“Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, biz cesaret edemediğimiz için zordur.”*
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi 37. Olağan Kurultayı gerçekleşti. Belki depandemi koşullarında gerçekleşen bu kurultayı “1. Olağandışı Kurultay” olarak tanımlamalıyız.
Tüzük Kurultayı’nda değişen parti tüzüğü gereği aday olmanın imza koşuluna bağlı olduğu bu ilk kurultayda; imza toplanması için salonda kurulacak temaslar ve Genel Başkan’ın anahtar listesinde yer alamayan adayların önce adaylaşabilmesi, sonra seçilebilmesi için kurultay salonunda delegeyle olağan iletişim olanakları önemli bir fırsattı. Ancak bu fırsat, COVID riski nedeniyle yapılan zorunlu düzenlemelerle imkansızlaşmış oldu. Buna rağmen Genel Başkan adaylığı için iki farklı adayın daha yarışmaya çalıştığı bir kurultay yaşandı.
İktidar Kurultayı olarak tanımlanan ve zorunlu bir ertelemeyle gerçekleşen kurultayın öne çıkan vurgusu iktidarın yönetim yanlışları ve aymazlığı nedeniyle giderek oy kaybettiği koşullarda CHP’nin iktidar ortağı olacağı yeni bir dönem ve Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı oldu. Bugün iktidarda olan siyasal İslamcı anlayışın, cemaatleri iktidar kadrolarına taşıyarak kararlılıkla sürdürdüğü siyaset, Cumhuriyet karşıtı yeni tek adam rejimini önümüze koymuşken, kaldığı yerden sürdürülecek bir ikinci yüzyıl tanımı belirli ölçüde sorunlu bir tarif. Aslında ihtiyacımız; Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak ve bunu yaparken ülkemizi ranta, talana, yıkıma, çöküşe, yoksullaşmaya, kötü dış politikaya rağmen ayakta tutan ve mayası adeta “cevşen” haline gelmiş olan Cumhuriyet kazanımlarının ve Atatürk ilkelerinin konforuna sığındığımız ilk yüzyılı sorgulayarak yola çıkmak olmalı.
Kurultay ve ilkelerimiz
Görevimiz, İlk yüzyılı Cumhuriyet rejimini ellerimizin arasından kayarcasına kaybetmemize neden olan hatalardan arınmak; o günün koşullarıyla tanımlanan CHP’nin altı okunu çağın ve ülkemizin koşullarını iyi anlayarak ileriye taşımak, gerçek bir Cumhuriyet yönetiminin güvencesi olan demokrasinin temel taşlarını yeniden tanımlamak olmalı. Bugün ülkemizi saran kesif karanlığı yok etmek bize dayatılan yeni rejimin olanak verdiği ölçüde ve ölçütlerle siyaset yaparak mümkün olur mu? Cumhuriyetin ön koşulları sayılan ve devamlılığını sağlayacak olan ilkeler savunulmadan; onlar korunmadan bir çıkış yakalanabilir mi? Yine aynı iktidarın baskı ve usulsüzlüklerle eğip büktüğü seçim sistemi içinde rekabet eden bir unsur olarak iktidar yolunda nasıl yürünebilir?
Bu soruların yanıtlarını ayağı yere basan, temelini bilimden alan, toplumsal belleğin öğretileriyle bugünün gerçeklerini örtüştürerek süzmüş, mevcut sorunların çözümü için tanımlanmış bir parti programıyla veren sağlam bir siyaset seçeneği sunulmadıkça; cesaret, iktidar, hak, hukuk, adalet sadece kurultay kürsüsünden yapılan ve grup toplantısı konuşmalarında yer alan hoş kavramlar olarak kalır.
Uzunca bir süredir siyasetsiz siyasetin çıkış olamayacağını görüyor ve söylüyoruz. Statükoyu yıkacak iktidar kadrolarında yer almanın ön koşulu, parti içi statükoya uygun davranmak olmamalı; ”liyakat” gerçekte uygulama bulan bir kavram olmalı. İktidar olanağı ise konjonktürün getirdiği olasılık yüzdesine bağlı şekillenir. Önümüzdeki seçimde CHP bugünkü siyasetiyle iktidar olabilir mi? Olabilir elbet.
Burada sorulması gereken esas soru, verilmesi gereken karar şu seçenekler arasında saklı: Tüm dünyada çıkmaza girmiş olan emperyalizmin, neoliberal politikaların yerini alabilecek yeni sistem arayışları sürerken sistemin en kötü yönetimine alternatif olmak üzere iktidara gelmek mi? Yoksa, Cumhuriyetin ikinci yüzyılını yüzü ileriye dönük, statükoyu kırmaya hazır, eşitlik, adalet eksenli değişimi sağlamak üzere cesur adımlar atmaya gönlü olan kadrolarla örerek sarsılmaz bir demokrasi ve sosyal devlet anlayışı için yeniden çağdaş bir anayasa inşa etmek mi?
