Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
Ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
Yeşil dallarız dünya ağacından
Gençlik denen bir millet var, ondanız.*
İktidara geldiği günden beri önceleri örtülü; palazlanıp yerine yerleştikçe de öz güvenli şekilde laik Cumhuriyet rejimini dönüştürmek üzere yola çıkan AKP bu dönüşüm için genç nesli hedef alarak bilinçli bir esaret politikası yarattı.
Atatürk genç Cumhuriyeti kurarken daima ileriye bakıyordu. Çağdaş bir Türkiye için aydınlanma devrimleriyle kuşattığı gençlerin bilim ve sanat ile yetişmesi için köylere kadar uzanan bir eğitim politikası hazırlanmıştı. “Bütün ümidimiz gençliktedir” sözleri gençleri sevindirmek için söylenmiş romantik sözler değildi. Köy enstitülerinde o güne kadar ulaşamadığı eğitimi muazzam bir zenginlikle alan çocukların ülkenin geleceğini değiştireceği gerçeğini bilen bir liderin bilinçle ve heyecanla söylediği sözlerin ardında eşit yaşam koşulları, üretim ve istihdam için eşit ve nitelikli eğitimin önemine ilişkin bir kavrayış vardı.
Çağdaş yaşama düşman, gerici İslâm ideolojisinin hedefinde de bu yüzden daima gençlik ve eğitim var. Toplumu sadece egemenin sözünü dinleyen, din üzerinden yaratılan korkuyla yönetilecek bir güruh olarak gören gerici akıl gençleri dönüşümün neferi olarak kin ve nefrete yoğuruyor. Onları para ve şatafata özendirerek ahlaki değerlerden yoksun hep fazlasını isteyen ve daha fazlası için her şeyi yapabilecek iştahlı, bencil ve cahil yandaşlar yaratmayı amaçlıyor. İstenileni yaptırmak için sorgusuzca biat edecek, emeği sömürülebilecek gençlik ve hayali kurulan şeri düzen için daima en fazla eğitim sistemi hedef alınıyor. Köy enstitülerinin kapatılmasıyla başlayan süreç bugün ülkemizin en nitelikli üniversitelerine; dışarıdan iktidarın sözünden çıkmayacak liyakatsiz hizmetkârlar atanmasına kadar geldi.
Neo Liberal ve muhafazakâr sömürü düzeninin sürdürülmesi için ince ayar dizayn edilen, müfredatı çoktan boşaltılmış, ayrımcı ve öğrencinin geleceğini esir alan bir eğitim sistemine karşı mücadele eden öğrenciler ise bu ceberut iktidara itiraz eden herkes gibi şiddetten, zorbalıktan, hukuksuz yargılamalardan nasibini alıyor.
“Kindar ve dindar nesil yaratacağız” diyerek yola çıkan “Yeni Türkiye’nin” tek adamı şimdilerde çok partili sistemin Türkiye için uygun olmadığını dillendirmeye başladı. Böyle bir dönemde 18 yıldır usulsüzce yaptıklarını resmi rejim olarak tanımlama idealindeki biri için biat eden bir gençlik, sessiz ve boyun eğen bir kitle gerekli şüphesiz.
Bu nedenle genç nüfusu kalabalık bizim gibi bir ülkede şimdiye kadar uygulanan gençlik politikası da tıpkı diğer toplumsal kesimler için olduğu gibi, bu en ümit vadeden kesimi ideolojik olarak hizaya sokmayı amaçlıyor.
