Sosyal Demokrat Dergi, ilk kez 1988 yılında okuyucu ile buluşan ve yayımı, bir ara durduktan sonra, 2011 yılında yeniden başlayıp bugüne değin kesintisiz süren tek “sosyal demokrat” kimlikli süreli yayındır.
Bu saptamadan sonra bir başka kapsamlı saptama yapalım: “Dijitalleşme”, çağımızda küresel gelişmelere yön veren eğilimlerin başında yer almakta. Biz sosyal demokratların, bu bağlamda, çağa ayak uydurmaması düşünülemez. SODEV’in kuruluşunun 30. yıldönümüne, bu yönde büyük bir adım atılarak girilmesinin Sosyal Demokrat Dergi (SDD)’ye yakışacağı belliydi. Dolayısıyla gençleşen yönetimin, kimileri gerçekten genç olan ve bir kesimi hala genç kalmaya çalışan önceki başkanlarının da katkılarıyla yenilenen bir içerik planlaması ve tasarımı ile (SDD)’nin tümüyle dijitalleştirilmesi kararlaştırıldı.
Kuşkusuz ki, bizi bu karara yönelten başka rasyonel nedenler de vardı. Bunların başında kağıt, basım ve kargo ile iletme giderlerinin, ülkemizin ekonomik kriz ortamında, çok artmış olması; okur kitlesinin, salt abonelerin sayısı ve onların yakın çevresi ile kısıtlı kalması geliyordu. İçeriğe bağlı en önemli sorun da, makalelerde ele alınan konuların, yazıldıkları an ile okurun eline ulaştıkları an arasındaki sürede gündemden düşmesiydi.
SDD’nin, son dönemlerin ivme kazanmış olan gelişmelerine ilişkin yorumları dijital olarak anında yansıtması, güncel konuların sosyal demokrat bir perspektifle tartışılmasına elverişli ve herkes tarafından her an ulaşılabilir bir mecra oluşturması ve nihayet kısıtsız bir okuyucu kitlesi ile buluşması, bu bakımdan çok önemliydi. Dolayısıyla SDD, Ocak 2024’ten itibaren, www.sosyaldemokratdergi. org web sitesi üzerinden takip edilecek.
Öte yandan, şimdiye değin imzasız çıkan “Sunuş” yazılarını, SDD’nin genel yayın yönetmeni olarak ben kaleme alıyordum. Yaratıcılık içermeyen bu rutin uğraşın yanı sıra, esas bir de yazı rica ettiğimiz eli kalem tutan değerli dostlarımıza makalenin teslim süresini bazen defalarca anımsatmak zorunda kalan kişi olma ve dergiyi umduğumuz zamandan daha geç baskıya verme sıkıntısından kurtulacağıma da ayrıca kişisel olarak seviniyorum. Nitekim bu son basılı sayı için dahi, yazı rica ettiğimiz hatırlı dostlardan dördü makalelerini bugüne değin göndermedi ve biz onları beklemekten yılarak mevcut yazılarla çıkıyoruz. Takdir edersiniz ki, bu çok yorucu ve yıpratıcı sürecin devreden çıkması bizi çok rahatlatacak. Artık SDD, bir konuda söyleyecek sözü olan ve bunu yazılı olarak kamuoyuna açıklamak isteyen tüm yoldaşların makalelerine açık olacak.
Bundan böyle yazılar, bizim talebimizi beklemeksizin, yazmaya gönüllü olanlar ve ele alacakları konuya özel ilgi duyanlar tarafından yazılıp yollanacak güncel makalelerden oluşacak. Bize ulaştıkları andan itibaren en geç 48 saat içinde SDD sitesine girip okura sunulacak olan makalelerin, gönüllülüğe dayalı ve güncel olmaları, müelliflerin yazma hevesine ve yorumların kalitesine olduğu kadar, okurların ilgi ölçüsüne de kesinlikle yansıyacaktır.
İsrail – Hamas ve arabuluculuk arayışı
Son yazılı baskımızda yer alan bu makalemiz çerçevesinde özellikle “ortaya karışık” birkaç tema ele alalım. Son dönemin gündemine damgasını vuran konu, Hamas saldırısıyla başlayıp Gazze’de yaşayan Filistinlilere yönelik İsrail zulmüne dönüşen olaylar zinciriydi. Olayları Hamas korsanlığının tetiklediği bir gerçektir. Bununla birlikte, İsrail -her zamanki abartılı rövanş saplantısıyla- çoluk çocuk tanımadan haftalarca tüm Gazzeli Filistin halkına bomba yağdırdı. Biden, Macron, Scholz gibi Batılı liderler de bu vahşeti “resmen” onayladı. Neyse, bunları herkes izlemiştir; bir de ben yinelemeyeyim.
