“..su aydınlıktır sevgilim, bir boyut kazandırır döküldüğü yere gözlerin kadar parlak ve derin..”
31 Mart yerel seçimleri ile önemli bir eşik atlandı ve Türkiye’nin yeniden gelişen, çağdaş bir ülke olması için bir kapı aralandı. Gerici anlayışın tüm kamu kaynaklarını ele geçirdiği uzun süreli iktidar döneminin yaraları elbette sihirli değnek değmiş gibi bir anda sarılamaz. Ne iktidar tarihinin en düşük oyunu almış olmaktan ders alarak gücünü hatta varlığını borçlu olduğu tarikatlara cemaatlere sırtını dönüp toplumcu bir anlayış benimseyecek ne de yerelde büyük başarı elde eden muhalefetin kazandığı psikolojik üstünlük iyileşme ve normalleşme için yetecektir.
31 Mart seçimlerinin hemen ardından iktidar, dayatma ve baskılardan yılmış, yoksulluk ve yoksunluklara isyan eden halkın sesine kulak verip sonuçlardan ders çıkartmak yerine artık yerleşik bir sistem haline gelmiş olan hukuksuz talimatlarla demokrasiyi tamamen kilitleyerek sonucun “sadece kendi lehine çıkması halinde” geçerli olacağını ilan eden İstanbul seçiminin iptali kararına imza atmıştı.
23 Haziran’a yönelen süreç
23 Haziran’a giden 3 aylık süreçte hem ana gündem yani ekonomik çöküş, baş aşağı giden değerler, kıymetli eşya fiyatlarıyla yarışan temel ihtiyaçlar, yönetilemeyen dış politika hem de 31 Mart seçiminin iktidarı sarsacak değişim kodları gölgede yani gündem dışı kaldı. Bu seçim yenileme, kamu kaynaklarının sınırsızca tek adamın iktidarı, kendisinin, ailesinin ve yandaşlarının çıkarları ve ikbali için aktarımına olanak sağlayan yerel yönetim kasalarının elden kaçırılmış olması nedeniyle bir son çırpınıştı. Yaşanan hezimeti saklamak ve yenilmezlik, güçlülük algısını diriltmek için can yeleği niteliğindeydi. Ancak 17 yıllık iktidarın yarattığı yeni Türkiye gerçeğinin fırsatçı ve çıkarcı kodlarıyla can güvenliğini rant uğruna malzeme eden anlayışı, “can yeleği” can kurtarmaya yetmedi.
Önce seçim gündeminin arkasına sakladıkları gerçekleri hatırlayalım. 31 Mart sonuçları İstanbul’un kazanımı ile sınırlı değildi elbet. Öncelikle AKP iktidarının orantısız kaynak kullanımı ve mühürsüz seçim hilesi gibi nice taktiğe başvurduğu halde sadece %1 fark ile ayakta tuttuğu ve her yenilgiden sonra propaganda gücü ile zafer ilan ederek pekiştirdiği “yenilmez güç” algısının gerçek olmadığı artık ayan beyan görünür oldu. Dünyada da yükselen faşizm trendinin karşısında itiraza dayalı bir mücadele cephesi ile savaşmanın mümkün olduğunu, buna inanmayanlar da gördü. Yıldırma, korkutma, nakdi yardım gibi nice çabaya rağmen dozu artan baskı toplum kesimlerine yayıldıkça, oy aldıkları seçmen bugüne kadar varlığını bilmediği ya da yerleşik kodlarla reddettiği kesimlerle buluştu. Geniş bir itiraz, ortak bir tepkiye ve direnişe dönüştü.
Bu siyasi okumanın yanında şu somut gerçekleri de görmeliyiz. 31 Mart seçimlerinden sonra CHP, ülke nüfusunun en büyük kesimine hizmet eden parti konumuna geldi. CHP’nin 39.683.506, HDP’nin 5.388.952 ve diğer muhalif partilerin 449.058 kişinin yaşadığı yerlerde seçim kazanmasıyla, ülke çoğunluğunun AKP/MHP blokunu reddedişi açık biçimde görünür oldu. Ayrıca, ülke ekonomisine katkısı ve kaynakları yüksek olan yerler artık CHP belediyelerince yönetilecek. GSMH’nın %70’i AKP yönetiminden çıktı.
