tez5

Cem Tüzün – İstanbul’un Gezi Destanı

cem tüzün Aradan 43 yıl geçtikten sonra yeniden karşısına çıkmıştı işte. Ankara’da tıbbı kazandığını biliyordu. Bir daha görüşememişlerdi. Şimdi çıkmış televizyona güneşin yakıcı, zararlı etkilerinden söz ediyor. Denize girenlere ayrı, giremeyenlere ayrı öneriler. Düzenli sıvı tüketimi, beslenmeye dikkat, koruyucu kremler, …

Sokakta özgürce oynarken ayrı düştükleri anlara ne çok lanet ederdi. Bahçelerden meyve aşırırken, top oynarken ne iyi anlaşıyorlardı oysa. Bunun nedeni dindarlıksa, onun babası imamdı üstelik. Nasıl imamsa, şortla denize girmesine, kızlarla yakar top oynamasına filan kızmazdı. Oysa kendi babası sıradan bir işçi olmasına rağmen, sırf caiz değildir diye, ne denize girmesine, ne güneşlenmesine, ne de kızlarla oynamasına izin verirdi. Bu dünyanın sınavından bir tek kendi ailesinin geçeceğine inanmak istese de, imamın oğlunun yapabildiklerini kıskanmadan edemezdi.

Şimdi büyük oğlan evli. Gelin oğlana baskı yapıyor, “Kız büyüyecek, daha bir kez olsun denize sokmadın, kim yüzme öğretecek? Bu devirde ailecek denize gitmenin ayıbı, günahı mı var?”. Bizimki hala daha denize giren, kızlarla yakar top oynayan arkadaşını kıskanıp çatlıyor. Kıskanmasın da ne yapsın?

Malum; yaz sıcak. Denize girmeyi kim istemez? Bütün plajlar tıklım tıkış. Hafta sonlarını çalışanlara, hafta içlerini çalışmayanlara nöbetleşe tahsis etmenin bir yolu var mıdır acaba? Herkese özel plaj tahsis etmek çok zor. Oysa istediler mi, kendilerine plaj da kapatır, sürekli tahsis edilmesini de sağlarlar. Acaba, hiç eşleriyle, çocuklarıyla birbirlerinin sırtına güneş kremi sürmüşler midir? Kendileri, eşi, çocukları yüzme biliyorlar mıdır?

Hiç şöyle bilet parasını cepten ödeyip klasik müzik dinlemişler midir? Çocukları hiç bir sokak şenliğine, açık hava konserine katılıp, yaşıtlarıyla bağıra bağıra şarkı söylemiş midir? Dans etmişler midir?

Siyasi pozisyonlarının gereği olmadan, sahiden yararlı olacağını düşündükleri bir gösteriye katılmışlar mıdır? Harcadıkları emeğin karşılığını alacakları bir ücret pazarlığı hiç yaşadılar mı?

Bu soruları ülkeyi yönetenler için soruyorum elbette. Yaşamı ıska geçen iktidar kadroları için. Bu çağın ve sahip olduğumuz olanakların 1400 yıl gerisinde kalmış akıllarıyla ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Yapamadıkları işlerin hepsi için kıskançlar, tepkililer, düşmanca duygular içindeler. Saldırganlıklarını anlamamak olanaksız; çünkü saldırılarının bizzat hedefindeyiz.

Bir türlü kentli olamadılar. Kent kültürü onları kabul etmiyor. Her defasında, komik, saçma durumlara düşüp ötekileşmekten kurtulamıyorlar. Bu onları büsbütün saldırganlaştırıyor.

Kentlere, kentlerin kimliklerine, tarihine, kentlilere saldırmaları içinde bulundukları zihinsel kodlamanın kaçınılmaz sonucu.

Yerine koyabildikleri; para, inşaat metrekareleri, otomobil sayıları, taşıma sistemleri, artan nüfus, gereksinimleri karşılamak için daha fazla para, daha fazla inşaat, daha fazla taşıma sistemi, … Sürdürülemez bir döngünün içinde yitip giden, kentler, doğa, kimlikler, … Üzerinden 3 yıl geçen Gezi’nin koşulları mutlaka Gezi öncesinde oluşmuştu. Gezi isyanı elbette tarihe düşülen önemli bir kayıt. Gösterilen tepkinin niteliği ve niceliğini her nasıl tarif ediyorsak edelim öncesinde olan biteni gözetmeden anlamlı bir şeyler söyleyemeyiz.

