Patik yap, kunduracı,
bol bol patik;
Bebeler için, ilk adımı atacak
Çocuklar için,
koşacak oynayacak…
Terzi abla, minimini elbise dik,
Yazlık, kışlık, mevsimlik…
Saçlarına kurdelâ,
Bileklerine bilezik…
Ama şu dünya hali,
bin türlü kaza, belâ,
Ama bunca hastalık,
gıdasızlık, verem;
Tabutçu, ölçünü büyük tut, büyük!
Çocukların öldüğünü istemem…*
Çocukların öldürüldüğü kara zamanlardan geçiyoruz. Minik bedeni toprağa verilen zeytin gözlü güzel oğlan Berkin’in misketlerinden silah yaratan kara akıllar, dövülerek öldürülen çocuğumuzun Ali İsmail’imizin katillerini kutsarken, Kobane’de aynı aklın bir başka tezahürü kimlik ve inanç kavgasıyla çocukların kafalarını kesip ağaç dallarında teşhir ederken; Aleviler eğitimde hak ihlalleri için yüzlerce kilometre yol yürüyerek Ankara’ya ulaştılar. Kimileri umursamadı, kimileri burun kıvırdı. Öyle ya ölümden öte köy mü var? Her şey için tek hakkımız olduğunu düşünen aymazlar, üzerinde bir iki saniye bile düşünmeden “insanlar ölüyorken siz eğitim diyorsunuz, sırası mı?” diye sorabildiler. Çünkü onlar tek boyutlu düşünce kadar eğitilmişler, çünkü onlara her şeyin sırası dikte edilmiş. Eğitimsizliğin, bugün yaşadığımız tüm karanlıkların sebebi ve tüm dar boğazların aşılması için temel gereklilik olduğunu algılayamıyorlar. Ya da pekala algılıyor ama işlerine gelmediği için akıl oyunları yapıyorlar.
Neydi bu insanları evlerinden, düzenlerinden, çocuklarından günlerce ayrı kalıp ayakları şişene kadar yürüten? Cevabı tek kelimeye indirgeyebiliriz. Çocuklar… Çocukların özgürlüğü, çocuklar için “özgür” bir gelecek. Çocuklarının; başkalarının değil kendilerinin doğruları, inançları, değerleri ile yetişmesini istemek kadar masum ve doğal bir hak talebi. Çocuklarımız, iktidar tarafından sistematik bir şekilde dizayn edilen din odaklı bir eğitim sistemine gün gün, parça parça teslim ediliyor. Aileler, alternatifsiz bırakıldıkları bu sistemle, çocuklarının “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirme projesinin birer objesi yapılmasına mecbur ediliyorlar.
Eğitim sistemimiz ne yazık ki ölüm gibi kati bir geri dönüşsüzlük sunmuyorsa da içten içe, yavaş yavaş aklı, düşünme yetisini, muhakemeyi, bilimi ve en acısı çocukluğu öldürüyor. İmam hatipleşme, zorunlu din baskısı, ortaöğretimde türban, TEOG denen deli saçması sistem bizi çürütüyor. O yüzdendir ki zaman susmamak zamanıdır. O yüzdendir ki konuşmak sırasıdır. O yüzdendir ki çocuk yaşta başı kapatılan çocukların hakkını korumak ve işi iktidarın “türban özgürlüğü” üzerinden yürüttüğü riyakar siyasi oyuna sıkıştırmamak zamanıdır. Bu noktada “iktidarın bu oyununa gelmeyeceğiz” demek, aslında oyuna gelmektir. Yasalar kalıcı; çocukların tertemiz akılları ve daha da vahimi namusları bile apaçık bir tehdit altında. Oyunu bozmak, kurulan oyun karşısında sessiz kalmakla değil doğru “iletişim” yöntemleri ve bilgiyle sağlanır kanısındayım. İktidarın algı yönetimine teslim olmak ve bazı gerçekleri yok saymak çözüm değil. Susmak yerine özgürlük tanımının arkasına sığınanların gerçek yüzünü irdelemek gerekli.
Türkiye’nin başına gelen en büyük felaketlerden biri, her kavramın altını kendi eğitimi kadar bir bakışla ve başkalarının özgürlüklerine kapalı dayatmacı inancı ile tanımlayarak 12 yıllık hasarla da yetinmeden ilerlerken, şu “ileri özgürlük” neymiş bir bakalım derim. 10 yıl kadar önce felsefeci, yazar Füsun Akatlı bir yazısında bu özgürlük meselesini şöyle özetlemiş: “Türban bağlayarak özgürleşen(!) kadınlar, kadının ikinci sınıf yurttaş olarak görüldüğü bizimki gibi bir ülkede, paradoksal bir sıçramayla neredeyse baş tacı edildiler. Buna inanalım istendi. İnanmayanların ne jakobenliği kaldı, ne faşistliği. Ama türbana, meselenin özünü çarpıtan ve gözlerden gizleyerek anlamsız göstermeye yardımcı olan bir örtüden öte bir önem yüklenmemeli.” Yazık ki sahte özgürlüklerin sözel yansıması kadar özgürlükçü ve bir o kadar işbirlikçi aydınlar, bu önemi katlaya katlaya sonunda çocukların başına bir çuval ördüler. Bu yazıda sadece işin çocukları ilgilendiren boyutuna değinmeye kararlıyım. Yine de türban özgürlüğünün, mecliste Şafak Pavey’in pantalon giyme özgürlüğünden, cumhuriyet resepsiyonu davetlisi kadınların etek boyu özgürlüğünden “ileri” olduğu gerçeğine değinmeden geçemeyiz. “İleri demokrasi”nin yeni özgürlük tanımı “takiye”.