İstanbul seçimlerinin yenilenmesi; bunlar üzerinde daha ayrıntılı değerlendirmeler yapılmasını, iktidar partisinin mevcut yönetim yanlışlarının seçimlere yansıyan sonuçlarının irdelenerek konuşulmasını, değişimi ve çözümü sağlayacak kodlar üzerine yapılan yorumları görünmez kıldı. Yani daima yenilgiden haksız bir başarı öyküsü çıkaran iktidar ve AKP hiç kaybetmemişçesine yola devam ediyor.
Muhalefet ve temel sorunlarımız
Peki muhalefet ne yapıyor? Başarıyı nasıl sahipleniyor?
Seçimlerde muhalefet tarafından başarı sağlandığı yadsınamaz. Ancak bu başarıyı partiler olarak sahiplenmek henüz mümkün değil kanımca. Başarı yan yana durabilme başarısı oldu. Ortaklaşma, iyileşme ve normalleşme talebiyle sağlandı. Şimdi bu ortaklıkları sürdürmek, şeytanlaştırmalara karşı yılmadan yan yana durabilmek daha da önemli. Özellikle Kürt seçmenle ortaklaşıp onların çoğunluğunun partisine uzak durmak, kısa vadede seçim sonuçları için başarı sağladıysa da Kürt halkın nezdinde sürdürülebilir bir kabul sağlamaz. Siyasi bilinci de yıllardır yaşadığı mağduriyet gibi yüksek olan seçmenin verdiği, günün koşuluna uygun desteğin takdiri ve hak edilir kılınması gerekli. Türkiye’nin tüm toplumsal unsurları için ortak, eşit yaşam koşulları sağlama yolunda ana muhalefetin barış için öncülük etmesi ve -çözümün parçası olmanın ötesinde- belirleyici olması gerek.
1989 raporu ile başlayan yolda -bugüne değin çekingen bir dil kullanarak da olsa- atılan önemli adımların görünür kılınması ile başlayıp artık eyleme geçen bir politika ile barış için çalışmanın tam zamanıdır. 2015 yılında milletvekili seçildiğimde bu alanda ilk söylediklerim, her zaman olduğu gibi seçim sonuçlarından tehdit malzemesi üretenlere “Meclis’te barışı sağlayacak yüzü sola dönük yani barışı ilke edinmiş çoğunluk var. Barışın filmini birlikte yapacağız” olmuştu. İnanarak söylediğim bu sözlerin gerçekliğini en fazla gören ve benimseyen de iktidar oldu. Zira o meclisi çalıştırmamak için türlü oyunlarla seçimler yenilendi. Başaracağımıza en çok kendimiz inanmazsak sürdürülebilir bir başarı sağlamamız da mümkün olmayacak.
Aydınlanma, yerel yönetimlerden yükselecek olan çoğulcu, katılımcı demokrasi ve sosyal adalet ile şekillenen hizmetler olmadan sürdürülebilir olmaz. Başarıdan çok fırsat ile tanımlanacak bir süreç yönetimine ihtiyaç var. Temel strateji, egemen AKP söylemi ile şekillendirilen kodlarla içi doldurulacak bir siyaset yerine, başarıyı sahiplenmek ve hizmetle mühürleyerek sürdürmek olmalı.