12Eylül’den bu yana gerici sağ yönetim anlayışıyla kurgulanan eğitim politikaları ilköğretim müfredatını, eğitim erişimini, eğitimin niteliğini bilimsellikten uzaklaştırarak genç beyinlere yerli, milli ve dini kodları ayrımcılık ve nefretle pekiştirerek yerleştiriyor. İlkokul çocukları kadının görevinin çocuk doğurmak ve erkeğe hizmet etmek olduğu, uluslararası ilişkilerde sadece din kardeşlerimizin bize yakın olduğu, yoksulluğun, virüsün kulluk sınavı olduğu gibi bilgilerle donatılıyorlar. İdam görüntüleri izletilerek, “Türk çocuğu öksüz kalabilir ama asla yurtsuz kalmaz” sözleriyle yoğurularak ayrımcılığı benimseyerek yetiştiriliyorlar.
12 Eylül döneminde ve sonrasında gelen hükümetler tarafından desteklenen cemaatlerin kurduğu yurtlar, okullar, vakıflar dindar gençliği sahipleniyor. Şimdilerde terör örgütü ilan edilen cemaatin yönlendirmesiyle sayıları çoğalan İmam Hatip Liselerinden mezun olan gençlerin üniversitelere yerleştirilebilmesi için yasal düzenlemeler yetmemiş olacak ki çalınan sorular, keyfi iptal edilen sınavlar devreye alındı. Üniversitelerde YÖK ile başlayan “kontrol”, özerk eğitimi “kâr” amaçlı, piyasa ilişkilerinin içine çekilen yandaş kurumlar, “Şehir Üniversiteleri” yaratılarak taçlandırılıyor. Özel Üniversite yasasıyla birlikte dini vakıfların kurduğu üniversitelerde yerleşen muhafazakâr ve iktidar yanlısı öğretim kadrolarının artık Boğaziçi, ODTÜ gibi “dizginlenemeyen” parlak kurumlara da atanması elzem görülüyor.
Geldiğimiz nokta hiç parlak değil. Genç nüfus kalabalık. 13 milyona yaklaşan genç nüfusumuzun yükseköğretimdeki net okullaşma oranı, giderek düşüyor. %44 e gerileyen oranla neredeyse nüfusun yarısı yüksek eğitimden uzak. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı %28.8. Bu oranla dünya birincisiyiz. Gençlerin %52.8 i mutsuz. Mutlu olmak için ise en başta para (%26) ve statü (%16,6) beklentileri var. Resmi işsizlik oranı, yüzde 13,9’la yeniden tarihi zirvenin eşiğine geldi. Geniş tanımlı işsizlik olarak kabul edilen “atıl işgücü oranı” ise yeniden yüzde 27’nin yüzde 29,1’le tarihi zirveye ulaşmıştı. Her on gençten sadece dördü işgücüne katılmakta. Gençlerin yüzde 79.3’ü de fırsat eşitliğinin bulunmadığına inanıyor. Veriler özgürlük, adalet ve liyakat özlemini ortaya koyarken, gençlerin yüzde 70’inin ‘torpil”in, yeteneğin önüne geçireceğini düşünmesi dikkat çekici.
Bu koşullar altında umutsuz mutsuz ve kaygılı bir gençlik yaratıldığı ortada ve bu gençlerin yüzde 75,5’i bir imkan bulursa yurt dışında çalışmak istiyor. Üstelik hangi ülkeyi tercih ettikleri sorulduğunda hiçbiri “din kardeşlerimizin” ülkelerine gitmek istemiyor. Çok yüksek oranla Avrupa ülkelerini ya da Amerika veya Kanada’yı tercih edeceğini söylüyor. Bu ülkeler çağdaş, nitelikli eğitimin ve sosyal devlet güvencelerinin gelişkin olduğu ülkeler. Mutsuzluktan daha yoğun olarak öne çıkan bir başka duygu kaygı. Yurt dışına çıkmayı düşleyenler sadece muhalifler değil. AKP ye oy veren gençler arasında bu oran %47,5. Yerli ve milli kodlarla yetiştirilen ama kendilerinin önemsenmediğini düşünen gençler başka ülke vatandaşı olmayı %64 gibi bir oranla kabul ederken orta doğu ve İslam ülkelerini isteyen %0,4.
