Zeynep ALTIOK AKATLI – Balıkesir’den Erzurum’a Bay Kemal

Zeynep ALTIOK AKATLI
25. ve 26. Dönem İzmir Milletvekili z.altiok@gmail.com

Cumhuriyet Halk Partili bir aileden geliyorum. Soyadı kanunu sırasında büyük dedemiz CHP ambleminde yer alan ve Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önderimizin devrimlerini simgeleyen altı oku ailemizin soyadına taşımayı seçmiş. O yıllardan bu yana ailemiz bu soyadını onurla taşır. Hatta dedem Süleyman Altıok’a Demokrat Parti döneminde soyadından ötürü bedel ödetilmiştir. İzmir’de İstikamet matbaasının ve aynı adla yayınladığı yerel gazetenin sahibi dedem, dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından Ankara’ya çağrılarak muhalif yazılarına son vermesi ve soyadını Altınok olarak değiştirmesi istenir. Bu talebi kabul etmeyen dedemin iflas öyküsü böyle başlar. Hazine yardımı kesilen matbaa uzun dayanamaz. Annemin ailesinde de benzer tercih, gazeteci olan anneannem Bihin Anter’in CHP üyesi olarak aktif siyaset içinde kadın kollarının kuruluşundan itibaren görev almasıyla gözlenebilir. Annem ve babam sosyalisttir. Onlar idealist iki genç olarak Türkiye İşçi Partisi’nde Mehmet Ali Aybar ile birlikte ülkemize eşit ve adil bir düzen getirmek için çalışmışlardı. Yıllar sonra annem Füsun Akatlı da Altan Öymen’in genel başkanlığı ile birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılarak Cumhuriyetimizin kazanımlarını güçlendirmek, sağ iktidarın karşısında CHP’nin aydınlanma devrimlerinin izinde yeni bir solukla güçlenmesi için parti programına katkı sunmak ve değerli genel başkana destek vermek için katılan aydınlarımız arasındaydı. Bunları zaman zaman kimi söyleşilerde anlattım, yazdım. Bugün yeniden hatırlatma sebebim başka.

Seçmen olarak tercihimi ailemin izleğinde ve dünyaya bakışım çizgisinde kullanmakla birlikte benim Cumhuriyet Halk Partisine üye olarak katılmam da başka bir öyküdür. Benim siyasetle yolumun kesişmesi, yaşamımı kaplayan büyük karanlıkla, acı bir kayıpla başlayan adalet arayışıyla şekillendi. Bunu biliyorsunuz zaten. İnsan hakları savunusu için attığım adımlar ve çalışmalarımı bireysel bir duruş tercihiyle ve sivil toplumla kol kola yürütüyordum. Siyaset hiçbir zaman hayalim olmadı. Gençlik yıllarımda, üniversitede -her nasılsa- yolum siyasi yapılarla kesişmedi. Her zaman ailemin düşün çizgisinde ülkemin sorunlarına duyarlı bir gençtim; ancak siyasetin içinde olmayı aklımdan bile geçirmiyordum.

Benim siyasi bilincim aile izleğim ve yaşadığım acılarla sosyalizme inanarak gelişti, Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılma öykümse “bay Kemal” ile başlar. O parti içi hiziplerle mücadelesiyle, siyaseti amaç olarak değil araç olarak görmesiyle, kendisini ön plana atmak yerine toplumun faydası için samimi, mütevazı, ahlaklı ve dürüst duruşuyla alışılmışın dışında farklı bir lider, sessiz bir güçtü. Bay Kemal ile başlayan değişim, benim siyasete ve “siyasetçilere” mesafeli tercihimde kırılma yaratmış ve -o dönem İl Başkanı olan Oğuz Kaan Salıcı’nın yönetim listesinde yol arkadaşım Canan Kaftancıoğlu’yla birlikte yer almayı kabul ettiğimde- kırgın bir gönül bağı öyküsü umutlu bir ortak mücadele öyküsüne dönüşmüş oldu. İl yöneticiliğiyle başlayan siyaset yolculuğum parti meclisi üyeliği ve nihayetinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun beni değil, canı alınmışların, ötekileştirilmişlerin, adaletsiz bırakılanların temsilini kendi adının önünde ilk sıraya yazmasıyla seçildiğim İzmir milletvekilliği ve genel başkan yardımcılığı görevleriyle devam etti.