1989 demişken; örneğin iktidarın 1994’ten itibaren kamucu, atılımcı sol belediyeciliği kötüleyerek yükselterek yerleştirdiği haksız algıyı kırmanın yolu, “1989 hezimetini” sahiplenmek değil aksine dönemin örnek hizmetlerini, başarı öykülerini anlatmak ve bugün somutlaşacak hizmetlerle bütünlemektir. Aksi halde ilk seçimlerde yeniden bugün özenle yaratılan “yandaşlarını işe alıyorlar” gündemi gibi karalamaların esiri olur, üzerimize gelecek nice iftiradan kurtulmayı da başaramayız. Bu eleştiriyi yapanın damadı bakan, devralınan tüm AKP belediyeleri borç batağında. Kendi usulsüzlüklerini görünmez kılacak bir gündem yaratarak hedef tahtasına oturttukları CHP bu ithamlar karşısında mahcup ve çekingen olmamalıdır. Kimi belediyelerdeki tekil yanlışları derhal gidermek yeterli. Bu ithamlara verilecek yanıt hizmettir.
Yeni dönem, yeni biçem
31 Mart’tan bu yana çiçeği burnunda belediyelerin ilk söylemlerine, ilk projelerine bakalım. Kendi siyasetimizi, solun dilini benimseyerek hizmetle birleştirdiğimizde bize en uzak kesimlere bile anlatamayacağımız hiçbir şey yok. En ağır suçlamalarla etiketlendiğimizde bile, henüz hizmetini deneyimlemediği hatta güvenmediği partiye oy veren insanları neden mevcut siyasal kodlarla yakalamaya çalışalım ki?
Seçimlerin ardından çiçek ve hediye yerine toplumsal fayda için yapılan çağrılarla başlayan yeni dönem, ilk adımlarla bambaşka bir döneme geçildiğini hissettiriyor. Komünist başkan Fatih Maçoğlu sokak hayvanlarının bakımı için, Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Şengel Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği için ve birçok belediye başkanı çeşitli STK’lar için bağış isteyerek başladılar göreve. Tunç Soyer çocuklara kitap istedi. İstanbul seçimlerinin iptali sonrası tüm Türkiye’den destek açıklamaları yapan belediyeler iktidarın kutuplaştıran, kıyıcı diline karşı ironi ve mizahı kullanarak kapsayıcı ve sonuç alan bir tutum sergilediler. Tunç Soyer en az oy aldığı mahalleden başladığı çalışmalarını “arka sokaklara” öncelik vererek sürdürüyor. Kadifekale’de kadınlara iş imkanı sağlayacak projelerini açıkladı. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras’ın ilk işi, “çoğu izinsiz ve ruhsatsız” kaçak yapılaşmayla savaşmak oldu. O günden beri geri adım atmaksızın -haksız işgaliye uygulayan esnaf dahil- tüm usulsüzlüklerle mücadele ediyor.
İki kez seçim kazanan Ekrem İmamoğlu, ilk konuşmasını Sabahattin Ali’nin sözleriyle tamamladı: “Başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendini bahtiyar edebilmekten daha güç fakat insancadır.” İmamoğlu insanca bir belediyecilik anlayışıyla militanlaştırılmış personeli cezalandırmayacağını, onları kazanmayı deneyeceğini açıkladı; şeffaf bir sistem benimseyerek -ihaleler dahil- tüm meclis toplantılarını canlı yayına açtı. Antalya Büyükşehir Başkanı Muhittin Böcek görevi alır almaz kültür ve sanata verdiği önemi ortaya koydu;:Altın Portakal’ı özüne kavuşturdu. Hülya Koçyiğit ailesine tahsis edilen plajı geri alarak kamuya açtı. Mansur Yavaş, ODTÜ’de yürütülen orman katliamına karşı siyasi tavır aldı. Yurt yapımı için kesilen ağaçların kurtulması için adım atarak yurt yapımına talip oldu. Çiğli ve Datça belediyeleri, ağaçlandırma çalışmalarına destek vereceklerini açıkladılar. Çiğli Belediye Başkanı Utku Gümrükçü projelerini, mahallelere kurduğu sandıklarla vatandaşın beklentilerini daha iyi anlayıp dinlemenin yanısıra akademisyenler, uzmanlar, sanatçıların katılımıyla “Ekolojik,Sürdürülebilir bir Kent ve Adil bir Yaşam Sempozyumu”nun çıktıları ile harmanlayarak belirleyecek. Artvin’de Demirhan Elçin daha önce AKP’li başkan tarafından Ensar Vakfı’na tahsis edilen misafirhaneyi geri aldı. Göreve başladıktan sonra devraldığı belediyenin borçları nedeniyle belediyesinin mobilyalarına dahi haciz koyulan HDP Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, “temiz şehir” kampanyasıyla vatandaşlara çağrıda bulunarak çalışanları ve vatandaşları ile birlikte çöp topladı. Siz bu yazıyı okurken Belediye Başkanı Ülgür Gökhan her gün Kaz Dağları’nda nöbette. Çanakkale halkıyla, STK’larla, sanatçılarla birlikte direniyor. Hepimizin nefesini, kuşun, kurdun, ceylanın, ormanın canını savunuyor.