Bu soruların ışığında kurultayda yaşananlara ve öncelikle iktidarın ve yandaşlarının sürekli yinelediği “CHP’de tek adam dayatması” yolundaki eleştirilere bir değinelim. CHP’nin siyaset biçimi; sistemin çarklarından bağımsız bir yöntem, mevcut aksaklıkları değiştirecek ve İyileştirecek bir delege seçim sistemi, üyelerin katılımı ile seçim yapılmasını olası kılacak üyelik yapısı, seçilmiş kadroların çoğulcu ve katılımcı bir yapıyla sonuç alan siyaset için katkı yapabileceği bir ortam, PM ve MYK’nın değişimi kurultay ve parti programlarına bırakmadan sürekli yenilenen ve ilerici katkılar koyabilen yapılara dönüşümü gibi başlıklarla sorgulanıyor olabilir.
Ancak kurultay, hemen herkesin sözünü açıkça söyleyebildiği, kürsüden en ağır ithamların bile dile getirebildiği, aday olma hakkına sahip olunduğu seçimlerle yapılıyor. Bu süreci tek adam hegemonyasıyla değerlendirmek ve eleştirmek sadece gerçek tek adamın işine yarar. Faşizmi normalleştirmeye katkı sağlar. Yapmamız gereken, eleştirilerimizi değişim için sonuç alacak birlikteliklere dökebilmek; kendi içimizde ortaklaşarak ilkelerimiz ve inandıklarımızı savunurken altı doldurulmuş somut yöntem önerileri geliştirmek; bunları hayata geçirebilmek için farkındalık, bilgilendirme ve katılım dinamiklerini diri tutmak; ortaya iddia ve çalışma koymak olmalı. Bunun sonuç alacağı yer ise kurultay olmalı.
Genel Başkan Adayları
İki aday, mevcut Genel Başkan’ın karşısına, 31 Mart seçimlerinin sonuçlarından sonra ve Tüzük Kurultayı’ndan beri delege seçimleri sürecinden bu yana Kemal Kılıçdaroğlu’nun en güçlü seçiminde çıkmayı denedi. İlhan Cihaner ve Aytuğ Atıcı’nın, milletvekillikleri ve görevde oldukları süreçte siyasi eleştiri ve ideallerinin çok büyük oranda kesiştiğini düşünürsek bu iki ayrı adayın toplanması güç olan imza sayısı için aşağı yukarı aynı delegeleri ikna etmesi gerekliydi. Olmadı. En az üç dönemdir PM’de bulunan Cihaner’in çağrısının karşılık bulabilmesi için haklı eleştirilerin ötesine geçebilmesi ve parti yönetiminde bulunduğu uzun süre içinde yerleşen, güçlenen bir kadro hareketiyle tanımlı bir parti programını ortaya koyabilmesi ve çok daha önce liderliğe soyunması gerekliydi.
Yola çıkan diğer aday Aytuğ Atıcı’yı Cihaner’den ayıran en önemli fark, iki yıla yakın bir çalışmayla daha etkili ve sonuç alıcı bir siyaset için üyelik modelinden sandık çalışmalarına, ülkenin her sorunu için çözüm arayışlarıyla hazırlanmış bir manifesto ve program hazırlığı yapmış olmasının yanı sıra il il gezerek yürütmüş bulunduğu çalışmaydı. İmza bulamamayı öngörerek ve göze alarak doğru bildiğini söylemek, tarihe not düşmek ve buradan kalkışla sürdürmeyi hedeflediği yolculuk, yaptığı konuşmaya da yansıdı.
Genel Başkan’ın konuşması ve “İkinci Yüzyıla Çağrı” Bildirgesi
Kemal Kılıçdaroğlu yeniden Genel Başkan olmak üzere yola çıkarken hitabında bugüne kadar ana muhalefet lideri olarak söylediği ve yürüttüğü siyasi söylemden çok farklı bir mesaj vermedi. CHP’nin “dostlarıyla” birlikte iktidar yolunda olduğunu vurguladı. Bu, yeni rejimin ittifaklara zorunlu bıraktığı konjonktüre uygun görünüyor; ancak, ana muhalefetin iktidar yolunda kendi olması, bu alanda iddialı olması gerekli. Sol değerlerin ve önceliklerin yansıdığı bir parti programını net olarak tanımlaması, kendi yerini ve ittifakın sınırlarını netleştirmesi, CHP’nin mevcut oyunu artırması ve onu kalıcı kılması için belirleyici olacaktır. Mevcut ittifak ortakları ve mevcut iktidardan ayrışan aynı ideolojinin yeni alternatiflerini olası geniş ittifaka güç katacak oy potansiyeli olarak görmek ve sadece matematik hesaplarla şekillenen bir iktidar yolu aramak, etkisiz kalmaya mahkumdur. Ancak kısa vadede pragmatik bir kazanım sağlansa bile bizi, bir olasılıkla, toplumun nefes alacağı sahici bir çözüm alternatifinden uzaklaştırır.
