Git oldu can, sürgün geldi dayandı
Sürgün yine geldi dayandı
Kitapları topladım, çocukları giydirdim
Hadi de doğrulalım Dranazın karınaBiz nereye düşeriz, halk fakir fıkara
Her bahar, her yaz gurbette
Sılaya dönmesi olur velakin
Ne sılamız belli, ne gurbetim…[1]
…
Ve kadındır yine acı hikayelerin hem tanığı, öldürülse de sanığı…
Adı Anadolu’dur bu toprakların, doğaya, toprağa kadın ismi verir, devleti ise erkek görür…
Ne de olsa devlet daima haklıdır!
Çünkü erkektir…
Geçtiğimiz günlerde Meclis Başkanı İsmail Kahraman bir yemekte yeni parti kurma hazırlığı içerisinde olan Meral Akşener’e ‘Şu Meral Kılıçdaroğlu mu?’ dediği için Akşener tarafından ağır bir dille eleştirildi.
Her ne kadar kamuoyu konuyu bir ‘paparazzi’ malzemesi gibi algılayarak sıradan bir haber olarak görse de bu dili kadınlar yıllardır iyi tanıyor.
Erkek egemen devlet dili…
Kadını aşağılayan, yok sayan, ötekileştiren, metalaştıran ve ikinci sınıf insan olarak değerlendiren devletin eril dili…
Yabancısı değilim bu dilin bir kadın olarak. AKP anlayışı ve temsilcileri siyasi eleştiri yönelteceği bir kadına “Bir kadın olarak sus” diyebiliyor ya da çok ağır iftiralarda da bulunabiliyor.
Örneğin daha önce de Meral Akşener kendisine yönelik çirkin iftiralar karşısında annelik, babaannelik kimliğini kullanarak kendini savunmak zorunda kalmış, Kuran’dan bir ayetle üzerine atılan iftiraya yanıt vermişti. Aslında bu bile kadına biçilen bazı rollerin yine ‘erkek tarafından belirlenen’ gerici alan içerisinde kaldığını gösteriyor.
Bu dili hepimiz çok iyi tanıyoruz aslında. Bu dilin sonucunu da her gün okuyor, izliyor, görmezden gelinişine şahit oluyoruz. Ama en çok sıradanlaştırılarak meşrulaştırıldığına tanıklık ediyoruz.
Nerede mi? Her yerde…
“17 yaşındaki M.Y. imam nikahlı olduğu 25 yaşındaki M.Ö. tarafından dövüldü. Polis genç kızı imam nikahlı eşinden alarak ailesine verdi. Töre gereği kocasına ‘iade edilen’ M.Ö. tarafından eşarbıyla boğularak öldürüldü.”
“Afyonkarahisar’ın Dinar İlçesi’ne bağlı Alpaslan Köyü’nde 19 yaşındaki N.G., evinden sürüklenerek kaçırıldı, tecavüze edilmek istendi ve sopayla dövülerek öldürüldü.”
“Yargıtay tetkik hakimi iken 2 çocuk annesi karısı H.M.’yi dövdüğü iddiasıyla hakkında dava açıldıktan sonra 2007 Temmuz kararnamesiyle Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanan hakim B.S., 6 Mayıs 2009 tarihinde Mersin 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ifadesinde ‘kadınların fitnesi-tuzağı, şeytanın fitnesi-tuzağından daha büyüktür. Kur’an’a göre dövdüm. Beraatımı talep ediyorum’ dedi.”
“Ankara’da emniyet müdürü B.M., evine gelmeyi reddeden İ. P.’yi ünlü bir barda herkesin önünde dövdü.”
“İstanbul Fatih’te ayrı yaşadığı eşinin kendisini aldattığını iddia eden adam, karısını bıçaklayarak öldürdü.”
“Adıyaman’dan kaçarak Antalya’nın Alanya ilçesine gelen S.K., eşi G.K. ile sürekli kavga ettiği için Alanya’ya ablasının yanına geldi. Boşanmak isteyen S.K. eşi tarafından sokak ortasında öldürüldü.“
“Ağrı’nın Diyadin ilçesinde bir kadın, evde şiddet gördüğünü belirterek Ağrı Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü Kadın Sığınma Evine başvurdu. Ancak kocası yalan söyleyerek kadını sığınma evinden almayı başardı. Ardından kocası ve kocasının kardeşleri tarafından boş bir araziye götürülerek karnından şişlenip burnu ve kulakları kesilerek araziye bırakıldı.“
“Sakarya’nın Sapanca ilçesinde 10 gün önce eşinden boşandığı öğrenilen H.B.’nin, yanında iki polis olduğu halde öldürüldüğü ortaya çıktı. Öldürülen kadının, velayeti babalarında olan üç çocuğunu görmek için iki polis eşliğinde gittiği evin önünde eski kocası tarafından kurşun yağmuruna tutularak öldüğü öğrenildi.”