Bakın yeni yasa ne diyor: “Okullarda yüzü açık bulunur; siyasi sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz; saç boyama, vücuda dövme ve makyaj yapamaz, pirsing takamaz, bıyık ve sakal bırakamaz.
Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda, okul içinde baş açık bulunur.” Yani Türkçe meali 10 yaşında çocukların cinsel meta olarak algılandığı çağdaş ülkemizde kız çocuklarının başı kapatılmalı ve bu karar ailenin olmalıdır ancak başka aileler çocuklarının saçlarını boyamasına, dövme yapmasına kararı kendi veremez! Buradaki çelişkiyi bir kenara koyarak 10 yaşında bir kız çocuğunun başını örtmenin ne anlama geldiğine kafa yormak daha iyi.
Türbanın, baş örtmekten öte özel bir bağlama stili ile siyasi sembol olmasını da bir yana bırakalım. Orta öğretimde türban serbestliği, henüz kişilik gelişimi şekillenmekte olan çocukları başı açık hemcinsleri ve erkek arkadaşlarından ayıran, kendilerini farklı ve rahatsız hissetmelerini sağlayacak bir uygulama. En masum haliyle bu, çocukluklarını yaşamak yerine onlara hiç akıllarında yokken bir cinsiyet modeli tanımlama, kadın erkek farkı üzerinden cinsiyet ayrımcılığı içeren roller yüklemek, cinselliği erkenden çocuk kafalara yerleştirmek anlamına gelir. Bunun bir adım ötesi ve daha da kabul edilemez olan boyutu, bizimki gibi erkek egemen “eğitimsiz” toplumlarda kadın/kız ayrımını 10 yaş sınırına çekerek yetişkin sapkın akıllarda çocuk istismarını meşru hale getirmektir. Öyle ya saçının telinden tahrik olunabilen bir çocuk evlendirilebilir, saçlarına kurdeleler takıp, kızlı erkekli saklambaç oynamak yerine erkeğe hizmet edebilir, ev çekip çevirebilir ve doğurabilir. Daha da ötesi, bu meşru ve güya ahlaklı modelin dürtüsel sonucu olarak, tecavüz edilebilir bir cinsel meta olarak görülmesi de meşrulaşır. İşte geçtiğimiz gün Samsun müftüsü Hayrettin Öztürk’ün tamamen hayvansal dürtülerle dile getirilmiş akıllara sığmaz sözleri! “18 yaşındakinin zinaısna karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır” diyen Öztürk’ün açıklaması din istismarı üzerinden yaratılan algı yönetiminin henüz amacına tam ulaşmadığının sinyallerini açıkça veriyor. Sadece İslam ideolojisinin dayattıklarının özgürlüğü için gidilecek yol daha çok. Orta öğretim yetmez ama evet!
Çocukken din derslerinden muaftım ben. Büyük şehirde büyüdüm. Benden başka koca sınıfta bir tek Ermeni arkadaşım Nora girmezdi derslere. Bu deneyimin ülke geneline varan istatistiki sonuçları Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde mevcuttur sanırım. Yani bunu kişisel bir deneyim olarak göremeyiz. Bu toplumun insanları öyle yıllardır zulümle filan dinden uzaklaştırıldılar, zorla başları açıldı çok mağdur oldular(!) ama yine de serbest olmasına rağmen çocuklarının din derslerine girmesini büyük bir çoğunluk olarak tercih ediyorlardı. Bu da en doğal haktır. Eleştirilecek, yargılanacak yanı yoktur. Burada eleştirilecek olan mağduriyet safsatalarıyla akılları bulandırmak ve yalanlar üzerinden kendi evlatlarını siyaset malzemesi olarak kullanmak ve din istismarı yapmaktır. Çocuk tecavüzlerine, cinayetlerine bu zihniyetle gerekçe üretmektir. Hüseyin Üzmez gibi mümin (!) sapıkları yargı önünde cinsiyetçi gerekçelerle aklamaktır.
Affan Dede’ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!**
Bırakalım çocuklarımız çocukluklarını yaşasın. Türbanın dini inançlardan tamamen bağımsız olarak kadın ve erkek ayrımcılığının en temel sembolü olduğunu düşünsem de, 18 yaşına gelmiş her bireyin kılık kıyafet ve düşünce özgürlüğüne saygı duyup savunan biri olarak, orta öğretimde türbana şiddetle karşı olma özgürlüğümü kullanıyorum. Şiirdeki gibi saçlara renk renk kurdele, bileklere bilezik, ellere horoz şeker, top, misket (!)… Alabildiğine çocukluk alabildiğine özgürlük!
*Ziya Osman Saba / Patik yap kunduracı
**Cahit Sıtkı Tarancı / Çocukluk