Diyarbakır’dayım, bizi arabasıyla gezdiren öğretmen, yanından geçtiğimiz kütüphaneleri gösteriyor. Biri görevden alınan belediye başkanının yerine atanmış kayyım zamanında yapılmış, diğeri daha eski. Belediyeye bağlı olan her iki kütüphane de son yerel seçimlerden önce Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş. Bu sayede şimdi iktidarın kontrolündeler, onun uygun gördüğü etkinlikleri ağırlıyorlar. ‘Mihmandarımız’ kentin son birkaç senede daha da geliştiğini, yeni parklar yapıldığını, On Gözlü Köprü civarının canlandığını, hepsinin de kayyım yönetimi sırasında olduğunu anlatıyor. Belli ki kayyımdan memnun. Bize Sur bölgesinde yapılan yeni mahalleyi de göstermek istiyor. Teşekkür ediyor, ‘biz gördük’ diyoruz. “Diyarbakır’ın müthiş bir potansiyeli var, ama buraya siyaseti karıştırıyorlar, o bizi çok olumsuz etkiliyor” diye anlatıyor biraz hüzünlü biraz kızgın bir tonda…
Benzer sözleri o gezimde birkaç başka kişiden daha duydum. Kentin muhafazakar memurları, dindar esnafı ve bazı iş insanları Kürt siyasetinin kentteki hakimiyetinden hoşnut değil. Onlar belli ki AKP’yi ve onun uygulamalarını destekliyorlar. Kimlik, adalet, demokrasi, özgürlükler… onların öncelikleri arasında değil. Nitekim bu insanların sayısının çoğalabileceğini ve bölgede siyasi üstünlüğü ele geçirebileceğini düşünen AKP, 2016 yılından bu yana belediyelere kayyım atayarak yerel siyasette ağırlığını suni de olsa artırmaya gayret ediyor. AKP’nin hesabı, vali ve kaymakamlardan oluşan yöneticilerle, merkezden akıtılan kaynaklarla yerel bir kalkınma gerçekleştirmek ve bu sayede Dem Parti’nin buralardaki siyasi hakimiyetini kırmak. Buna ne kadar önem verdiklerini ve yatırım yaptıklarını ve bazı insanların desteğini aldıklarını gördüğünüzde, AKP’nin kayyım uygulamasının peşini kolay kolay bırakmayacağını anlıyorsunuz. Nitekim benim Diyarbakır seyahatimden çok değil, bir hafta sonra AKP, Hakkari’ye kayyım atayarak en zayıf zamanında bile bu işin peşini bırakmayacağının sinyalini verdi. Hatta sinyal vermenin ötesinde Erdoğan, kayyım atamalarına devam edebileceklerini açıkladı.
Bugün AKP’nin yerel seçimlerde aldığı mağlubiyetle birlikte içine düştüğü meşruiyet meselesi devam eder, bundan faydalanan CHP ‘normalleşme’ siyasetini devreye sokup AKP’yi daha mutedil bir iktidar icrasına zorlarken yeni kayyımlar atanacağına inanmak zor. Ama AKP bunu yaptı, yapıyor ve yapabileceğini biliyor. Ve Türkiye siyasetini izleyenler bütün meselenin AKP-MHP aşkının ateşiyle alakalı olduğunu biliyor. AKP oy potansiyelini güvenlikçi politikalarda bulmaya devam ederse MHP ile birlikte Kürt kentlerine merkezden valiler atamayı da sürdürür. Bu milliyetçi muhafazakar seçmenin hoşuna gider. Peki AKP’nin en temel hedefine, yani ‘bölge insanının hizmetlerden etkilenip AKP’yi desteklemesi’ hesabına katkısı olur mu? İşte bu, pek mümkün görünmüyor.
