“Bir çocuk sularda kaybolan
Bulutu çekiyor düşlerin ağıyla
Eprimiş bir geleceği, gri anları
Karşılıksız soruları çekiyor üst üste”*
“Başka bir dünya mümkün” sloganıyla en güzel isyandı Gezi.
Tüm özgürlüklerin ortadan kalktığı bir ortamda, asla bir araya gelmez denen, hatta yakın zamana kadar kendi içinde kavga eden toplum kesimlerini bir araya getirebilme başarısı (!) sağlamıştı. Distopyaya karşı kendini şiirle, sanatla, sevgiyle ifade eden; sarıp sarmalayan gençlerin, kadınların başını çektiği ütopik bir gerçeklik olarak yaşadık hepimiz o günleri.
Devlete ve düzene koşulsuz bir itaat toplumu yaratmak için ayrımcılıktan, kinden, baskıdan güç alanların tüm dayatmalarına birlikte karşı çıkmayı başaranların, sorgulayanların ütopyası kimilerine göre buharlaştı gitti. “Gezi bir işe yaramadı” algısı tam da iktidarın istediği, umutsuz, bezgin bir toplum yaratmak için yaygınlaştırılmak isteniyor. Oysa üretimi olmayan inşaat sektörünün son köleleri 3. havaalanı işçilerinin en masum taleplerle hareketlenmesi bile iktidarın yerleşik Gezi korkusunu ateşlemeye yetti. Gece yarılarında silahlarla, zırhlarla kapıları kıran o korkudur! Masumların hayalinden bile korkan iktidarın distopyasının kalıcı olmayacağının, olamayacağının habercisi. Hatta ispatı.
Başka bir dünya gerçekten mümkün!
Gezinin yarattığı farkındalık, hayal edilen dünyanın gerçek sahiplerini uyandırmış; talep edilenin ne kadar kolay sağlanabilir temel haklar olduğunun idrakiyle, talepleri ortaklaştıran bir dalgaya dönüşmüştü. İşte o dalga bize mevcut iktidarın karşısında sürdürülebilir ve tutarlı bir itirazı örüyor. 7 Haziran’da %10 luk bir oy kaybı yaşayan, 1 Kasım’da şiddet ve korku ortamında -onca şaibe ve hileyle bile- diktayı ancak %1’lik üstünlükle kalıcı kılan ‘tek adamlık’ sevdalısının son erken seçim yarışında 7 Haziran’ın bile gerisinde bir oy oranının yanı sıra; parlamento çoğunluğunu kaybetmesiyle somutlaşan sürdürülebilir ve kalıcı bir itiraz var önümüzde.
Hayal ettiğimiz özgür, eşit ve adil bir dünya için şüphesiz yeni bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. Değişimi sağlayacak olan öncelikle nefes almak için birilerinin oksijen tüpü getirmesini beklemek değil; en yakın pencereyi açmak! Gezi direnişinin bir anda sihirli bir değnek gibi çözüm sunmayacağı, kurtuluşu getiremeyeceği ama kurtuluşu sağlayacak olan ortaklaşmayı ve dayanışmayı sürdürülebilir ve sonuç alıcı hale getirecek bir köşe taşı olduğunu anlayarak ve her birimizin yapabileceği bir şeyler olduğunu bilerek adım atmakla başlayabiliriz. Örneğin haklarını arayan işçilerin taleplerini alabilmelerini sağlayacak bir dayanışmanın bağımsız ve tekil parçası olabiliriz, olmalıyız. Hiç üzerine vazife olmadığı halde tahta kuruları ile yatmaya devam etmedikleri için onları üstten bir dille aşağılayan medya maymunlarının kuş tüyü yastıklarından yayılan kibirli ve ahlaksız seslerini boğmakla başlayabiliriz. Değiştirmek için mevcut koşullar ne kadar zorlayıcı olursa olsun küsmemek, seçimlerde mutlaka demokratik söz hakkımızı kullanmak, yani oy vermekle tutum alabiliriz. Haklı itirazları, eleştirileri olan aldatılmış hissederek oy vermeye gitmek istemeyenlere bunun doğuracağı sonuçları anlatarak değişimi tetikleyebiliriz. Örnekler de yapılabilecekler de çoğaltılabilir.
Yaşamı ve direnci sürdürmek
Sonraki adım bu bireysel bilinç ve dayanışmanın bir adım daha öteye taşınması olmalıdır. “Ortak akıl”, “birlik ve beraberlik”, “bir arada yaşama kültürü” bunlar son zamanda en çok da dayatmacı ve baskıcı erkin dilinden düşmeyen çokça kullanılarak anlamından, bağlamından kopartılan sözler değil mi? Bir arada yaşamanın ön koşulu herkesin birbirini farkları ile kabul etmesi ve özgürlüklerin hukuk devleti güvencesi altında olmasıdır. Oysa başkalarının hayatına müdahale özgürlüğünde sınır tanımayan tek adamın yargı ve kararlarına emanet yeni düzen, gücünü alabildiğine ötekileştirmektenden alıyor. Kendi değerlerine aykırı hemen herkesi önceleri yaftalarla ve nefret diliyle dışlayan bu anlayış, sonraları hedef göstererek ayrışmayı normalleştirmiş ve şimdilerde ise hemen her itiraz edeni teröristlikle itham ederek cezalandırıyor, ihraç ediyor, hapsediyor, mahkûm ediyor.
