Tarih, 25 Kasım 1960. Yer, Dominik Cumhuriyeti. Minerva, María Teresa, Patria ve Dedé Mirabel, diğer adıyla “Las Mariposas” yani Kelebekler. Onlar, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo’nun diktatörlüğüne karşı muhalefetin liderleriydiler. Trujillo, 31 yıllık iktidarı boyunca rejim sivil özgürlükleri ve muhalefeti şiddetle bastırdı. Mirabal kardeşler rejime meydan okuyan hareketinin örgütlenmesine ve büyümesini sağladılar. Trujillo’nun kız kardeşlere duyduğu nefret sadece siyasi değil, kişiseldi de: Diktatör cinsel tekliflerini reddettiği için Minerva’ya öfkeliydi ve bunu otoriter liderliğine güç veren maçoluğuna da bir hakaret olarak algılıyordu. 25 Kasım 1960’ta, 36, 34 ve 25 yaşlarındaki üç kız kardeş siyasi tutuklu olan kocalarını ziyaretten dönerken rejim ajanları tarafından öldürdü.
Kelebekler & Kızkardeşler
Bu cinayet Trujillo’ya karşı muhalefetin güçlenmesine yardımcı oldu. Altı ay sonra diktatör bir suikast sonucu öldürüldü. Hayatta kalan tek Mirabal kardeş olan Dedé, 3 kız kardeşinin çocuklarını yetiştirme ve eğitme görevini de üstlenmişti. Dedé, sadece Dominik Cumhuriyeti’nde değil, tüm Latin Amerika’da şiddet yanlısı diktatörlüklere karşı mücadelelere güç vermeye devam etti. Dominiklilerin kız kardeşlere verdiği isimle Kelebekler, hem demokratik hem de feminist direnişin sembolleri haline geldi.
1981 yılında Kolombiya’da düzenlenen Latin Amerika ve Karayipler Feminist Buluşması, Mirabal kardeşlerin onuruna 25 Kasım’ı Kadına Karşı Şiddetsizlik Günü olarak ilan etti. Konferansa katılan delegeler aile içi şiddet, tecavüz ve cinsel tacizin yanı sıra kadınları hedef alan siyasi şiddeti de kınadılar. Latin Amerikalı feministler, kişiler arası ve siyasi şiddet arasındaki bağlantıların daha geniş bir şekilde tanınmasının yolunu açtı. 1990’larda BM Kadınların İnsan Hakları Kampanyası konuya daha fazla dikkat çekilmesini sağladı. Delegeler, Sırp güçlerinin Bosnalı kadınlara ve Hutu milis gruplarının Ruanda’daki Tutsi kadınlara karşı uyguladığı sistematik tecavüz ve hamile bırakma kampanyalarından etkilenmişti. BM Genel Kurulu 1999 yılında aldığı kararla Mirabal kardeşlerin Trujillo diktatörlüğüne karşı verdikleri mücadeleyi onurlandırmış ve 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etmiştir. On yılın sonunda Uluslararası Günü oluşturduklarında, Mirabal kardeşlerin yankıları dünyanın dört bir yanında duyuluyordu.
Kültürel ve yapısal şiddetle mücadele
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu BinYıl Bildirgesi 55/2 Parag. 6 şöyle der: “Kadınlar ve erkekler, şiddet korkusu duymaksızın onurlu bir biçimde kendi hayatlarını yaşama ve çocuklarını yetiştirme hakkına sahiptirler.” Toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele, dünyanın herkes için daha güvenli, adil, eşit ve özgür hale gelmesi için verilen bir mücadeledir ayni zamanda.
Şiddetin yalnızca görünen yüzü değil, görünmeyen yüzü olan kültürel ve yapısal şiddetle mücadele etmek demektir. Şiddetsizlik ve barış üzerine çalışmalarıyla tanınan Norveçli sosyolog Johan Galtung’un 1960’ların sonunda kavramsallaştırdığı doğrudan, yapısal ve kültürel şiddet kavramsallaştırması, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadelenin neden toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile mücadeleyi de içermesi gerektiğini çok net bir şekilde anlatıyor. Doğrudan şiddet, ister fiziksel isterse duygusal, ekonomik, cinsel, psikolojik yönleri ile olsun şiddetin kişilerarası boyutunu içeriyor. Manipülasyon, aşağılama, alaya alma, gözden düşürtme, karalama gibi psikolojik/duygusal boyutları da dahil olmak üzere şiddet uygulayan faili görebildiğimiz, işaret edebildiğimiz şiddet biçimleridir bunlar. Her zaman kolay olarak görünmese de doğrudan bir şiddet vardır.