“Adapazarı’nda A.A., ayrılmak üzere olduğu eşi B.A.’yı “namus” gerekçesiyle öldürdü.”
…
Okumadıysanız da biliyorsunuz değil mi? Hiç yabancısı değiliz.
Ya sonrası?
“Eşini öldürdü ancak takım elbise giydiği için iyi hal indirimi aldı.”
“Sevgilisini yaraladı ‘seviyordum’ dediği için tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.”
“Tecavüz ettiği kadına evlenme teklif ettiği için mahkemece serbest bırakıldı.”
Siz istemeseniz de daima hatırlatılır. Bu dilin ve gerici anlayışın açık sonucudur kadınların yaşadıkları.
AKP Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir: ‘’Cehennemlik olanlar da bana gösterildi, çoğunun kadın olduğunu gördüm.”[2]
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partisinin Ankara İl Kongresi’nde Münevver Karabulut cinayeti ile ilgili: “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya.”[3]
Recep Tayyip Erdoğan ‘kadın örgütleriyle’ yaptığı toplantıda: “Kadın-Erkek eşitliğine inanmıyorum, Kadından anneliği çıkarırsanız geriye kutsal bir şey kalmaz.”[4]
…
Ne kadar da sıradan haberler, açıklamalar… Ve ne kadar ‘tanıdık’ bir anlayış!
Kadını sevmek sıradan, aşık olduğu için öldürmek sıradan, aşağılamak sıradan…
Türkiye’de kravat takan kadın katillerinin ceza indirimi alması kadar olağan!
Kadını aşağılayan, Hor gören, ötekileştiren, alay eden Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklikle problemi ile kadınlarla olan problemi arasında organik bir bağ var. Meral Akşener’in kendini ‘anne, babaanne ve din kimliği’ üzerinden savunması da bir o kadar tanıdık ve olağan değil mi?
Kadınlar…
Cinayet haberleri, cinayeti işleyenlerin gerekçeleri, mahkeme kararları ve iktidarın erkek egemen dili ne kadar da birbirine benziyor ve ne kadar da sıradan bir şekilde çoğalıyor örnekler. Kadına şiddet arttıkça sıradan ve yorumsuz, tepkisiz aktarılan haberler gazetelerin 3. Sayfa haberleri arasında yerini alıyor.
Hal böyleyken, Türkiye AİHM’de, aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle ceza alan ilk ülke oldu.
Kadınlara yönelik şiddete ilişkin devletten neden hiçbir kınama duymayız ama Cumhurbaşkanı’na hakaret edenler sürekli gündemdedir. Hatta mesnetsizce tutuklanır, hedef gösterilir, aşağılanırlar. Gerçek bir hakaret var mıdır o da tartışılır, pardon tartışılamaz!
Cumhurbaşkanı erkek olduğu için mi? Yoksa erkek egemen mezhep ve güce dayalı yapısallık üzerinden “Kadına şiddet abartılıyor” dediği için mi? Yoksa Erdoğan’ın ‘Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı’ diyerek tanımladığı özgürlükler ülkesinde her türlü hak ihlali dönüp dolaşıp “tahrik olma özgürlüğüne” endekslendiği için mi?
Tahrik olmak bir hak; milli ve dini kozlarla tahrik olanlara ise sınırsız özgürlük veriliyor. Elbette Türkiye hiç bu kadar özgür olmadı. İnsan yakmak, kadın dövmek, çocuğa tecavüz etmek, namus cinayeti serbest. Tecavüz ettiği için tutuklananlara evlenme şartıyla tahliye getirecek olan fütursuz yasayı getiren o karanlık AKP zihniyeti değil miydi?
Peki bu tablo içinde kadının yeri nedir?
AKP iktidarında kadının sosyal statüsünde ve topluma katılımında sistemli ve bilinçli bir geriye gidiş söz konusu. AKP, Atatürk’ün Laik Cumhuriyeti’nin kazanımlarına karşı sistemli olarak kadınları sosyal, siyasal ve ekonomik hayattan bilinçli şekilde dışladı.