Bu verilere bakarak gençlere sahip olmak isteyen iktidarın beyin avı nitelikli beyin göçüne dönüşmüş durumda. Tüm kısıtlı koşullara, baskılara ve uyuşturma taktiklerine rağmen amaç hasıl olamıyor. AKP’nin milis avı sadece para döngüsüne girebilmiş yandaş, bencil ve popülist bir kesim ile sınırlı kalmış. Kürşat Ayvatoğlu’nun pudra şekeri macerası ile gözler önüne serilen, her kadın cinayetinin, çocuk istismarının arkasından ortaya bakanlarla fotoğrafları, yakın ilişkileri dökülen sosyal medya hesaplarında ellerinde ağır silahlarla, toplumu tehdit eden bu yandaşlar dışında kalan gençler %77,8 gibi olağanüstü bir oranla siyasi partilerin gençlerin sorunlarına eğilmediğini, sahipsiz bırakıldıklarını düşünüyorlar. Okullarını, eğitim haklarını, yaşam taleplerini canları pahasına savunuyorlar.
Nevşin Mengü’nün Kürşat Ayvatoğlu’nun yanlış anlaşıldığını söyleyerek kendini anlatma talebi üzerine yaptığı yayını izlediğimde AKP’nin ilkelerden, toplumsal değerlerden kopmuş yeni gençlik tanımından irkildim. Çok çapıcı ve düşündürücü bulduğum birkaç noktayı satır başları halinde özetleyerek aktarmak isterim. Bakın AK Gençliğin tüm kodlarını bu çok başarılı –yani parayı vurmuş- 25 yaşındaki çocuğumuzun sözleri nasıl özetliyor. Pişmanım diyen Kürşat Ayvatoğlu’nun pişmanlığı sadece AKP yöneticilerini zor durumda bırakmış olmak, namahremini ortaya döken yanlış arkadaşlar edinmiş olmaktan ibaret. Hatta gençlere tavsiye veriyor; sosyal medyada kendinizi farklı göstermeye çalışmayın, enteresan bir şekilde yaşadığım linç kampanyasını görüyorsunuz diyor. Yani uyuşturucu görüntülerinin, yasadışılığın ortaya çıkması ile aldığı tepkileri şaşırtıcı buluyor. ‘Kötü bir örneğim ama bir haftadır yapılanları görüyorsunuz, dikkat edin’ diyor. Kendisini ifşa eden arkadaşına sesleniyor; “ben Yunan değilim” bana niye bunu yaptın diyor! Daha neler yok bu kısacık yayında ırkçılık, tehdit, şantaj ilişkileri, LİLİ adını verdikleri uyuşturucu ile ilgili yazışmalar, lüks otomobiller. ‘Çok çalıştığım için hak ediyordum, yaşamayı seviyorum’ derken kastettiği maden işçiliği, hamallık, emekçilik falan değil. AKP büro elemanı olarak her gün 06:00 da kalkıp geceleri uykusuz kalmaktan bahsediyor. Asla yolsuzluk yapmıyor emeğiyle ticaret yapıyor! Üst segment arabaları alıyor ve “genetiğiyle oynayarak”, “kozmetiğini değiştirerek” zaten pahalı olan bu araçların üzerine fiyat ekleyip daha pahalı satıyor araba başına çok yüksek kar elde ediyor. “Parlama dönemim” diye ifade ettiği dönem bu satışları yaparken sosyal medyaya koyduğu görsellerle 100.000 takipçiye eriştiği dönem. “Siyasi büyüklere yakın olmak için ne gerekirse yaptım. Bir lider sevdim. O camianın içerisinde olmak için gayret gösterdim” diyor. Türkçesi de harika. “Ankara’da “şehri senkronize edip” araba satayım istiyordum. Hızlı şekilde bilinmek, insan tanımak için genel merkezde çalışayım istedim. Siyaset değildi amacım, yükselmekti. Ticari faaliyetime etki etmesi için siyasete girdim. Ticaretimi hızlandırmak istedim” diyor. Bu günkü durumunu ise “sosyal medyadaki imaj beni bugünkü duruma düşürdü” sözleriyle de gizli yapılan her şeyin mubah olduğunu deşifre olmasa sorun olmadığını vurgulamış oluyor. Şu kısa yayında para, şatafat, çıkar ilişkisi için yandaşlık, öz güven… neler yok ki. İbretlik…
Kısacası eğitimin yerini liyakatten uzak mevkie bıraktığı düzende tüm değerleri altüst edilmiş bir gençlik ve bu gençliğin oyuna talip siyasi partiler var. Gençliği kazanmak için gençliğin ihtiyacı ve talepleri olan asıl unsurlar göz ardı ediliyor. Karşılıklı çıkar ilişkisiyle yükselmek, torpille okula girmek, diplomasız mezun olmak (!), intihalle akademik kariyer yapmak, “usulüne uygun” çalıp çırpmak teşvik edilirken gözü dünyaya açık, çağın bilgi teknolojisine hâkim gençlere umut vermek üzere ardı ardına çekilen videolarla iletişim yapılıyor.