Görünürlüğün artırılması – somut örnekler
Örnekler uzayıp gidiyor. Zaman zaman bu konuda yazmaya, paylaşmaya devam edeceğim. Geçmişten bugüne yerel yönetim başarı öykülerini derlediğim bir kitap hazırlığı içindeyim. Dilediğimiz değişim ve dönüşüm için bu deneyim paylaşımını ve görünürlüğü önemsiyorum. Suyun, havanın, yaşam hakkının korunduğu adil ve eşit belediyelerin boyut katan parlak ve derin projelerini çoğaltmaları, biraz da geçmişe sahip çıkarak mümkün olacak
SODEV olarak, 31 Mart seçimleri öncesinde, İzmir’de, “Yerel Yönetimler Başarı Öyküleri Sempozyumu”nda sosyal demokrat belediyecilik anlayışı ile dönemine damga vuran geçmiş dönem belediye başkanlarını ve fark yaratan projeleriyle görevdeki belediye başkanlarını ağırlamıştık. Bu çalışmayı 25.yıl etkinliklerimizin bir parçası olarak İstanbul ve Ankara’da da farklı konuk ve örneklerle tekrarlayacağız.
1989 hezimeti olarak adlandırılan dönemin efsane isimlerinden Osman Özgüven “Su bir yaşam hakkıdır” diyerek halka suyu ücretsiz verdiği için yargılanmış; su gibi, ulaşımı da ücretsiz bir hizmet olarak sunmuştu. İSKİ skandalını elbette yeniden yaşamamak gerekli, ancak 1989’da İSKİ’de yaşananla kıyaslanamayacak denli büyük bir servet edinmiş, kamu kaynağını ailesinden yandaşlarına açmış, türlü yolsuzluk ve talana imza atmış kişilerin CHP belediyelerini yıpratmak için sürekli buraya atıf yapması ve bunu kullanıyor olması nedeniyle Nurettin Sözen dönemi belediye hizmetlerinin görünmez olmasına izin vermemek gerek. Sözen döneminde İSKİ’nin Avrupa’nın en büyük biyolojik arıtma projesini geliştirdiğini hatırlamak gerek. Sözen göreve gelir gelmez 1 yaşına kadar çocuklara, kendilerine en yakın belediyeden süt dağıtmış; halkın temel ihtiyaçlarına sağlıklı ve ucuz erişim sağlamış; metro ve tramvay hatları ile ulaşımı kolaylaştırmıştı. Bugün İstanbul’a ihanet edenlerin şehrin kalbine soktuğu hançerlerden biri olan Park Otel’in ruhsatsız inşaatının mühürlenmesi ve ne pahasına olursa olsun törpülenerek yasal kat planına çekilmesi, kimileri için safsata olarak görülebilir; benim için büyük bir kent hizmetidir. Sarıyer’de, içinde Turgut Özal’ın da villasının bulunduğu Uyumkent projesini durdurması, kent talanına “dur” derken gecekondu bölgelerinde yaşayan insanların temel haklardan mahrum bırakılmasına da razı gelmeyen halkçı bir belediyecilik yürütmüş olması önemlidir.