Kayyım olsa da olmasa da…
Yazının başında anlattığım seyahatten bir hafta önce bu kez bambaşka bir amaçla Diyarbakır’daydım. Adıyaman Kömür’de yapılan kültür merkezinin açılışı için geldik ve buradaki çocuk eğitim programlarını gerçekleştirecek yerel STK’ları da ziyaret ediyoruz.. Kürtçe oyunlar oynayan ve çocuklar için eğitim drama programları yürüten Amed Şehir Tiyatrosu ile yine çocuklar için Kürtçe müzik atölyeleri düzenleyen Ma Music Center ziyaret ettiğimiz kurumlar arasında. Her ikisi de kayyım gelmeden önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi çatısı altında faaliyet gösteren ekipler tarafından kurulmuş. Kayyım gelir gelmez bu kültürel birimleri kapatıp, çalışanları da işten çıkartmış. Onlar da kendi derneklerini kurmuş, mekanlarını edinmiş, hemşerilerinden ve AB kaynaklı fonlardan aldıkları desteklerle faaliyetlerine devam etmişler. Şimdi bu süreci bir özgürleşme olarak memnuniyetle anlatıyorlar. Onların hikayesi bize çatışmanın temel unsurlarından birinin hala Kürt dili ve kimliği ile bunun üstüne yapılan çalışmalar olduğunu gösteriyor. Bir de, belediye ya da devlet desteklemese bile müziğiyle, tiyatrosuyla, edebiyatıyla bir kültürün ayakta kalmayı, hatta daha da gelişip serpilmeyi sürdüreceğini…
Peki nereden çıktı bu kayyım işi ve nasıl bitecek? Bu sorunun yanıtını ararken çok da fazla geriye gitmek gerekmiyor aslında. Türkiye’nin ‘kayyım belediyeciliği’ ile tanışma tarihi 2016; Fetullahçı darbe girişiminden sonraki günler…
15 Temmuz’dan sonra ortaya çıktı
Darbe girişiminin ardından ‘olağanüstü hal’ ilan edilmişti. Eylül 2016’dan itibaren ‘terör örgütü gerekçeli’ tasfiyeler başladı ve PKK ile ilişkisi olduğu düşünülen kişileri de kapsar hâle geldi. O sıralar binlerce memur ve 24 seçilmiş belediye başkanı görevden alındı. Olağanüstü hal kalksa da belediye başkanlarının yerine atanan kayyımlar göreve devam etti. 2019 yerel seçimlerine girerken Erdoğan kayyım politikasını sürdüreceklerini söyledi. Nitekim aa’nın haberine göre o seçimlerde kayyım atanan 73 belediyenin 24’ünü AKP kazanmıştı ve yavaş yavaş siyasi tercihleri de değiştirmek mümkün görünüyordu. AKP dediğini yaptı ve 2019 seçimlerinden sonra HDP’nin kazandığı neredeyse tüm belediyelere tekrar kayyım atadı. Ama işler hiç de hesapladığı gibi gitmeyecek ve bir sonraki seçimde, 2024 yılında HDP siyaseti DEM Parti olarak bu belediyelerin çoğunu geri alacak, belediye başkan sayısını 78’e çıkartacaktı.
Başta da söylediğim gibi bölgede kayyımı destekleyenler de var. Onların yaslandığı iktidar kaynaklarına göre HDP’li belediyeler terör örgütünü destekliyor. PKK’nın etkisi altında oldukları, bu nedenle kayyım atamasının yasalara uygun olduğu savunuluyor. HDP’li belediyelere, örgüt mensuplarını işe almak, belediye araçlarıyla örgüt eylemlerine destek olmak, örgüte maddi yardımda bulunmak gibi suçlamalar yöneltiliyor. Muhalefet ise haklı olarak bu iddiaların kanıtlanması ve varsa suçluların yargılanması gerektiğini, bu bahanelerle belediyelere el konmasının anti demokratik olduğunu savunuyor. Konuyla ilgili 2019 kayyum dalgasından sonra İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapor var. Bu raporda 2016 ‘hendek-barikat olayları’ sırasında belediye araçlarının hendeklerin kazılmasında rol oynadıkları defalarca vurgulanıyor. Anlıyorsunuz ki bu çatışmaları görülmemiş bir şiddetle bastıran devlet, belediyeleri de kendisi kontrol etmeye o zaman karar vermiş…
Belediyelere çökme projesi
Bunu da Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yapıyorlar. 2016 yılında çıkan 674 sayılı KHK ‘terör ya da terör örgütlerine yardım ve yataklık suç işleyen belediye başkanlarının yerine ilgili makamlarla görevlendirme yapılacağını’ söylüyor. Daha sonra Belediye Kanunu’na eklenen bu kayyım atama usulü Belediye Meclisi’ni atlayan bir yorumla uygulanıyor. Nihayetinde merkezi yönetim çoğu kez belediye başkanı ile aynı partiden olan belediye meclisine de güvenmiyor. Oysa normalde belediye başkanı görevini yapamayacaksa belediye meclisinin toplanıp kendi içinden bir başkan seçmesi gerekir. Yıllar önce İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan tutuklandığında böyle olmuştu. Ama artık olamıyor, çünkü gerekli tedbirler alındı…
Oysa siyasi partiler tabii ki seçilme hakkını yitirmemiş kişileri aday gösteriyorlar. Adayların durumunu YSK da kontrol ediyor. Hatta ilk kayyım dalgasından sonra HDP’nin ve daha sonra DEM Parti’nin riskli davaları olan adaylardan uzak durduğu da söyleniyor. Buna rağmen seçilmiş belediye başkanlarını görevde tutmak mümkün olmuyor. En son Hakkari olayında şehri ziyaret edip kayyıma karşı çıkan CHP Sözcüsü Deniz Yücel’in söylediği gibi bu durum ‘AKP’nin belediyelere çökme projesine’ dönüşüyor.