Genel Başkan’ın konuşmasında ve İkinci Yüzyıla Çağrı Bildirgesi’nde önemli ve öne çıkan iki başlık, Kürt sorununun çözümü ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin ortaklaşa kuracağı “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) önerisiydi. İkisi de uzun ayrı değerlendirmeleri hak etse de Kürt Sorunu için parlamentoda tüm partilerin eşit temsili ile kurulacak bir komisyon önerisini yinelemek ve parlamento dışını da kapsayan geniş erişimli bir bakışı hayata geçirmek önemli. Böyle bir çalışma için uzunca süredir temaslar kuran, katkı ve emek vermeye gayret eden bir hak savunucusu olarak, bunu çok önemsiyorum. Ancak burada gerçek bir çözümü inşa edebilmek için, siyaseti, kodları iktidar tarafından belirlenmiş “sakıncalı” ve kolayca hedef alınabilecek alana hapsetmekten kaçınmak ve -başta parlamentoda geçmişte parçası olduğumuz dokunulmazlıkların kaldırılması gibi- mühendislik hamlelerinden arındırmak gerekli. OBİT ise RTE’nin büyük Ortadoğu liderliği hayalinin karşısına koyulacak, iktidarın kendi kemik kitlesinden oy aldığı düşünülen alana talip olmaktan öteye taşınabilecek bir alternatif sunabilmeli. Ortadoğu’nun tek gerçek laik Cumhuriyeti olarak bölge barışını korumak ve kalıcı olması için kuvvetli bir rol üstlenmek çok önemli. Ancak kanımca bu konuya verilen ağırlık; AB ilişkilerinin sürdürülmesi, AB ile güçlü ve yönlendirici bir ilişki sağlanması, çağdaşlaşma ve laiklik vurgularının önüne geçmemeli.
Yok edilen Cumhuriyetin ilkelerini savunmak yerine o ilkeleri hedef alan değerleri kutsayarak Cumhuriyeti korumak, çelişki içeren bir çaba. Ülkeyi bu günlere, genç Cumhuriyetin hızlı çok partili hayata geçiş süreci ardından devrimlerin kalıcı olması için tanımlanan ilkeleri daha ileriye taşımak yerine elde edilmiş olana sığınmak getirmedi mi? Bugün yeniden kadın haklarını, en temel özgürlükleri savunmak zorundaysak yanlışın üzerine gitmekten çekinmek doğru değil. Bu nedenle laiklik, önümüzdeki süreçte artık CHP’nin “tehlikede değil” diyemeyeceği kadar yara almış durumda. Giderek yetkilendirilen, kaynağı artırılan Diyanet’i eleştirmekten kaçınarak Türkiye’yi içinde bulunduğu kara delikten çıkaracak iktidarı tesis etmek bir hayal. Bildirgede değinilen bir başka çok kıymetli vaat, Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi. Burada da ortaya koyduğumuz tutum; sağ partilerden net bir farkı olmayan merkez bir koalisyon ortağı için %10 barajı kalktıktan sonra ödünç oyların, rağmen verilen oyların korunması anlamında ciddi konumlanma sorunu yaratacaktır. Buna rağmen bu düzenlemeler, ödün verilmeksizin yerine getirilmelidir.
Göreve seçilen kadrolara gelince; örneğin 13 maddelik 2. Yüzyıla Çağrı Bildirgesi’nde yer alan ve özellikle siyasi gündem açısından çok önemli olan “ihracat odaklı katma değeri yüksek üretime öncelik verilmesi, tarımın stratejik sektör olarak görülmesi” vurgusuna rağmen tarımdan sorumlu başkan yardımcılığı görevinin lağvedilmiş olmasının isabetlilik ölçüsü tartışılabilir. Öte yandan Dış İlişkiler’den sorumlu genel başken yardımcılığı görevinin böylesi önemli bir süreçte boş kalma durumunda olması da bir talihsizliktir.
Her şey bir yana kurultay süreci partimizin kendi içine bakmasına da olanak sağlamıştır. Önemli olan, Siyaseti, emekle ve kararlılıkla sürdürmektir.
*Seneca
*Zeynep ALTIOK AKATLI
SODEV YK Üyesi, 25. ve 26. Dönem İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com