Ankara’da Murat Karayalçın yerinde ve katılımcı dönüşüm projeleri ile Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği Vadisi’nde Ankara’lılara hizmet etmiş, Batı Kent’te kooperatif mantığıyla kent sakinlerinin konut sahibi olmasını mümkün kılmış; büyük imar projelerinde ise mutlaka sosyal konut inşasına yer verilmesini sağlamıştır. Karayalçın kentin kültür ve sanat alanında gelişimini ihmal etmemiş Ankaralıları dünya sanatçılarıyla buluşturmuştu. Aynı dönemde İzmir’de Yüksel Çakmur toplu taşıma ile trafiğin kontrol dışı gelişimini önlemek üzere projeler hayata geçirmiş; yeşil alanların artmasını sağlayarak çevre bilinciyle yeşil bir İzmir yaratmış ve kamusal alanın paylaşıma ve kent sakinlerine alabildiğine sunulduğu düzenlemelerle dönemine damga vurmuştur. İzmir Gültepe’nin efsane başkanı Aydın Erten’in halkçı tanzim satış projesinin ürünü olan Tansaş’lar, Çakmur döneminde sağlıklı ve ucuz gıdaya kolay erişim için yaygınlaştırılmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yoksullara ücretsiz verilmesi için çalışmalar yapmıştır.
1989 yerel seçimlerinde en başarılı yerel yönetim örneklerinden bir diğeri, Gaziantep’te Celal Doğan ile sağlanmıştı. Celal Doğan da kentin havasının temizliğinin ve halkın suya erişim hakkının derdine düşmüş olanlardan biriydi. Döneminde suyu ozonla temizleyerek içilebilir su hizmeti sağlamış; kükürt oranı yüksek kömür kullanımını engelleyerek Gaziantep halkının nefesine sahip çıkmıştı. Nihat Dirim de, Foça gibi küçük bir ilçede sunduğu hizmetlerle Foça’nın bugününün dahi güvencesi olmuş, doğa ve yaşam hakkını öncelemiş, çevre bilincini yerleştirmiş bir belediye başkanıdır. Bugün nesli tükenmekte olan fokların korunmasını sağlayarak Foça ile özdeşleşmesini sağlamıştır. Üç büyük şehirden Anadolu’ya, hatta ilçelere, beldelere kadar sayısız başarı öyküsü içinden örneklediklerimle sınırlı olmayan bu dönemin, kamucu ve halkçı belediyecilik anlayışının bugüne taşınması; en başta hatırlamak, hatırlatmak ya da görünür kılmakla mümkün olacak. Su gibi duru ve boyut kazandıran çalışmalarla geleceğe akan bir hizmet anlayışının özlemi ile yazdım. “Kara bir suyu geçiyoruz şimdilerde basarak yosunlu taşlara”* Kaymamak için bizim olana sahip çıkmak, solu yapılanlarla anlatmak ve hissettirmek gerekiyor. Biz sahiplendikçe, karalayarak yok sayamayacaklar. Bugün en etkili çözüm, CHP’li belediyelerin “yandaş atamaları” peşinde popüler bir gündem için elinde cımbızla koşan ve yandaş değil ama adil veya “profesyonel” olduğunu söyleyen kimi gazetecilerin haberleriyle uğraşmak ve kendimizi savunmaya çalışmak yerine başarılarımızı cesaretle sahiplenmek ve yaygınlaştırmak olacaktır. Görev atamaları ile ilgili tek kriter ise liyakattir. Siyasetle her gün sınandığımız düzenden çıkış, siyasetten kaçışla mümkün olmayacak. Kilit sorun, siyaset yapmayı veya partililere iş vermeyi önlemekte değil; nitelikli kişilerle çalışmayı ve siyaseti amaç değil araç olarak benimsemek ve eşit hizmet ilkesine ihanet etmemek.
*Zeynep ALTIOK AKATLI
SODEV YK Üyesi, 25. ve 26. Dönem
İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com