Dergimizin bir önceki sayısında yayımlanan “KORK ve…” başlıklı yazımda malum olmuşçasına şöyle yazmıştım:
“Samimi, içten, dürüst, yalandan uzak duran, firavunlaşmayan, kolektif akla hürmet eden ve vakti geldiğinde tek başına da olsa haramilerin karşısına çıkabilecek bir önderlik… Cevapsız kalmaya mahkum, anlam ifade etmeyen soruları sorup durmayı bırakacak, “Parlamenter Demokrasimizi geri alacağız, göreceksiniz” diye haykırabilecek ve yürüyüşü başlatabilecek kurumsal bir cesaret, liderlik…”
Evet dostlar; o yürüyüş başlatıldı ve kurumsal bir cesaretle beraber samimiyetle sürdürüldüğü için de çok farklı siyasi çevrelerden çok ama çok anlamlı destekler aldı. Referandumda “hayır” diyen kişi ve kurumların çok büyük bir bölümü sonuna kadar bu yürüyüşe yoldaşlık yaptılar.
Şahsım adına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na teşekkür etmeyi, endişeli bir yurttaş ve bir baba olarak borç bilirim. Sağolsun…
Şimdi önümüze bakma zamanı…
Değerli gazeteci, yazar Orhan BURSALI Haziran ayının 5’inde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan “Günlük politik söylemin boşluğu ve hiçliği üzerine” başlıklı yazısında geleceğin nasıl şekillendirilebileceği üzerine çok somut bir öneriyi dile getirdi:
“Günümüzün siyasal gündemiyle bağımızı tamamen kopararak, bugünkü siyasal söylem ve düşünceyle tam bir kopuş yaşayarak, geleceğin nasıl ve hangi temeller üzerine inşa edileceğini tartışmamız gerektiği” saptaması bence de çıkış yolumuz.
Bu gerici ideolojiden geriye en ufak izin kalmayacağı bir Yeni Türkiye’yi kurgulamak ve inşa etmek…
Onlarca yıldır yaşamımızı kabusa çeviren, kökü milliyetçi cephe hükümetlerine kadar uzanan Türk-İslam sentezi adlı ideolojinin oluşturduğu gündemi “yok” saymak… Her ne kadar canımızı, ruhumuzu acıtsa da, hayatımızın tüm güzelliklerine hoyratça saldırmaya devam etse de “yok” saymak.
Ezber bozarak pek de bir kıymeti harbiyesi olmayan varlıklarını iyice anlamsızlaştırarak yapılan da bu.
“Söyle bana ayna, benden güzel kim var bu dünyada?” sorusuna aynanın sonsuz bir sessizliğe bürünerek cevap vermeyişi gibi bir şey bu… Kayıtsız bir tavırla hiçleştirici…
Beslendiği kaynağın kuruması, elinde avucunda olanın tükenmesi gibi bir şey…
Artık muhatap alınmayacağının ilamı…
Biz, bize dayatılan bu baskıcı dünya görüşünü kaale almadıkça, kendi özgür, eşitlikçi yaşam tarzımızı olabildiğince yaşamaya devam ettikçe ve yarınları bizlerin inşa edeceğine “biz” inandıkça, yarınlarımız için proje, program ürettikçe sahip olduğu anlayış iyice anlamsızlaşacak…
İşte 25 gün süren “adalet” yürüyüşü bunun miladı…
Bizi korkuttukça, bilmeden, hiç istemediği bir şeye sebep oldu. İçimize saldığı korku ile bugünün cesaret tohumlarını ekti. İnsanoğlunun,korkunun karşısında aklını ve cesaretini kullanmayı yüzbinlerce yıl önce öğrendiğini ve evrimsel olarak geliştirdiğini bilemedi…
Evrimin ve diyalektik materyalizmin her şeye rağmen esası belirlediğini kabullenemeyenlerin sonu, Rönesans öncesi skolastik Ortaçağ düşüncesini savunanlara benzeyecek. Tarihin çöplüğünde yok olup gidecekler. 1923 Devrimi ile güçlenmeye başlayan seküler-bilimsel uyanış, köklerini daha da sağlam temellere atarak ilerleyecek.
Adaleti arayan, hakkının savunulmasını isteyen her bireyin; erkeğin, kadının, gencin, yaşlının, emekçinin, esnafın, iş adamının, iş kadınının katkılarıyla geleceği inşa edeceğiz.
Kendi küçük çıkarları, bencillikleri söz konusu olduğunda, ister emekçi olsun ister işveren, ister zengin olsun ister fakir, lumpenleşerek toplumsal bir asalak haline dönüşen güruhun onu sahiplenmesine pek de önem atfetmeyeceğiz. Aklı ve bilimi kullanmayanların birer teferruat olduğunu bilerek Evrimin “doğal seleksiyon” yasasına saygı duymaya devam edeceğiz.
Laik-demokrat bir parlamenter sistem yolunda başlayan bu “yürüyüş” durmasın.
Haziran’ın arkasına Temmuz’u da katarak büyüyoruz…
Cesaretle…
*A. Babür Atila
SODEV Başkanı
batila@superonline.com