Kadınlar, son 15 yılda, ataerkil şiddetle baş başa bırakılarak hukuksal güvencelerini hızla yitirdi. Oysaki yirminci yüzyılın başında, şu an demokrasinin beşiği olan Avrupa’da dahi kadının sosyal ve siyasal hayatta yeri yokken, Cumhuriyet Türkiye’si o dönemde kadının hakları konusunda devrim niteliğinde atılımlara imza atmış, kadınların hem siyasal hem soysal hem de ekonomik hayata katılımı için seferber olmuştu. O günden bugüne dinci, milliyetçi, ırkçı, emekçi düşmanı, eril ve hükmeden iktidarın esiri, malı ve siyasi malzemesi olmaktan öte yeri yok kadınların toplumda…
İşte Türkiye’de kadına yönelik şiddet, esas olarak kaynağını bu ruhtan alıyor. Kadın, asla düzenin dışına çıkmamalı. Sokakta devletin, geleneklerin; evde kocasının, babasının; işyerinde patronunun…
Bu yüzden faşizan kitle ruhu ile kadına yönelik şiddet arasında doğrudan bir ilişki var. Bu yüzden Türkiye’de güç kaybetmeyen AKP rejimi ile gerilemeyen şiddet istatistikleri ve hak ihlalleri arasında doğrudan ilişki var.
Şiddet genellikle aile içinde, ama çözüm tüm ülkede…
Kadınlara yönelik şiddetin durması için tüm toplumun bir arada büyük ölçekli adımlar atması gerekiyor. Kadınlarımızı; ekonomik bağımsızlıklarını yakalamaları, eğitime ve sosyal hayata ulaşmaları açısından erkek ile eşit hale getirmek/gelmelerini sağlamak gerekiyor.
Kadınla erkeği yalnızca yasalar önünde ‘eşit’ değil, gerçek yaşam içerisinde de eşit kılmak gerekiyor…
AKP iktidarının dile getirdiği ve özlemini çektiği gerici sistem, kadınlarımızı evin içine hapseden, sosyal ve ekonomik yaşamdan uzak tutan ve kadını erkeğin vicdanına bırakan karanlık bir sistemdir. Bu gerici ve yobaz anlayışa en başta kadınlarımız karşı durmalıdır. Ya da kadın bakanın “aileyi bir arada tutan iyi yapılmış börektir” diyebilmesi de ‘erkek dili kullanan’ kadın olarak karşımıza çıkıyor.
Biz de bu noktada ‘AKP’nin Kadına Bakışı Raporu’nu hazırladık. Söylemleri ve ‘somut’ ifadeleri rakamlarla aktarmaya çalıştık. Kadınların asla bir rakamdan ibaret olmayacağını unutmayarak…
Gelinen nokta içler acısı. “Yeni” Türkiye’de modernleşme; çağdaşlık ve Batı demokrasileri karşıtı geleneksel hatta hızla geriliyor. Bu gerileme, iktidarın şiddet rejiminin nefret diliyle pekişerek -eşitsizlikten de öte- fiziksel şiddete dönüşüyor.
Verilere ve ‘rakamlara’ bakacak olursak:
- Son beş yılda öldürülen kadınlardan 608’inin faili kocası veya eski kocasıydı
- 161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşıydı
- 213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabasıydı
- Erkeklerin kadınları öldürmek için öne sürdüğü bahaneler ise şöyle: Aldatılma şüphesi, barışma isteğinin reddi, kadının ayrılma ya da boşanma isteği ve “namus ya da töre”
- 141’i şiddet ve taciz karşısında kadınların, güvenlikleri için resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşandı
- 234 cinayet, ayrılık veya boşanma sürecinde işlendi
- Geçen yıllara oranla 2016 yılında kadın cinayetleri arttı, 328 kadın kardeşimiz hayatını kaybetti. Bu yıl kadın cinayetlerinin %50’si OHAL döneminde gerçekleşti. 2017 yılında kadın cinayetlerinde en yüksek rakamları görüyoruz. 2015 Mart ayında 28, 2016 Mart ayında 31 kadın öldürülmüşken, bu yıl Mart ayında tam 35 kadın kardeşimiz hayatını kaybetti.
- Her 10 evlenmiş kadından neredeyse 4’ü eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Türkiye genelinde kadınların yüzde 36’sı fiziksel şiddete, yüzde 12’si cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken, kadınların yüzde 38’i iki şiddet biçiminden en az birine maruz kaldığını söylüyor. Fiziksel şiddet her 10 kadının 1’inde gebelikte de devam ediyor.
