E. Feridun YALVAÇ – Laiklik Türkiye’de Neden Olmazsa Olmazdır

Dr. E. Feridun YALVAÇ

Tarih boyunca insan toplulukları sürekli hareket etmişler ve sürekli değişmişlerdir. Amaç her zaman aynıdır; daha iyi yaşam koşullarına ulaşmak, daha fazla refah ve daha fazla özgürlük elde etmek. Bütün kültürler çok çeşitli etkilerle oluştukları gibi, giderek gelişir ve değişirler. Dünya değişirken değişememek toplumlar için önemli bir kusurdur.

Osmanlı Devleti’nin sorunu, 1500’lerde dünya değişmeye başlamışken, bu değişmeyi çok geç anlamasıdır. Buna rağmen, dış dünyaya açık olan Osmanlı Türk toplumunun bağrından Cumhuriyet Türkiye’si çıkmıştır. Cumhuriyetin ana ideolojisi olan çağdaşlaşma Türk toplumunun hayatını yeni bir mecraya sokmuştur, artık dünya kulvarında koşulacaktır. Bu değişme ve kendini yenileme arzusunda batıdan etkilenme tabii ki vardır; ancak hedef batılılaşmak değil, geleceğin modern ulus devletinin yaratılmasıdır. Osmanlı Devleti’nin son yüzyılındaki idari ve askeri yapıda, eğitimde ve hukukta modernleşme hareketleri, Cumhuriyetin getirdiği yeniliklerin Türk tarihinin gelişimi ile uyumlu olduğunu ortaya koymaktadır.

Sekülerizm, Avrupa’da özellikle 1500’lerden itibaren, dünyanın yorumlanmasında ve kişilerin yaşamında dini merkeze koyan anlayışa karşı alternatif olarak gelişmeye başlamıştır. Bu anlayış, din ve devlet işlerinin ayrılmasından daha geniş olarak, toplum hayatının dini kural ve ideallere göre değil, insanların dünyadaki somut yaşamlarına ve beklentilerine göre düzenlenmesini ifade etmektedir. İleride demokratik düşüncenin gelişmesine kaynaklık edecek olan, sosyal ve kültürel çeşitliliğe dayalı bu anlayışın ortaya çıkması, 1500’lerden itibaren hız kazanan coğrafi keşiferin, teknoloji ve bilimin gelişmesinin kaçınılmaz bir sonucudur. Dünya artık eski kapalı dünya değildir; gelişmekte, yeni düşüncelere ve yeni coğrafyalara açılmaktadır. Toplumlara yekpare bir kütle gibi aynı şekilde düşünmeyi ve aynı biçimde yaşamayı öneren dine dayalı yönetim anlayışı yalnız uygulamada değil, model olarak zihinlerde de yerini farklılığa ve çeşitliliğe bırakmıştır. Çağa uyum sağlayamayan toplumlar ister istemez ileri gidenlere göre geri kalacaklar ve belki de onlara tabi olacaklardır.

Türkiye’de laiklik, baştan beri sekülerizm yani çağdaşlaşma anlamında anlaşılmış ve o şekilde hayata geçmiştir. Cumhuriyetin amacı, yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılması ile sınırlı olmayıp, bunun ötesinde Türk toplumunun modern bir ulus devlete dönüştürülmesidir.  Türkiye’de çağdaşlaşmanın nasıl tabii ve nasıl geri çevrilemez olduğunun en somut örneği, dil ve yazı devrimidir. Bu devrim, Türkçenin düşünce ve kültür dili olarak zenginleşmesini sağlamış ve 20’nci yüzyılın modern ulus devletinin başarılmasının belki de en önemli unsuru olmuştur.

Başta Türk dilleri ve lehçeleri olmak üzere çok sayıda dil bilen Alman asıllı Rus Türkolog Radloff, 1866 yılında yayınladığı eserinde, “Türkçe konuşan kavimlerin büyük bir kısmı İslamiyeti kabul ettikten sonra diğer milletlerin ve özellikle din kardeşi olan Arap ve Farsların etkisi altında kalmışlardır. Onlar, yalnız dillerine uymayan Arap yazısını almakla kalmamış, yazı dillerinden binlerce kelimeyi de alarak öyle bir yazı dili meydana getirmişlerdir ki, bu üzerinde rengârenk her türlü yama bulunan bir elbiseye benzetilebilir. Bu yazı dili, doğal olarak Türk halkı için anlaşılamayan bir halkadan ibaret olup, halkın kültür seviyesini yükseltmek yerine, halk kültürünün taze yeşilliği ile beslenemediği için kendi kendini köreltmekteydi” diyor.(*)

Türkiye, çağdaşlaşma yoluna tarihi gelişmesinin tabii sonucu olarak girmiştir. Laik bir toplum yaşamı çağdaşlaşmanın bir parçası, hatta ta kendisidir. Sekülerlik, nasıl Avrupa için bir seçim değil, doğal gelişiminin bir sonucu ise Türkiye için de bu böyledir. Eskiye dönmek, eskinin kahramanlıkları ile övünerek toplumun ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamak mümkün değildir. Çeşitliliğe, düşünce ve inanç özgürlüğüne izin vermeyen laiklik karşıtı politikaların ülkeyi, Cumhuriyetin ulaşmak istediği çağdaş ve demokratik toplum anlayışından uzaklaştırması ve kendi içinde kavgalı, değer yargıları tartışmalı ve gelecek idealinden yoksun bir hale sokması kaçınılmazdır. Bireylerin içinde yaşadıkları ortam, bir anlamda toplumun ruhu ve ortak gıdasıdır -ve farkında olsunlar veya olmasınlar- bu ortam onların hem günlük yaşantılarını hem de gelecek kararlarını etkilemektedir. Özgürlük öyle kıymetli bir şeydir ki,  bireylerin farklı alanlardaki enerjilerini ve yaratıcılıklarını ortaya çıkarır ve nihayetinde toplumun her bakımdan zenginleşmesini sağlar. Cumhuriyetle birlikte büyük bir hız kazanmış olan çağdaşlaşma süreci doğrultusunda daha ileri adımlar atılması, Türkiye’nin geleceğe güvenle bakan, özgür ve sağlıklı bir toplum olmasının olmazsa olmaz şartıdır.

 

(*) Oya Akdeniz, https://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%c20TURK%20DILI/akdeniz.pdf