Bizim ülkemizde siyaset, Cumhuriyetin tüm kazanımlarını kullanarak aydınlanma ile mücadele eden çıkarcı sağ iktidarlar ve onların kolaylaştırıcılığında yapılanan, güçlenen gericilerin kirlettiği uzun ve çamurlu yol öyküsü olarak görülebilir pekala. Halk için emek veren iyi niyetli idealistlerle hangi partide olursa olsun düzenin çarkları arasında kendi yerini korumak isteyenler arasında savruluyor ülkemiz siyaseti. Cumhuriyetle, demokrasiyle derdi olan kinci, gerici, saltanat meraklısı, cemaatçi, rantçı, çıkarcı – adına ne derseniz artık- aktörler ama boşlukları doldurarak, ama fırsatlardan faydalanarak önümüze tarifi olmayan kayıplar ve derin kederler koydular. Yoksulun yoksulluğundan, ezilenin yılgınlığından, mağdurun yalnızlığından, ötekileştirilenin aidiyet özleminden, umut arayışından faydalanarak palazlanan ve istediği rejimin başına geçenle birlikte ülkemiz geçmişten bu güne yoksullaşma, azalma ve gerileme sürecinde ve önemli bir kırılma noktasına geldi. Bildiğim tek şey, Atatürk’ün büyük bir idealizm ve kavrayışla kurduğu genç Cumhuriyet’in erken kaybettiği büyük liderin yeri dolmaz boşluğunda tam yerleştirilemeyen devrim yasalarının eksikliğiyle savrulurken, bizi hala ayakta tutanın Cumhuriyetin mayası oluşudur.

Balıkesir buluşması

Canan Kaftancıoğlu’na verilen haksız ve kindar cezayla Mersin’de yapılması planlanan miting İstanbul’a alındıktan sonra “bay Kemal’in” halkla iç içe ülkenin tamamına yayılacak “Milletin Sesi” buluşmaları Türkiye’nin heterojen bir kesiti olarak görebileceğimiz İstanbul’dan başladı. 24 Temmuz günü Balıkesir mitingindeydik. Tam da bu anlattığım toplumdan kopuk, çıkarcı ve güç odaklı yönetimin ülkemizi sürüklediği karanlık tablo içinde Balıkesir’de benim gördüklerimden bahsetmek istiyorum size. Elbette mitinge komşu illerden yakın illerden örgütümüzle katıldık. AKP trollerinin hızlıca devreye soktuğu meydanı kalabalıklaştırmak için Balıkesir’e otobüslerle insan taşındığı yönündeki iddialar -yani panikleri- anlatacaklarımın teyidi olabilir sadece. Kendi yöntemleriyle algı yaratmak, kötü yönetilen hatta yönetilemeyen ülkede sonunda kendi seçmenini de her anlamda mağdur eden iktidar için nafile bir çaba. Zira Urfa’dan, Kayseri’den Kars’tan otobüsler yoktu. Ama her yöreden gelenlerle uzun zamandır görmediğim inanılmaz bir coşku vardı meydanda. Örgütümüzün kararlılığı, inancı mitinge katılım sağlayan halkın coşkusuyla büyüdü. Orada; Soma’dan gelen emeği sömürülen maden işçileri, Ege’nin kazancı ve toprağı çalınan çiftçileri, işsiz gençleri, atanamayan öğretmenleri, doktorları, EYT’liler, kısaca her sınıftan halk vardı. Sıcağa, güneşin yakıcılığına rağmen omuz omuza, hınca hınç meydandan yükselen kararlılık vardı. Sesini duyuran, sesi duyulan binlere seslendi Kemal Kılıçdaroğlu.

Saraydakinin beğenmeyerek, yetersiz gördüğü için onu “bay Kemal” diye nitelendirmesine neden olan tüm içtenliği, hesapsızlığı, en önemlisi de sorunlar için vaatleri ve verdiği sözlerle seslendi. İktidarın, işbirliği içindeyken hesaplaşma haline düştüğü mafya babalarına, uyuşturucu baronlarına, tetikçilerine, şantajcılarına meydan okudu. Temiz bürokrasi, temiz ve dürüst siyaset için seslendi. Hedef alınan Cumhuriyetimizi savunurken ve Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için yola çıkarken benim en önemsediğimse, Cumhuriyetin ilk yüzyılında başarılar da kazanıldığını, acılar da çekildiğini belirterek «Başbakanlar, bakanlar idam edildi, gencecik evlatlarımız idam sehpalarında hayatlarını kaybettiler. ‹Bir sağdan, bir soldan olsun› dediler, gencecik evlatlarımızı astılar. ‹O ailelerle oturup konuşmak, helalleşmek zorundayız› dedim. Artık kucaklaşma zamanı» sözleriyle vurgulanan ve en çok ihtiyacımız olan kucaklaşma mesajı oldu.