İşte tam da bu noktada en önce gerçek bir demokrasi için bireysel tutumları bir adım öteye geçirerek örgütlü dayanışma kültürüne sahip çıkılması gerekli. İktidarın, önemini çok iyi görerek sesini kısmak istediği sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını yaşatmak, sonuç alıcı adımlar için birlikte başlatılan ortak itirazı taşıyacak ortak mücadeleyi güçlendirmek gerek. Gezi direnişinin kendiliğinden sağlayamayacağı değişim ve dönüşümü sağlama yolunda yerleşik, kalıcı ve kararlı bu dayanışma kanalları, her şeyden önce bugün saklı ve erişilmez olan gerçeğin ve bilginin yayılmasını sağlayacak örgütlü ve yaygın bir ağa sahipler. Yaşamı ve direnci sürdürülebilir kılacak ara çözümler, yokluk halinde paylaşarak ayakta kalmayı sağlayacak somut pratikler geliştirebilirler. Bu anlamda yerel üretici kooperatiflerinden, kent konseylerine, sendikalara, dernek ve vakıflara kadar geniş alanlarda sorumluluk ve görev almak tünelin ucuna erişmek için hiç azımsanmaması gereken bir başlangıçtır. En hafifinden yalnızlaşmamak demektir ve bu sanıldığından daha etkili bir güçlenmedir.
Yerel alan ve sivil alan
Ülkenin üstüne her anlamda çökmüş baskıcı ve gerici iktidarın elimizden aldıklarını bize verebilecek olan önemli diğer bir kanal da yerel yönetimler. Mevcut sorunların yakıcı sonuçlarını en aza indirecek çözümler üreterek, mağdur edilen her kesimden insana farklı alanlardan değebilecek ve erişebilecek olan yerel yönetimlerin en önemli görevlerinden biri de işte o meşhur “bir arada yaşama” kültürünü bir deneyim olarak sunmak ve uyuşturulan toplumun eğitime, bilgiye, üretime kavuşması için kendiliğinden dönüşüm aracı olmaktır. Bu bağlamda yerel yönetimlerin sivil topluma kulak vererek ve iletişimde kalarak birlikte çalıştığı bir koşul bizi özlediğimiz “başka dünyaya” kavuşturacaktır.
Önümüzde bizi bekleyen yerel seçimlere tam da bu noktadan bakmalıyız. Gezi direnişinden bu yana mevcut koşulların daha doğrusu engellerin belirleyiciliği altında farklı şekillerde sürdürülen ortak itirazın somut bir değişim için sonuç alabileceği önemli ve yeni bir aşama var karşımızda. Ana muhalefet başta olmak üzere siyasi partilerin bu seçimin önemini kavrayarak, olamayacakları tanımlayıp umut kıran ve yasakları meşrulaştıran iktidarın karşısına bu kez kendi rutinlerini kırarak, öğretilmiş çaresizliği yenecek bir farkındalık yaratarak dikilmesi gerekli. Seçmene “sandık güvenliği için her önlemi aldık” demenin ötesinde bir birliktelik duygusunu hissettirmek için mevcut başarı öykülerini görünür kılmak çok önemli bir adım. Kimi zaman yaşamın içinde “doğal” ve yerinde hissedilen ancak günümüz koşullarında bir ayrıcalığa dönüşen hizmetleri ve memnuniyet sebeplerini sahiplenmek, görev olarak yerine getirileni göze sokmak değil de; haklı gururunu paylaşmak, farkı yaratacak olan adımlardan biri. Kimi ayrıcalıkların başka yerlerde yokluğunu ve yakında yok olabileceğini düşündürmek. Koruyucu ve geliştirici olabilmek için çalışmak. Sağlanabilmiş çözümleri “başka bir Türkiye için” yaygınlaştırabilecek gücü hissettirmek, güven vermek gerekli. Yurttaş mutluluk endeksinin en yüksek olduğu yerlerin nedenleri de içeren sunumu bile tek başına bir seçim kampanyasıdır. Kırsal kalkınmada, kentleşmede, kültür ve sanat alanlarında doğru uygulamalar ortaya koyan sosyal demokrat belediyeler bize bu imkanı fazlasıyla tanıyor. Eskişehir dünyanın en güvenli 25 kent içinde 10. sırada, İzmir kırsal kalkınma modeli BM tarafından örnek seçildi, Seferihisar yerel değerleri ve çağdaş yaşamı ile Cittaslow ünvanına sahip bir dünya markası oldu, Bu belediyeler yerelde mutlu bir yaşam, huzur, refah ve kalkınma sunuyor.
Seçmen cephesinden bakarsak; birey olarak gücünü fark ederek benimseyen, önce başkalarıyla yani kalabalıklarla ve sivil toplum / demokrasi güçleriyle çoğaltarak, değişimi en başta İstanbul ve Ankara’dan başlatmak için oyunun parçası olduğunu bilip hissederek eyleme geçen bir seçmen değişimin ve geleceğin sahibi olacak.
Bunlar şöyle bir akıl toplayıp alt alta dizdiğimizde hepimizin bildiği genel doğrular. Burada fark yaratacak olan süreci yorumlarken önümüze sürülen yavan umutsuzluk yemeğinden yemek yerine, komşumuzun pişirdiği yerel lezzetleri paylaşmak ve tadı damakta kalan zenginliğin yayılması için köprü olabilmek. Birilerinden beklemek yerine birileri için en çok da kendimiz için birey olarak bütünün parçası olarak birlikte direnerek sonuç almak.
Birlikte başarabiliriz, başaracağız!
“Celladım diyor sevgili celladım
Bekle beni biraz cesaret
Bak nasıl koşuyorum peşinden
Uçurumları atlayarak”
*Ahmet Telli/ Ütopya
*Zeynep ALTIOK AKATLI
25. ve 26. dönem İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com