İktidarın kayyım uygulamalarının Türkiye’de Kürt sorununa hiçbir olumlu katkısının olmadığının herkes farkında. Tam tersi kutuplaşmayı ve çatışma iklimini besliyor, Kürtlerin adaletsizlik ve haksızlığa uğrama duygusunu derinleştiriyor, milyonlarca seçmenin seçme ve seçilme hakkını yok sayıp onları haklarından mahrum ederek sistemin dışına itiyor. Türkiye’nin her yerinden farklı olarak Diyarbakırlılar, Vanlı, Ağrılılar kendi belediye başkanlarını seçemiyor… Her tür demokratik ilkeye, insan haklarına, hukuk ve adalet duygusuna aykırı olan kayyım atamalarına razı olmak mümkün değil. Nitekim özgürlük ve barıştan yana olanlar çıkıyor. Devletin bu yolla terörü baskı altında tutup bitirme hesabı AKP’nin kendini zorla sevdirme planıyla iç içe geçerek Türkiye tarihinin unutulmaz ayıplarından birine dönüşüyor.
Toledo değil çöküntü alanı
Yıllar önce Diyarbakır’a ilk geldiğimde daracık sokaklarında dolaşıp sevdiğim Sur’un yeni halini görmek istiyorum. Hani, Ahmet Davutoğlu’nun ‘Toledo gibi yapacağız’ dediği Sur’u… Dört ayaklı minarenin yanından dolaşıp hepsi bir örnek tasarlanmış geleneksel göndermeli yapılardan oluşan mahalleye giriyor ve biraz yürüyoruz. Dükkanlar var ama boş, evler ofisler var ama insansız. Kimseyi çekmeyen yapay bir şıklık hakim. Bu binaları ucuza kapatıp ileride iyi para kazanmayı hesap eden iş insanları da var, biliyorum. Ama bu binaların altında yatan trajedinin, mahzenlerde ölen insanların kötü hatırasının kentin çoğunluğunu yeni Sur’dan uzak tuttuğunu da biliyorum. O nedenle Sur’un hiçbir zaman hayal edildiği gibi bir cazibe merkezi olmayacağını zamanla daha da berbatlaşacağını tahmin ediyorum. Belki bir grup insanı cezbedecek ama toplumsal rızaya dayanmadığı için asla benimsenmeyecek bir mahalle. İşte kayyım tam da bu gibi geliyor bana… Geleceğe kalacak bir çöküntü alanı, siyasi tarihimizde bir utanç vesilesi.
NOT: Söz konusu kavramın günümüzde hem kayyım hem de kayyum diye yazıldığını, muhalif kesimin ilkini tercih ederken iktidar çevrelerinin dini anlamları da olan ‘kayyum’u tercih ettiklerini ilginç bir dipnot olarak aktarmak istedim.
KAYNAKLAR:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-45855245
https://www.dogrulukpayi.com/bulten/kayyimla-yonetilen-belediyeler
https://tr.wikipedia.org/wiki/2019_T%C3%BCrkiye_kayyum_atamalar%C4%B1
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1186061
https://www.evrensel.net/haber/514813/dem-parti-kayyum-atanan-48-belediyeden-37sini-geri-aldi