Bu yazıda Gezi irdelemelerinde hakkı yeterince verilmeyen kent hakkına, kent ve kentli kimliğine vurgu yapmayı istedik. Bu sayede, Gezi süreci içinde semt derneklerinin -bir anlamda direnen örgütlü kentlilerin- toplumsal muhalefetin gelişimine katkılarını da paylaşmış olacağız.

Haziran 2011: İstanbul’a 3 çılgın proje

Çılgınlığın bir tanımı kuşkusuz delilik. Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış. Yazının devamını okumadan “neydi o 3 proje?” diye sorulduğunda, kahir çoğunluk Kanal İstanbul’u anımsıyor. Diğer ikisini anımsayan yok. Oysa Kanal İstanbul yaşama geçmediyse de, diğer ikisi, tüm itirazlara rağmen herkesin gözü önünde geçekleşiyor.

3 çılgınlık, delilik ya da eski Türkçesiyle dalalet projesi şunlardı:

1. Kanal İstanbul

2. Yassıada ve Sivriada üzerine İstanbul’a havadan, denizden gelen ve sahilden bakan herkesin göreceği dev anıtlar yapılması

3. Taksim Meydan düzenlemesi

TOBB tarafından Yassıada’da gerçekleştirilen akla ziyan betonlaştırma projesi sayesinde, doğal sit alanı olan Yassıada’da -bırakın doğal yaşamı- ot kalmadı. Katliamı gerçekleştiren yüklenici firma açıklama yapıyor: peyzaj projesi doğrultusunda bilahare 120 ağaç dikeceklermiş. Diktatörün Haziran 2011’de sözünü ettiği dev anıtlar ise, beton, beton, beton.

Taksim Meydan düzenlemesi denen projeye gelince, meydanın hali ortada. Beğenen, eskisinden iyi oldu diyen tek bir kişi yok. Meydanın eski haline göre çok çok kötüleştiği, ıssızlaştığı, kimliksizleştiği konusunda herkes hemfikir. Belediye başkanlığına atanmış olan ilahiyatçı mimar dahi durumdan son derece rahatsız. Diktatörden tehdit, baskı görmese çoktan vazgeçeceği projeyi “slow motion” yaşama geçiriyormuş gibi yapıyor. Bir tek Beyoğlu’nun “canlı yayında mıyız? fenomeni” Belediye Başkanı ramazanda kahir çoğunluğu partililer, belediye çalışanları, aileleri ve polis memurlarına iftar yemekleri vererek meydana düşük profilli bir kimlik kazandırmaya çalışıyor. Onun dışında koskoca meydan beton, beton, beton.

Kanal İstanbul’la ilgili atılmış henüz somut bir adım olmamakla birlikte, arsa satışlarının, emlak borsasının İstanbul’un Avrupa yakasındaki önemli pazarlama argümanlarından birisi bu proje. Eğer yaşama geçirilirse Istranca dağlarının eteklerinden doğuya doğru uzanan yarımadanın başına geleceği biliyoruz: Beton, beton, beton.

Kentlileşemeyen AKP

AKP kurulduğundan bu yana, -genel olarak- kentli kimliğine sahip olanlardan, eğitimli yurttaşlardan oy alamıyor. “Genel olarak” diyoruz, çünkü istisnaları az değil. Liberaller; yetmez ama evetçiler; cemaatlerle, sponsorlu düşünce (!) toplulukları ile akçeli ilişkiler içine girenler ve AKP’nin 2015 öncesi Kürt politikalarını onaylayanlar arasında kuşkusuz kentli, iyi eğitimli yurttaşlar da vardı. Şimdi bunların birçoğu pişmanlık dile getiriyorsa da yazının konusu bu değil.

Ege’de, Trakya’da ve İstanbul’un, Ankara’nın aydınlık semtlerinde yaşayan yurttaşlar karanlığa, aydınlanma ve cumhuriyet düşmanlığına hiç yüz vermediler. Tam tersine, 14 yıllık AKP yılları boyunca giderek daha fazla bilendiler.

Kent yaşamına, burjuva kültürüne düşman AKP biliyor mudur acaba? Emek, emekçi, işçi sınıfı olmazsa burjuva da olmaz. AKP belki bilerek, belki içgüdüsel olarak işçi sınıfına da her türlü düşmanlığı yapmakta. 1400 yıl öncesinin Arap yarımadasındaki toplumsal düzene takılıp kalanlar, rönesansı, aydınlanmayı, Fransız Devrimi’ni, sosyalizmi, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyeti külliyen reddediyorlar. Arada geriye dönüşün öncülüğünü yapan kim varsa ondan medet umuyorlar: Yavuz gibi, II. Abdülhamit gibi.