Ancak dijitalleşme kararımızı desteklemek bakımından bir argümanı hemen not etmeden geçmeyeyim: Ben bu makaleyi örneğin SDD basılmadan bir ay önce yazmış olsaydım, bu arada ilan edilmiş bulunan ve arkasından sona erdirilen ateşkes makalede yer almayacaktı. Hatta daha da erken yazsaydım Erdoğan’ın Almanya ziyaretinden söz edemeyecektim. Öte yandan, bu yazıdan sonra SDD basılana kadar geçecek sürede olacaklar ise bu makalede yine yer alamayacak. Bundan böyle SDD yazıları, güncel olacağı için, bu sakınca ortadan kalkacak.
Esas açmak istediğim konu Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın, bu bağlamda oynamak istediği ve oynayamadığı rol. Erdoğan arabuluculuk işlevi üstlenmek istiyordu; ama bu konuda ona bu işlevi pek yakıştıran olmadı. Hele de içinde zor zapt ettiği siyasal İslamcı kimliğini dışa vurarak, tüm dünyanın “terör örgütü” ilan ettiği Hamas’ı bir tür kurtuluş cephesi olarak tanıttıktan sonra, arabuluculuğu herkes tarafından dışlandı. Sonuçta, ateşkes ve rehine takası için arabuluculuk Katar’a düştü.
Bu çerçevede bir de Erdoğan’ın Almanya yolculuğu ve Olaf Scholz ile görüşmesi dikkat çekti. Müzakere masasında, teorik olarak, İsrail-Hamas savaşı, ateşkes ve arabuluculuk; Türkiye’nin, –ülke kamuoyuna açıklanmayan- tutarlarda AB fonu karşılığı, doğudan ve güneyden gelip Avrupa’ya gitmeye çalışan sığınmacılara bir tür “depo” işlevi görmesi ve Eurofighter uçaklarının satın alınması gibi konular vardı. Hiçbir konuda anlaşma sağlanamadı. Hele Erdoğan’ın daha müzakere masasına oturmadan önce, Eurofighter konusuna ilişkin olarak, “savaş uçağı satan tek ülke Almanya değil; ister verir ister vermez. Gerekirse gider başka yerden alırız” yolundaki “ön müzakere taktiği” yadırgatıcıydı. Bir o kadar yadırgatıcı, hatta utandırıcı olan da, sorusunu beğenmediği bir Alman basın mensubuna doğrudan “sen” diye hitap edip -belki de Hıristiyan veya inançlı bile olmayan- bu kişiye kendi kafasındaki dinci şablonuna uyarak “sen kiliselerin bombalanmasına üzülmüyor musun?” diye sormasıydı. Geçelim…
2023’te yapılan önemli seçimler
İçinde bulunduğumuz yılda Avrupa’nın ve dünyanın birçok ülkesinde parlamento veya başkanlık seçimleri düzenlendi. Bunlardan önemli olanları ve bizi de ilgilendirenleri kısaca ele alalım. Genel eğilim, popülist sağın ilerlediği, demokratların ve hele solun gerilediği yönünde oldu. Ancak bunun kalıcı bir gidiş olmadığı ve dönemlere göre dalgalanmalar gösterdiği de bilinen bir gerçek.
Avrupa’dan –Türkiye dahil- 8 önemli veya komşu ülkede yapılmış olan seçimleri kronolojik sırayla ele alalım.
Bulgaristan (2 Nisan) – İktidar merkez sağda, sol %10’un altına düştü ve aşırı sağ sistemin 3. partisi konumuna ilerledi.
Finlandiya (2 Nisan) – Sosyal demokratlar iktidardan düştü ve hükümeti liberal sağa devretti. Popülist sağcı “Finns” sistemin 2. partisi oldu.
Türkiye (14 ve 28 Mayıs) – Sonuç-lar biliniyor. Ülke şu anda tarihinin en sağcı ve en popülist siyasal gücü ve iktidar koalisyonu tarafından yönetiliyor.
