“İşte, durdurulmuş ve
buruşturulmuş bir şey bu
yaşadıklarımız!
Güneş bulutların arasından
sıyrılır gibi –
iliklere işleyen yağmur
altında gibi –
işte, gibi bir şey bu
unutulan ne varsa hayatımız”*
Unutulan hayatların ülkesi burası. Şiirlerde ve şarkılarda yaşayan adamların ışığı bulutların arasından sıyrılır gibiyken güneşi görüp umutlandığımız, adalet ve hafıza devlet tarafından buruşturulup kara kuyuya atıldığında kuruduğumuz yerdeyiz. Ve olanca unutulmuşluğu sırtında taşıyan, silahları kardeşlik, mizah ve şiirlerden oluşan bir avuç direnenden korkan, hiddetinden doyumsuz bir nefret üreten tiranın elinde yeni bir yılı göğüslüyoruz. Hoşgeldin 2015. Faili meçhuller ülkesi burası. Işığı öldüren, aklı yok eden içgüdünün imparatorluğu.
Her yeni yıl adaletsiz bırakılmış cinayetlerin acısıyla akan gözyaşları kadar ıslak ve soğuk, öldürülmüşlerin umutları ve direnenlerin ışığı gibi parlak ve sıcak. Herkes kendi yılını seçecek yine. Susmak ya da unutmamak arasında tercih yapacak. İkincisi hep daha zor. Değil mi ki tiran Gezi ile başlayan isyanın intikamı için yeni yasalar koydu! Seslenmenin de bedeli var. Çin takvimine göre at yılı mı, keçi yılı mı diyeduralım, hayatı kişisel gelişim kitaplarında çözmeye çalışıp yaşam koçlarına danışanların, paralarını ayakkabı kutularında depolayanların Türkiye’sinde ezilenler yılını geride bıraktık. 2014, onlarca faili meçhul aydınımızın aydınlatılmamış cinayetleri, binlerce kayıp insanımızın bulunmamış kemikleri için atılmayan adımların sonuncu olmayan yılıydı. Yeni acılar yaşanmasın diye seslendiğimiz, ama tazecik bedenlerin daha bir önceki yıl listemize eklendiği gerçeğiyle yaşatmaya çalıştığımız Berkin’imizin bu dünyadan bir yıldız gibi büyük bir ışıltıyla kayıp gittiği yıl olarak tarihe geçti. Büyük bir acıyla iliklere işleyen yağmur altında gibi, onu uğurlamaya gelen milyonların yarattığı hüzünlü aydınlıkla bulutların arasından sıyrılan güneş gibi bir yıl daha geride kaldı.
“onu vurdular,
gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş
gidiyordu
zambak dur, sana da bulaştı kan.”**
Berkin gitti. Tüy gibi hafifti ak zambağın yaprağında. Bakakaldık arkasından. Bizler, yüreğinde derin bir hasretle yaşayanlar, onu da koyduk sevdiklerimizin yanıbaşına.
Türkiye, geçmişinde taşıdığı kalabalık utanç listesine, 2015’e girerken 50 faili mechul cinayet, 11 nefret cinayeti ve linç, 5 gözaltında cinayet, kolluk güçlerinin toplantı ve gösteri müdahalesiyle 21, dur ihtarına uymadığı gerekçesi veya rastgele ateş sonucu 39 cinayet, 1723 işçi cinayeti, 294 erkek şiddeti sonucu kadın cinayeti, 40 cezaevinde şüpheli ölüm ve 35 zorunlu askerlik sırasında şüpheli ölüm ekledi.
“Yüreğime benzin döküp kibrit çakan;
Ey usta kundakçım
iz bırakmayan!”***
Devlet eliyle işlenen cinayetlerde öldürülen aydınlarımız bu topluma düşünmeyi, sorgulamayı ve razı olmamayı, yani düzene karşı bir alternatif düşünceyi sunuyordu. Susturulmalıydılar. Devlet onları itinayla susturdu. Devletin devamlılığını sağlayan iktidarlar ise hiç yanıltmadılar. Yok ettikleri düşünce kadar onurlu olmayı değil, daima kendi çıkarı için iz bırakmamayı seçen piyonlar olmayı tercih ettiler. Yılmadan adaletin peşinde koşan bizler 2009 yılında bir etkinlikte buluştuk ilk kez. Hiç birimiz babalarımızın kahraman olmasını istememiştik. Oysa onlar kahramanca yaşadıkları için yok edilmişlerdi. “Benim babam bir kahramandı” babalar günü buluşmasında, 2 Nisan 1948 yılında öldürülen Sabahattin Ali’den 19 Ocak 2007’de öldürülen Hrant Dink’e kadar tamamı faili meçhul bırakılmış cinayetlerle susturulan aydınlarımızın evlatları yanyanaydık. Ortak yönlerimiz çoktu. İlkeli adamların çocukları olmak, nefret duygusuna sahip olmamak, öfkesine yenilmemeyi başarmak, kararlı ve dirençli olmak gibi erdem ortaklıklarından söz etmiyorum. Kimimizin onyıllardır açık davalarında geçen kilit isimler bir diğerimizin dava dosyasında karşımıza geliyordu örneğin. Dava dosyalarımızın kayıp(!) olması; soruşturma süreçlerinde aldığımız yanıtlar; yüzlerimize kapanan kapılar; sürgün edilmeler; işsiz bırakılmalar; mahkemelerde tartaklanmalar; itilip kakılmalar; tetikçilerden, maşalardan başka yargı önüne taşınmayan sorumlular; ödüllendirilen, terfi ettirilen, devlet kademelerinde yüksek mevkilere yerleştirilenler; torba yasalarla salıverilen suçlular ve evrensel insan haklarına göre işletilemeyen tüm uygulamaların yüzümüze baka baka işletilmesi ve “Zaman Aşımı” ortaklıklarımızdı.