Tarlabaşı, Sulukule, Gaziosmanpaşa, Fener, Gülsuyu, Okmeydanı, Tokludede, … Kimi İstanbul’un kadim semtleri, kimi sanayi kenti İstanbul’un işçi mahalleleri. Kuşkusuz hepsi 21. yüzyıl İstanbul’una kimlik kazandıran semtler, mahalleler. Türlü kılıflar, tutarsız yasal yasadışı gerekçelerle İstanbul’un kimliğine saldırdı AKP.

Saldırının bir diğer cephesinde de, ağaoğlu, paşazade, kendi damadı, çanak medyası, bahşiş veren sıfatlarına sahip sözde yatırımcı, gözünü para bürümüş fırsatçılara türlü avantalar karşılığında “ayrıcalıklı kuralsızlıklar” tanınarak, betonlaşmaya, kimliksizleştirmeye hız verildi.

Bir yerel direniş bayrağı:  “Taksim Dayanışması”

2011 sonu ve 2012 başında Beyoğlu’ndaki semt derneklerinin (BSDP) yanısıra TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent (Mimarist) ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul (ŞPOİST) şubeleri öncülüğünde Taksim Dayanışması için hazırlıklar başladı. Başta emek ve meslek örgütleri olmak üzere, yerellerde örgütlü tüm dayanışma ağlarına, insiyatiflere, derneklere, cinsel kimliğe yönelik saldırılara karşı örgütlenmelere, doğa savunucularına, kimlikleri nedeniyle sıkıntılar yaşayan tüm azınlıklara ve siyasi yelpazenin her kanadından siyasi partilere çağrılar yapıldı. İktidar partisi AKP hariç. Aramızda AKP ile diyalog kurma konusunda ısrarlı olanlar da yok değildi. Şimdi bu arkadaşlarımız ısrarları nedeniyle pişmanlık duyuyorlarsa da, çoğunluğunun iyi niyetinden hiç kuşku duymadık.

Temmuz 2012’de Taksim meydan düzenlemesine yüklenici firmaların teklif vermeleri için tanınan sürenin son günüydü. Meydanın tam ortasında ihalenin iptali için 24 saat süren bir oturma grevi gerçekleştirmiştik. Tüm gece ve gündüz güneşin kavurucu sıcağı boyunca, Beyoğlu’nun tüm semt derneklerinden komşularımızın yanısıra, Gaziosmanpaşa Sarıgöl’den Şadi Bey, Fener’den Çiğdem Hanım, Tozkoparan’dan Ömer Bey hiç eksik olmadılar. Güneşin en tepemizde olduğu saatlerde, komşumuz Yadigar Hanım’ın evinde yapıp getirdiği limonata çok serinletici ve diktatörün yalanlarına inat sahiciydi.

Biraz daha geri saralım filmi. Beyoğlu’nun 18 yıl boyunca hazırlanması gereken koruma amaçlı imar planları yerine, bu başlığı taşıyan ancak, korunacak ne varsa bozmayı, yıkmayı, yozlaştırmayı tarif eden imar planları yürürlüğe sokulduğunda Ayaspaşa, Galata, Bedrettin, Cihangir ve Asmalımescit derneklerinin planla ilgili eleştirileri ortaya çıktı. Bunları bilime, hukuka uygun bir formda sunmak üzere nasıl sistematik bir çalışma yürütüldüğüne, kamuoyu oluşturma süreçlerine ve dava aşamasına gelindiğinde bilirkişi ücretlerini toparlamak için müzisyenlerden sağlanan gönüllü desteklere ve konser salonunu hınca hınç dolduran Beyoğlululara, Beyoğlu’nu sevenlere birebir tanıklık ettik.

Gezi öncesinde müelliflerin “Çılgın” diye sıfatlandırıp, “Yayalaştırma” adıyla masum göstermeye çalıştıkları, içine “Topçu Kışlası” diye sokuşturulan, AVM mi, rezidans mı, buz pateni sahası mı, sanat galerisi mi, şehir müzesi mi, ağaçların korunduğu bir yer mi belli olmayan projeye karşı direnişin ön saflarında en çok BSDP başta olmak üzere yerel örgütlenmeler, komşuluk ağları vardı. Belli ki ne iktidar partisi AKP, ne de toplumsal muhalefetin diğer siyasal unsurları, yaşam alanlarının yok edilmesine, kimliksizleşmeye tepki duyan kent halkının potansiyelini henüz algılayamamışlardı.

