünün dönüştürülmesi, iktisadî yansımalar veya kaybedecek bir şeyi olmayan ya da o aşamaya gelmemiş geniş kesimin varlığı oluşturmaktadır. Erdoğan’ı zirveye taşıyan bu ana omurganın diğer bileşeni ise sosyal ve kültürel sermayenin siyasal olanla bütünleşmesinde partilerin düşünsel ve siyasal yetersizliği ve özellikle belirli değerlere odaklı olmalarıdır. Netice de politik olana içkin hususlarda sosyal ve kültürel sermayenin sürdürülebilirliği, bir bakıma öncelenmesi gereken bir zaruriyet halini almıştır. Dolayısıyla türban tartışmaları, imam-hatiplerin açılması, dindar ve kindar nesil vurguları, kadın kimliği üzerinden yapılan yorumlar bu amacın yansıması olarak tezahür etmektedir. Ancak her türlü iletişim ve farkındalığın görünür olduğu günümüzde, bu durum bırakın siyasi tabanı sürdürmeyi, mevcut olanın da yitirilmesini hızlandıran katalizör işlevi kazanmıştır. Bunun oluşmasını sağlayan ise iki faktördür. Öncelikle iktisadi çöküşün yanı sıra siyasi tabanının kayda değer kısmını oluşturan ve artan nüfusla beraber, oranı giderek azalan muhafazakâr kesimdir. Bu kesim aynı zamanda “kaybedecek bir şeyi olmayandan kaybedecek bir şeyi olanlara” dönüşenlerdir. İkincisi ise belki de en önemlisi Erdoğan’ın, “AKP’nin”, geleceğini belirleyecek olan yeni nesillerin hayat anlayışları ve beklentilerinin çok gerisinde kalmasının yarattığı girdaptır.
Türkiye siyasetinde kırılmalar
Türk siyaseti alışılmış bazı kalıplardan dolayı hep bir şeylerin olmasının mümkün olmayacağı kanaatini taşıyan dönemlere oldukça tanık olmuştur. Tıpkı Erdoğan’ın 2000 sonrası iktidarını izleyen birçok örneklemde olduğu gibi… Aslında bir şeyin yok edilebilmesi, var olmasına veya toplumda karşılık bulabildiği oranla yakından ilgilidir. Bu nedenle abartılma veya hor görmenin de algı yanılmasını tetikleyen bir husus olarak akılda tutulmasında fayda vardır. Keza Erdoğan iktidarının birçok toplum kesiminin farklı düzeylerde değişimini, dönüşümünü tetikleyen olaylar silsilesine ev sahipliği yapmış olması, aslında, yok edilen bir şeyin olup olmadığını görmeye uygun malzemeyi barındırmaktadır. Bir yandan mevcut olanı ortadan kaldırırken -varsa eğer- bir yandan yeni toplumsal işbirliklerini yaratan Erdoğan, dolayısıyla AKP, oynadığı toplumsal kodlarla kendi politik angajmanını güçlendirmeyi amaçlarken aslında hiç beklenmeyen doğumlara vesile olmuştur…
Kemalizmin faşizmle ilişkilendirilmesi gibi AKP’nin siyasal İslam’la kodlanması, ahlaki değer yargılarının Türbanla veya kapanmayla algılanması, ilericiliğin Atatürk adı ve CHP ile özdeş görülmesi, kıyafet niteliğinin fahişelik veya örümcek kafalı olmakla bütünleştirilmesi gibi onlarca tabunun yıkılışı, vesile olunan belirli örneklemlerden sadece bir kaçıdır. Dahası ters düz edilirken geçmişin kalıpsallaşmış politik kimliklerini aşan toplumsal süreçlerin önü de açılmıştır. Mesela, Gezi de Kemalistlerle Kürtleri, Fenerbahçe’yle Galatasaraylıları; Göztepe ve Karşıyaka’yı birleştirdi. Ahlakın politik sermaye olarak nasıl işlev kazandığı, Kemalizm adına ifade edilen değerlerin hiçbir zaman içselleştirilemediği; HDP’ye oy verenin de yurttaş olduğunu siyasi oluşumlardan toplumsal kesimlere kadar geniş bir yelpazeye hatırlatılmış oldu. Alınmayan önlemlerle kadına yönelik her türden şiddeti meşrulaştırıcı anlayışıyla kadın kimliğinde bilinç ve farkındalık yeni nesillere taşınırken tecavüzü haklılıkla birleştiren, kadını aşağılayan yaklaşımlar ve üst düzeyden gelen açıklamalar hiçlikten var olmaya gidişi bir adım daha öteye taşımıştır. Tüm bunlar bir toplumdaki keskin kırılmalar olarak hafife alınacak olgular değildir, tıpkı Karadeniz’de direnen kadının “devlet benim” vurgusunda olduğu gibi…
Kişiden topluma kadar tüm katmanların referansı kaçınılmaz olarak geçmiş olmaktadır. Keza, 21. Yüzyılın politik atmosferi bağlamında da –Erdoğan/AKP- tüm toplumsal kesimler için geçmiş, başvurulan öncelikli referans olma gücünü korumaktadır. Oysa bu durum elden kayıp gidenin ardından yakılan feryadın sesi olarak tezahür edilirken Cumhuriyet Türkiye’sinin, toplumsal açıdan, insan sermayesi bakımından elde etmekte olduğu sosyolojik ve düşünsel kazanım ikincil planda dahi değerlendirilme şansına sahip olamadı. İşte, Erdoğan’ın, dolayısıyla, AKP’nin Cumhuriyet Türkiye’sine katkısı da öngörü listesinde dahi olmayan bu düşünsellik ve bu düşünselliğin yaratmış olduğu toplumsal sosyolojinin kendisidir…
*Murat AYDIN
Doktora Öğrencisi, Kamu Yönetimi
murat_aydin68@hotmail.com