Yapısal şiddet, doğrudan şiddetin failini bulamadığımız ancak şiddetin devam etmesine yol açan yapısal eşitsizlikler ve güç ilişkileridir. Sınıfsal eşitsizlikler, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, ırkçılık, homofobi, yaşçılık, türcülük, militarizm gibi eşitsizlik ve güç ilişkileri üreten yapılar doğrudan şiddetin devamını, normalleşmesini sağlamaktadır. Kültürel şiddet ise hem doğrudan kişilerarası şiddetin hem de yapısal şiddeti güçlendiren zihinsel evreni ifade eder. Kültürel şiddet, kadınları ve kadınlıkla ilgili tüm sembolleri ikincilleştiren, aşağılayan kültürel iklime dair her şeyi içerir. Sadece düşmanca olanları değil, ilk bakışta düşmanca görünmemekle birlikte var olan güç dengesizliklerinin sürmesine zemin hazırlayan tüm kültürel kabulleri içerir. Örneğin, “kızımı bir erkek gibi yetiştirdim” cümlesini kızları güçlendirmek ve olumlamak için kullanırken, “oğlumu bir kız gibi yetiştirdim” cümlesinin aynı değerde ve anlamda güçlendirici bir şey olarak algılanmaması mesela tam olarak bu kültürel ortama işaret eder. Kadınları güçlendirici ve onlar için “olumlu” bir şey yapıyorken bile bu zihinsel evrenden çıkamadığımız bağlamlar olabilir. Bu nedenle kültürel şiddetle mücadele, çok boyutlu bir mücadeleyi içerir.
Kadınların korkusu, kadınların öfkesi
1990’lı yılların sonunda yapılan çalışmalar kadınların erkeklere göre üç kat daha fazla korkuları olduğunu ortaya koyuyordu. Evde yalnız kalmaktan, kapalı otoparklardan, gece sokaklarda yürümekten, ormanlık alanda spor yapmaktan, tek başına içkili bir yere gitmekten, geç saat toplu taşıma kullanmaktan, gece taksiye binmekten, inşaat alanlarından, karanlık koridorlardan… TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarına göre Türkiye’de her üç kadından biri gece yalnız yürürken kendini güvensiz hissediyor. Dahası her 5 kadından biri yalnızken evinde bile kendini güvende hissetmiyor. Türkiye’de kadınların %42’si hayatlarında en az bir kez eşi/birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel/ cinsel şiddete maruz kalmış. Kadına yönelik şiddete dair verilerin yetersizliği nedeniyle güncel sayıları bilemiyoruz.
Hacettepe üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü desteğiyle 2014 yılında gerçekleştirdiği Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, Türkiye çapında bir örnekleme dayanmaktaydı. Bu araştırma, kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve sonuçları ile kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda yasalara ilişkin bilgi düzeyi konularında bilgi toplamak üzere planlanmıştı. Ne yazık ki belli dönemlerde tekrarlanması gereken araştırma için yeniden planlama yapılmadı. Bu dahi Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki politikaların ne kadar yüzeysel ve göstermelik olduğunun kanıtı başlı başına. Çünkü veriler, meselenin ne kadar sıradanlaşmış ve yaygın olduğunu gözler önüne seriyor. En son 2014 yılında yapılan Kadına Yönelik Şiddet Araştırması verilerine göre-Türkiye’de evli kadınların %36’sı herhangi bir dönemde eşi/birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel/cinsel şiddete maruz bırakılmış.
Erken evliliklerde kadına yönelik şiddet oranları net bir şekilde artıyor. Türkiye’de 18 yaşından önce evlenen kadınların yaklaşık yarısı fiziksel şiddete, beşte biri ise cinsel şiddete maruz kalmış. Hiç eğitimi olamayan/ilkokulu bitirmemiş kadınların %43’ü, lisans ve/veya lisansüstü eğitime sahip kadınların ise %21’i hayatlarının bir döneminde fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Bizler geçmişimizde yaşadığımız taciz ve istismar deneyimlerinin içerisinden geçmiş kadınlarız. Kendimiz ya da en yakınımızdaki kız kardeşlerimizden birinin mutlaka bir taciz/istismar öyküsü var. Veriler de aynen bunu gösteriyor. Bunun güncel verisini dahi edinmekten kaçınıyor olmak ise hepimizi öfkelendiriyor.
Biri bizi denetliyor!
Fiziksel ve cinsel şiddet dışında duygusal şiddet ve ekonomik şiddetin de çok yaygın bir örüntü olduğu görülüyor. Türkiye genelinde, evlenmiş kadınların yüzde 44’ünün, duygusal şiddet/istismar biçimlerinden en az birine hayatlarının herhangi bir döneminde maruz kalmış. Duygusal/psikolojik şiddetin en yaygın olduğu bölge ise Batı Anadolu. Batı Anadolu’da kadınların %54,3’ü duygusal şiddete maruz kalmış. Duygusal/ psikolojik şiddetin bir boyutu da, kadınları kontrol edici davranışlar. Bu davranışların yaygınlığı ürkütücü boyutlarda. Dahası bunun şiddet olarak algılanmaması, sevginin göstergesi olarak kabul edilmesi ise başlı başına bir sorun. Kadınların en fazla maruz kaldıkları üç kontrol/denetleme biçimlerine baktığımızda ise şunları görüyoruz: kadınların her zaman nerede olduklarının bilinmesi isteği %54 ile 74 arasında; kadının başka erkeklerle konuşmasına kızma %37 ile 60 arasında ve kadının kıyafetlerine karışma ise yüzde %30 ile 43 arasında değişiyor. Ekonomik şiddet ise en az görünen şiddet türlerinden biri. Kadının çalışmasına izin vermeme, gelirine el koyma, kazandığı parayı, işini kariyerini küçümseme, işten ayrılmasına sebep olma, evin ihtiyaçları için para vermeme gibi pek çok türü var. Ne yazık ki bunların hiçbirine ilişkin Türkiye çapında güncel verilere erişemiyoruz.