Yaklaşık 7 ay süren Taksim nöbetlerinde milyonlarca insana birebir ulaşıldı:

“Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları keserek yerine Topçu Kışlası yapacaklarmış. Meydanı daha fazla betonla kaplayacaklar. Oysa İstanbul’un daha fazla betonlaşmaya tahammülü kalmadı. Tam tersine çocuklarımızın parklara, oyun alanlarına ihtiyacı var. Parklar aynı zamanda depremlerde yegane sığınma alanlarımız. Gelin bir imza da siz verin. Ağaçlarımız kesilmesin, kentimiz betonlaşmaya, kimliksizleşmeye teslim edilmesin.”

5 Kasım 2012’den, 27 Mayıs 2013’e kadar süren Taksim nöbetlerinde, toplumun türlü soruşturma ve baskılarla sindirilmeye çalışıldığı Türkiye’de polislerin gözü ve kayıttaki MOBESE kameraları önünde 130.000 ıslak imza ve açık kimlik bilgileriyle destek verdi insanlar.

Gezi’yi bir hayli geç ve eksik idrak eden muhalefet

Toplumsal muhalefet, yaşamsal nedenlerle kendiliğinden gelişirken siyaset kurumları henüz olan bitenin çok uzağındaydı. Yaşamında hiç bir siyasal eylemliliğe katılmamış, yaşlılar, ev kadınları, emekliler, gençler meydana çıkıp nöbete katkı yapıyor ama özellikle parlamentodaki muhalif partiler olan biteni yalnızca göz ucuyla izliyorlardı.

Semt Derneklerinin öncülüğünde, Mimarist ve ŞPOİST desteğiyle sürdürülen direnişin destansı bir yanı varsa da, örülen bu destanın algılanması ancak Gezi sırasında ve belki biraz da sonrasında oldu.

Gezi öncesinde semt dernekleri öncülüğünde ve Gezi sırasında toplumun tüm baskılanan, ötekileştirilmeye çalışılan, yok sayılan, ezilen kesimlerince dillendirilen isyan neden sonra okunmaya çalışıldı. Bugün hala daha, siyaset kurumlarınca doğru okunduğunun işaretleri güçlü değil. İktidar Gezi’yi, Gezi’de dillendirilen talepleri sindirmeye yok etmeye çalışırken, muhalefet ya ehlileştirmeye ya da Gezi’nin enerjisini kendine mal etmeye çalışıyor.

İktidarın saldırganlığını anlamak mümkün. Alıştık bu saldırganlığa. Nasıl ilkel, yalanlarla dolu, hukuksuz, şiddet dolu olduğunu biliyoruz. Artık daha başkası yakışmaz bu aşağılık zihniyete.

Ancak, ehlileştirmeyi de, ayar vermeyi de ahlaktan yoksun bulduğumuzu ifade etmek boynumuzun borcu. Gezi’yi; hoş görülmesi gereken gençlik taşkınlığı gibi gösteren mi, siyasal gündemi saptırmaya yönelik devlet operasyonu diye sunan mı, ne ararsanız vardı muhalefet liderlerinde.

Kendine mal etmeye gelince; doğru bir siyasi programı ve güven veren kadroları oluşturabilen, Gezi dilini özümseyebilen varsa, varsın Gezi o siyasi süreçte varlık bulsun. Ancak, Gezi’yi geçmişte yaşanan bir destan ve bu destanı yazanları devşirilecek oy sayısı olarak görenlerin bunu başarması olanaksızdır.

Son söz

Kurucu bileşenleri BSDP, Mimarist ve ŞPOİST olan Taksim Dayanışması, 2012 başından itibaren Türkiye ve dünya siyasi tarihine yazılan bir mücadele pratiğidir. Bu pratiği doğru okumak için yalın bir düşünsel çaba yeterli:

-Gerçek, yalın, dürüst olmak;

-Oydaş olmayı umduklarımızın yalnızca oyundan yararlanmak değil, onların derdine ortak olmamız gerektiğini bilmek;

-Dayanışmak, dayanışma dilini öğrenmek, geliştirmek;

-Gülmek, sevmek, aşk ve direniş…

Her yer Taksim, her yer direniş!

1400 yıl öncesinin karanlığından parsa toplamaya çalışan aşağılık zihniyet er ya da geç çökecek, direnenler kazanacak, aşk kazanacaktır.

Cem TÜZÜN
Endüstri Mühendisi
ctuzun@doruk.net.tr