- Kadınların (çocuk gelinler) yüzde 26’sı 18 yaşını tamamlamadan evlendiriliyor. Erken yaşta evlenen kadınların yarısı fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalıyor.
- Erken yaşta evlenen kadınların maruz kaldığı şiddet biçimleri arasında cinsel şiddetin oranı yüzde 19’la daha yüksek.
- Kadınların yüzde 9’u çocukluk döneminde (15 yaşından önce) cinsel istismara maruz kalıyor.
- Her 10 kadından 3’ü hayatında en az 1 kez ısrarlı takibe (stalking) maruz kalıyor. Ölüm ve zarar verme tehdidi içeren takip biçimlerinin failleri, daha çok eski eşler ve birlikte olunan erkekler.
- Özellikle kadınları ve çocukları disipline etmek amacıyla şiddet uygulanması toplumun kabul ettiği ve normal karşıladığı bir durum olarak ortaya çıkıyor.
- Kadınların haklarının bilincinde olmalarının, itaat etmemelerinin şiddeti tetiklediği erkeklerce dile getiriliyor.
- Şiddet uygulayan erkekler genellikle aldıkları cezaları hak etmediklerini düşünüyor ve ceza almalarının nedenini, eşleri başta olmak üzere diğer kişilere yüklüyor.
- Kadınların yüzde 80’den fazlası, evlilik yaşı, nikah türü ve mal paylaşımına ilişkin kanun maddelerini biliyor. Buna karşılık yüzde 60’ı kadının çalışmak için eşinden izin almasının gerekmediğinden habersiz.
- Kanun uygulayıcıları koruma yasalarını tam olarak bilmiyor.[5]
Peki şiddetin önüne nasıl geçeceğiz? Nasıl değiştireceğiz?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Kadına Yönelik Şiddeti; “Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış” şeklinde tanımlamış.
Biz ise şiddeti sadece ‘fiziksel zarar’ olarak algılıyoruz değil mi?
Kadına şiddet her yerde… Sokakta, otobüste, işyerinde, televizyonda, sinemada, çarşıda, gazetede, radyoda, okulda, Mecliste…
Bunun üstesinden yine kadınlarla geçeceğiz. Kadın olmayı ‘kader’ olarak görmeyecek ‘kadınlar’ yetiştirerek ve bir araya gelerek…
“Elinin hamuruyla karışma” diyenler de, “karnından sıpayı” eksik etmek istemeyenler de, “kadın gibi ağlayanlar” diyerek aşağılayanlar da, “kadın ne anlar” diyen o ‘anlamazlar’ da anlayacaklar dişil dili ve birleştirici, şefkatli, merhametli olmanın gücünün önemini.
Eğitim, öğretim ve müfredat cinsiyetçilikten arındırılacak; aileler, cinsiyetçilik konusunda bilinçlendirilecek; kadın istihdamında, temsilinde zorunlu kota uygulanacak; kadının çalışma şartlarında yasal düzenlemeler yapılacak ve en iyi şekilde denetlenecek; eşit işe eşdeğer eşit ücret verilecek,
Anne olana da olmayana da,
Börek yapana da yapmayana da,
Kadın olana da kız olana da!
Herkes saygı duyacak ve öğrenecek.
İsmail Kahraman bile…
İşte o zaman Türkiye güzelleşecek… Bu karamsar tablo içerisinde kalıcı bir barış için içtenlikle ve kararlılıkla çalışacak olanlar de yine kadınlar.
Kaderi değil, adı ‘kadın’ olanlarla…
Dirençle ve umutla!
*Zeynep Altıok Akatlı
İnsan ve Doğa Haklarından Sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı
z.altiok@gmail.com
[1] Gülten Akın/Kadın Olanın Türküsü
[2] CHP İnsan Hakları İzleme Komitesi/Akp Döneminde Kadına Bakış- Akp Anlayışının Kadını Hedef Alan Söylemlerinin Kronolojik Raporu
[3] CHP İnsan Hakları İzleme Komitesi/Akp Döneminde Kadına Bakış- Akp Anlayışının Kadını Hedef Alan Söylemlerinin Kronolojik Raporu
[4] CHP İnsan Hakları İzleme Komitesi/Akp Döneminde Kadına Bakış- Akp Anlayışının Kadını Hedef Alan Söylemlerinin Kronolojik Raporu
[5] CHP İnsan Hakları İzleme Komitesi/Akp Döneminde Kadına Bakış- Akp Anlayışının Kadını Hedef Alan Söylemlerinin Kronolojik Raporu