Dijital şiddet
Ayrıca dijital şiddet, siber zorbalık, flört şiddeti ve ısrarlı takibin günümüz teknolojik gelişmeleri ile kazandığı yeni formlar yaygınlaşıyor. Okullarda, ebeveyn atölyelerinde bu bilgilerin dolaşıma sokulması, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin anaakımlaştırılması gerekiyor. UNFPA’in 2021 yılında Türkiye’de gerçekleştirdiği dijital şiddet araştırmasına göre, 15-17 yaş arası her beş gençten biri, 18- 32 yaş arası her üç gençten biri dijital şiddete uğradığını belirtiyor. Kadınların %51’i dijital ortamlarda yazılı, sesli veya görüntülü taciz mesajları alıyor, % 46’sı ısrarlı takibe uğruyor. Erkekler daha çok siyasi görüşleri kadınlar fiziksel görüntüleri ya da cinsiyetlerinden dolayı dijital şiddete uğruyor. Dijital şiddet her geçen gün yeni biçimler de alarak yaygınlaşıyor. Israrlı takip, siber taciz, birinin sanal ortamda kişisel bilgilerine erişme ve yayınlama (doxing), çevrimiçi nefret söylemi, intikam pornosu, gizlilik ihlali, çevrimiçi tehditler, etek altı görüntü çekme (upskirting), kimlik hırsızlığı gibi kategoriler dijital şiddet başlığı altında sıralanıyor. Bu kategoriler, ortaya çıkan yeni dijital şiddet biçimleriyle genişliyor. Örneğin yapay zeka tarafından yaratılan sahte porno videoları (deepfake porn) yeni bir kategori. Oysa biliyoruz ki dijital şiddet başta genç kız ve kadınlar olmak üzere her yaştan ve konumdan kadınların hayatlarını derinden etkileyen bir toplumsal sorun.
“Kirpiğiniz yere düşmesin!”
Birkaç gün önce İtalya’da üniversite öğrencisi 22 yaşındaki Giulia Cecchet’in eski sevgilisi tarafından öldürülmesi büyük bir öfke yarattı. Giulia’nın ablası Elena, hem sosyal medya üzerinden hem de verdiği röportajlarda kız kardeşinin öldürülmesini toksik erkek davranışlarının normalleştirilmesiyle ilişkilendirdi ve kadın cinayetleri işleyenleri ataerkilliğin ve tecavüz kültürünün “çocukları” olarak nitelendirdi. Hükümetin okullarda kız kardeşi için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması talebine karşı çıkarak, bunun yerine yaygın cinsel ve duygusal eğitim ve şiddet karşıtı merkezlerin finanse edilmesi çağrısında bulundu. Elena’nın kadınlara yönelik şiddet ile mücadelede erkeklere çağrısı ise şu oldu: “Kendilerine bu kadar ayrıcalık tanıyan toplumsal kabulleri parçalamak için hiçbir şey yapmayan hiçbir erkek iyi değildir.” Hafta başında İtalyan parlamentosu, iki meclisin oybirliğiyle verdiği desteğin ardından kadına yönelik şiddeti engellemeye yönelik yeni tedbirler aldı. Alınan tedbirler arasında okullarda cinsiyetçilik, maçoluk ve kadınlara yönelik psikolojik ve fiziksel şiddeti ele alan bir kampanya da yer alıyor. İtalya’da kadınlar 25 Kasım’da farklı şehirlerde sokaklara döküldü. Ev anahtarları, kadınların sokakta güvenle yürüme isteklerinin sembolü olarak kullanıldı. Türkiye’de 25 Kasım’da kadınlar sokaklardaydı. Alenen kadın düşmanı partinin mecliste olduğu, meydanların kadınlara kapatıldığı, Anadolu’nun hemen her yerine yayılan 25 Kasım Kadın yürüyüşlerine katılanların gözaltına alındığı, Cumhurbaşkanının 25 Kasım mesajında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmakla övündüğü bir Türkiye’de acımız da öfkemiz de tarifsiz. Dünyanın her yerinde kelebekler olarak, başta kız çocukları ve kadınlar olmak üzere dünyayı herkes için şiddetsiz, güvenli ve özgür bir yer haline getirmek için kirli güçlere ve erkek şiddetine kanat çırpıyoruz.