
Siyasal İletişim Uzmanı
sinemsiklon91@gmail.com
Şehirde yaşıyorsanız — ki artık çoğumuz yaşıyoruz — muhtemelen günün bir noktasında şunu hissettiniz: Bu şehir benim değil. Her gün geçtiğiniz sokakta nefes almak zorlaşıyor, bir sabah kalktığınızda sevdiğiniz ağaçlar kesilmiş oluyor ya da çocuklarınız için uygun bir park ararken beton blokların arasında kayboluyorsunuz.
İşte bu his, yani kentle kurduğumuz bu kopukluk, aslında bir hak meselesi. Kentli hakları dediğimiz şey tam da burada başlıyor. Artık şehirlerde sadece “var olmak” yetmiyor. Görünür olmak, söz sahibi olmak, karar süreçlerine katılmak, nefes alacak alanlara sahip olmak istiyoruz. Yani sadece yaşam hakkı değil, birlikte ve onurlu yaşama hakkı talep ediyoruz.
İnsan haklarının yolculuğu: Nereye geldik?
Birkaç dakikalığına geçmişe bakalım. İnsan hakları dediğimiz kavram, uzun ve katmanlı bir tarih taşıyor. En klasik ayrımda dört kuşaktan söz edilir. İlk kuşak haklar; düşünce, ifade, mülkiyet, yaşam hakkı gibi özgürlük haklarıdır. İkinci kuşak, sosyal ve ekonomik haklar: Eğitim, sağlık, çalışma gibi haklardır. Üçüncü kuşak ise biraz daha kolektiftir: Çevre hakkı, barış hakkı gibi.
Peki şimdi? Artık yepyeni bir evredeyiz: Gündemimizde dördüncü kuşak haklar vardır. Bu haklar; kent yaşamıyla, dijitalleşmeyle, iklim kriziyle yakından ilişkilidir. Kısacası, yaşadığımız çağın yeni sorunlarına, yeni yanıtlar üretmeye çalışıyoruz.
Sosyal demokrasi bu resmin neresinde?
Burada durup bir soru sormak gerek: Bunca hak, bunca talep… Bunları kim karşılayacak? Devlet mi? Piyasa mı? Yerel yönetimler mi? İşte sosyal demokrasi bu sorulara güçlü bir yanıt sunuyor ve diyor ki: “Evet, bireylerin özgürlükleri önemli ama eşitlik olmadan özgürlük gerçek olmaz. Toplumun tamamı birlikte yükselecekse, bu hakları birlikte korumalıyız.”
Sosyal demokrat anlayış, özellikle kentlerde bu hakların garantörü olabilir. Çünkü sosyal demokrasi, ne sadece bireyin özgürlüğüne odaklanır ne de her şeyi piyasaya bırakır. Kamunun, yerelin ve yurttaşın birlikte karar alacağı bir modeli savunur. Tam da bugün ihtiyaç duyduğumuz şey bu değil mi?
Kent hakkı nedir, ne değildir?
Kent hakkı kavramını son yıllarda daha sık duymaya başladık. Ama bazen bu kavram, sadece konut hakkı ya da yeşil alan talebiyle sınırlı sanılıyor. Oysa o, çok daha fazlasıdır. “Kent hakkı, şehri birlikte şekillendirme hakkıdır.” Oturduğunuz mahallede ne inşa edileceğine, ulaşım sistemlerinin nasıl işleyeceğine, kamu kaynaklarının nereye harcanacağına dair söz söyleme hakkıdır.
Buna dijital eşitlik de ekleniyor artık. Kent yaşamı sadece fiziksel değil, dijital olarak da deneyimleniyor. E-devlet sistemleri, “online” belediye hizmetleri, kent uygulamaları derken dijital katılım da bir kentli hakkına dönüşmüş durumda. Ama herkes aynı dijital imkanlara sahip mi? Ya yaşlılar, göçmenler, düşük gelirli yurttaşlar?
Sosyal demokrasi burada da devreye giriyor: Dijital eşitlik olmadan kentli eşitliği olmaz diyor.
Katılım hakkı: “Birlikte yaşam” deyip geçmeyelim
Siyaset biliminde çok sevdiğimiz bir kavram var: Katılım. Katılım, sandık başında oy vermekle sınırlı değildir. Mahalle toplantısına katılmak, yerel bütçeyle ilgili görüş belirtmek, hatta sosyal medyada bir kent kampanyasına destek vermek de katılımdır.
Ama şu da bir gerçek: Katılım kolay bir şey değil. Özellikle günümüz kentlerinde sesinizi duyurmak, karar süreçlerine etki etmek, ciddi çaba istiyor. O yüzden kentli hakları, yalnızca “talep etme” değil, “süreçlere dahil olma” hakkıdır.
Yerel yönetimlerin burada büyük rolü var. Katılımcı bütçeler, mahalle meclisleri, çocuk ve gençlik platformları, işte tüm bunlar birer hak pratiğidir. İşte sosyal demokrat belediyecilik anlayışı, bu tür katılım araçlarını destekleyerek, kentli haklarını görünür kılar.
Sonuç: Bu şehir kimin?
Son bir soru: Bu şehir kimin?
Eğer yanıt “herkesin” ise, o zaman o şehirde herkesin eşit haklarla, onurlu bir yaşam sürebilmesi gerekir. Bunun yolu, kentli haklarını tanımaktan, uygulamaktan, savunmaktan geçiyor. Dördüncü nesil insan hakları bize diyor ki: Artık sadece temel haklar yetmez. Ekolojik denge, dijital erişim, katılım, görünürlük, sessizlik, güvenlik… Bunların hepsi birer hak.
Sosyal demokrasi, bu hakları gündeme taşıyacak ve kurumsallaştıracak en güçlü toplumsal projedir. Yeni bir toplumsal sözleşme gerekiyorsa — ki evet, gerekiyor — bu sözleşmenin temelinde kentli hakları olmalı. Betonun, gürültünün ve eşitsizliğin değil; adaletin, yeşilin ve katılımın olduğu şehirler mümkün.
Yeter ki bu şehrin bizim olduğunu yeniden hatırlayalım.