Yunanistan (21 Mayıs ve 25 Haziran) – İlk seçim sonuçları hiçbir hükümet veya koalisyon kurulmasına olanak vermediğinden bir ay arayla iki seçim düzenlendi. Sonuçta merkez sağ tek başına iktidara geldi. Sol, Syriza ve PASOK bayrağı altında iki parti olarak temsil edildi. İkisinin toplamı %30’un altında kaldı. Komünist KKE etkili ve de popülist sağ hemen hemen “yok” sayılabilir.
İspanya (23 Temmuz) – Solcu PSOE iktidardan düştü. En çok oy alan merkez sağdaki PP’nin oy düzeyi ise koalisyon hükümeti kurmasına elvermedi. Şimdilik, son seçime değin başbakanlık yapmış olan PSOE lideri Sanchez, yenilenecek seçimlere değin idareten başbakanlığını sürdürüyor. Aşırı sağcı Vox ilerleyemedi; ama yine de ülkenin 3. partisi konumunda.
Polonya (15 Ekim) – Bu ülke, iktidardaki popülist sağın gerilediği ve iktidardan düştüğü, demokrat partilerin koalisyonla iktidara gelme aşamasında bulundukları tek önemli Avrupa ülkesi. Son seçime değin adı Macaristan, Türkiye ve Rusya ile popülist sağcı illiberal/ seçimli otoriter ülkeler arasında geçen Polonya, aşırı sağcı ve AB karşıtı PiS adlı partinin sultasından kurtulmuş görünüyor.
İsviçre (22 Ekim) – Beklenen oldu ve popülist sağcı, göçmen karşıtı SVP çok partili sistem bünyesinde %28 ile birinci parti konumuna ulaştı. 2. sıradaki sosyal demokratların oyu %18. Bu ülkede hükümet yani yürütme 7 üyeden oluşuyor ve bunlar sırasıyla birer yıl “İsviçre Konfederasyonu” başkanlığı yapıyor. Bu 7 kişi arasında en çok üyeyi sağcı popülistler elde etmiş oldu.
Hollanda (22 Kasım) – Adı çok duyulan Geert Wilders’in popülist sağcı partisi PVV en çok oyu alan siyasal formasyon oldu. Bu parti, salt popülist ve göçmen karşıtı olmakla kalmıyor; topraklarında İslam’ı ve Kuran’ı yasaklamak istiyor. Ancak sistemin diğer partileri onunla işbirliği yapmak istemediğinden iktidara gelemeyecek. Ilımlı merkez sağ, liberal partiler kendi aralarında koalisyon hükümeti kuracaklar.
Durum özetle böyle. Diğer daha az uluslararası etki sahibi ve görece küçük ülkelerde yapılan seçimleri incelememize dahil etmedik. Ancak bu arada, ikinci turu 19 Kasımda yapılan Arjantin başkanlık seçimleri de dikkate değer. Seçimi, adaylardan yine aşırı sağcı ve popülist olanı kazandı. Seçilen Başkan Javier Milei’ye “Arjantin’in Bolsonaro”su da deniyor. O da, Brezilyalı öncülü gibi, uç noktalara kayan bir zihin yapısına sahip. Bilindiği üzere, Arjantin de, Türkiye gibi, ekonomik felakete uğramış birkaç ülkeden biri. Ne var ki Milei, dogmatik anlayışlara saparak ülkeyi batağa soktuktan sonra “rasyonel” politikaya dönenlerden değil. O doğrudan doğruya Arjantin “peso”sunu ortadan kaldırıp ülke ekonomisini bütünüyle dolarize etmek niyetinde. Ülkenin kurumsal yapısını da tamamen dağıtmak niyetinde. İlgiyle izleyeceğiz.
Bu çerçevede okurların aklına bir kötü olasılığı daha getirmek durumundayım. Önümüzdeki yılın sonunda ABD’de başkan seçilecek. Demokratların adayı olması muhtemel Biden iyiden iyiye “kötüledi”. Her anlamda tökezliyor ve onun, bir dört yıl daha dünyaya neredeyse hükmeden ülkenin başında kalma fikri küresel kamuoyunu kaygılandırıyor. Ne var ki, karşısına da muhtemelen Cumhuriyetçilerin adayı olarak Trump’ın çıkacak olması herkese “kırk katır, kırk satır” deyişini anımsatıyor.