“Yıllardır herkesin
bu garip ülkede
Sanki kadermiş gibi çektiği;
Yanlış iliklenmiş gömlekte
Bir düğmeyle iliğin
gülünç çaresizliği.”***
Abdi İpekçi, Kemal Türkler davalarının zaman aşımına uğratılması, Bahçelievler Katliamı sanıklarının torba yasa ile serbest bırakılması gibi insanlığa karşı işlenen suçlara karşı akıl almaz uygulamaların yaşandığı yaralı ülkemiz, 2015’e insanlık suçlarında zaman aşımını “hayırlı” bulan, suçu sabit hükümlülerden “mağdur” diye bahseden bir başbakanımsı ile girdi. Her hitabının başına bir ‘eyyy!’ konduran bu nefret mekanizması Berkin Elvan’ın anasını meydanlarda yuhalatırken bir yandan da barış ve adalet dağıtmaya soyunuyor. Gezi Direnişi’nde “tarih yazan” tetikçilerinin öldürdüğü çocukları, Roboski’de kıyılan canları, Soma ve Ermenek madenlerinde paraya kurban ettiği işçileri yok sayarak -onların adaletinin peşine düşeceğine- bilinçli olarak tarihin en gerisinden başlıyor adalet çığırtkanlığına. Deniz Feneri, Sivas Katliamı gibi okların doğrudan kendisine döndüğü davaları “hayırlısıyla” isteğine göre devşirecek yasaları düzenletip adalet peşine düşenleri savurup atıverirken katliamları siyasi malzeme yaparak yarıştırıyor. Sivas Katliamı diyen olursa “ama Başbağlar” diyor. CHP Roboski raporu ile hesap sorarsa “Dersim” diye kükrüyor. Gelin görün ki, devletin devamlılığı ilkesine bağlı olarak geçmişten günümüze tüm faili meçhul cinayet ve katliamların adaletinden mesul iktidarın en tepesinde, o iktidarın tüm olanaklarını dilediği gibi kullanırken, Dersim için de Başbağlar için de bir somut adım dahi atmıyor.
Toplumsal Bellek Platformu aileleri, tek tek kendi davaları çözümlensin diye değil bu ülke kendilerinin yaşadığı acıları artık yaşamasın diye taleplerde bulunuyor. İki yıl arayla iki kez tüm partilere eşit mesafede durarak Meclis’e yaptığımız ziyaretlerde, “kim incinirse incinsin gerçekler açığa çıksın” diyerek – elbette Dersim Katliamı da dahil olmak üzere – bu ülkede yaşanmış tüm faili meçhul cinayetlerin özel yetkilendirilmiş komisyonlarla araştırılması ve insanlık suçlarında zaman aşımı ve devlet sırrı uygulamalarının kaldırılması taleplerimizi bizi kabul eden(!) parti grup başkan vekillerine iletmiştik. 2. ziyaretimizde bizi kabul etmeyen AKP, ilk ziyaretimizde sözler verdiği halde geçen süre zarfında başkanımsısının siyasi şovları dışında hiçbir adım atmamıştır.
Taleplerimiz önerge ve kanun teklifleri olarak tam 22 kez CHP ve BDP/HDP tarafından meclise sunulduğunda ise bizi hiç kabul etmeyen MHP’nin dahi desteğini almış, ancak yine 22 kez “salt” AKP oylarıyla reddedilmiştir. AKP ve RTE Dersim’in adaleti için işte bu kadar samimidir. Alevi – Sünni ayrımı yaparak sözde sahip çıktığı Başbağlar Katliamı için de keza bir adım atmamıştır.
Türkiye 2015’e Sivas Katliamı, Başbağlar Katliamı, 1994’te öldürülen Yusuf Ekinci cinayeti davalarının zaman aşımı, 20 Eylül 1992’de öldürülen Musa Anter davasının bunca yıl ifadesini bile almadığı itirafçı sanık üzerinden Jitem davasına birleştirilmesi, Roboski’nin adaletsizliği ve suçluları koruma altında sürdürülen Gezi Direnişi’nde öldürülen çocuklarımızın davaları ile giriyor. Cumartesi Anneleri 510, Roboski’li aileler 157 haftadır adalet için bekliyor.
“Ve çınarlar, ulu çınarlar
Geçmişin debdebesiyle ,
Bazıları hala
dimdik duruyorlar.”***
Yeni yıl o dimdik ayakta duran düşünceleri ile yaşayan aydınların ve isyanıyla umutlarımızı yeşerten direnişçilerin ışığıyla bulutların arasından sıyrılan güneş gibi aydınlık, ağzını her açtığında nefret saçan kalpsizin etrafa saçtığı iliklerimize işleyen kötülük yağmuru altında gibi sırılsıklam geçecek. Hangisini seçerseniz…
*Orhan Alkaya
**Behçet Aysan
***Metin Altıok
*Zeynep Altıok,
CHP PM Üyesi,
z.altiok@gmail.com