Hatırlayacaksınız ana muhalefetin çok yerinde ve etkili “128 milyar nerede?” sorusuna yanıt veremeyen ve zorda kalan iktidar; gençlerin sevdiği tarzda animasyon karakterler ile bu soruyu alay ederek geçiştirmeye çalıştı. AKP’nin gençliğin dilinden anlama ve onu yakalama çabası gençliğin bu sorudan etkilendiğini görmesinden kaynaklanıyor. Ancak bu çaba fayda vermedi ve gençlerin samimiyetsiz bularak alaya aldığı video kendi hesaplarından bile silindi. Burada kilit kelime samimiyet. Gençler ironi ve mizahı etkili kullanıyorlar ancak eleştiri için etkili olabilen bu yöntem iş yanıt, çözüm ya da vaade gelince elbette altı boş, sahte kalıyor. Kimse aptal değil çünkü. Hele gençler. Buradan kalkışla muhalefetin de sıklıkla gençlere onların diliyle hitap etmek için yayınladığı videolardan da bahsetmek gerek. Bu videoların içeriği samimi ve yaklaşımı da iyi niyetli olsa da işin içinde çözüm ve onları etkileyecek bir öneri bulunmadığı koşulda hızla sıradanlaşarak etkisizleşir. Öyle de oluyor.
Gençleri içinde bulundukları karanlıktan çıkarmak ve yanlarında olduğumuzu hissettirmek için mevcut siyaset dilinden, siyasetin normlarından sıyrılmak doğru bir adım. Ancak bunu sadece onlara hitap eden videolarda değil genele yaymak gerekli. Somut şekilde yanlarında olmak, karanlığın içinde birlikte olduğumuz duygusunu aktarmak, çıkışı da ancak birlikte başarabileceğimizi önce kendimizin kavramasıyla sunulacak mesajlar etkili olabilir.
Boğaziçi’nde direniş sürüyor. Muhalefet partilerinin orada gençlerle olması, bu konunun sönümlendirilmesine izin vermemesi çok önemli. Gençlik için özel istihdam olanakları yaratacak çözüm önerilerini kürsülerden kurtarıp, geçlerin sorunlarına onları dinleyerek, onlarla birlikte çözüm önerisi üretilebilecek arayış masalarına, toplantılara taşımak, onlarla buluşmak, seslerini alıp, ses vermek kısacası samimiyeti hissettirmek onların oyuyla başlayacak dönüşümün anahtarı.
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada
Bi de bi gün baktım gökyüzüne bir bayram gecesi
Bi kestane fişeği açmıştı yedi rengimden
Yağıyorum çocukların üstüne**
*Nazım Hikmet
*Zeynep ALTIOK AKATLI
25. ve 26. Dönem İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com