Suçluyla hesaplaşırken ayrıştırılan, mağdur edilen, adalet arayanlarla, haksızlığa uğrayanlarla kucaklaşmak çok önemli. Farklı yaşamların, farklı düşüncelerin tümünü duymak, eşit görmek en çok ihtiyacımız olan yaklaşım. Gücünü kadim kültürümüzün zenginliğinden, halkların kardeşliğinden alan adil ve bağımsız yargıyla, bir arada yaşama kültürüyle kucaklaşarak daha iyi ve hakça bir düzen kurmak mümkün. En önce buradan başlayarak değiştirmek; aile sigortasıyla, sosyal devletle, sosyal adaletle ve eşit yurttaşlıkla şekillenecek bir barış düzeni için “bay Kemal” kürsüyü kendisinden önce yurttaşlarımıza bıraktı. Ve onların sözlerini milyonlara duyurdu. Liderliği, güç ve algıyla bir tutmuyor. O, içimizden biri; bizden biri olarak meydanlarda seslenmekle de kalmıyor. Dün emekli maaşlarına zam, bugün KYK borçları, yarın ÖTV indirimi için adım atıyor. Yozlaşmış kurumların önüne gidiyor. Somalı madencilerin çayını içiyor, evini ziyaret ediyor. Onları tekmeleyenlerin, Sivas’ın katillerinin ülkemizi en üst düzeyde temsil için onurlandırıldığı düzende haklıdan yana gerçek bir kucaklaşma için, yeni bir yönetim anlayışı için çalışıyor. Ben Balıkesir’de işte bu samimiyetin coşkusunu gördüm.

Erzurum’dan Roboski’ye

Kemal Kılıçdaroğlu’nun o meydanda verdiği söz, bir diğerinin “literatürde varsa özrü de biz dileriz” sahteliğinde kalmadı. Balıkesir mitinginin hemen ardından halkla kucaklaşmayı meclis tatili süresince grup toplantısını farklı illerde yaparak sürdürme kararı alan Kılıçdaroğlu Erzurum’dan seslendi. Milletvekili çıkaracak kadar oy alamadığımız bu kentte ekonominin ana damarlarından olan şeker fabrikası kapatılmış, hayvancılık ve tarım bitiş seviyesine getirilmiş durumda. Çözüm önerileriyle oradaydı Kemal Kılıçdaroğlu. Ama en önemli mesaj, Roboski aileleriyle buluşmasıyla geldi. Kendi iktidarında ülkesinin bir köyünü devletin savaş uçakları vurduktan sonra katledilen 35 can için “figüran” kelimesini kullanan kişinin literatürde pekala var olan özrünü duyan olmamıştı. Roboski’nin bir davası bile olmadı. Tek kişinin istediği hakaret davalarıyla mesai tamamlayan ülkemiz mahkemelerinde, Roboski için bir dava açılmasına gerek görülmedi.

Oysa CHP mecliste Roboski için adalet istemini hep dile getirdi. 11 Ocak 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde “Uludere” Alt Komisyonu kurulduğunda komisyonun adı bile amacını inkar ediyordu. Amaç devleti aklamaktı. Nitekim 6 Mart 2013’te alt komisyonun hazırladığı rapor, muhalefetin 3 ret oyuna karşı AKP’li 5 vekilin kabul oyu ile onaylandı. Hazırlanan raporda; “Kasıt yok, sivil irade ile yetkililer arasında koordinasyonsuzluk var” denilerek, konu kapatıldı. Parlamento çatısı altında çalıştırılmayan mekanizmalara karşı CHP, dönemin Genel Başkan Yardımcıları, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Siirt İl Başkanları ve yöneticilerinin aralarında olduğu heyetle bir araştırma yapmış ve hazırladığı raporla çarpıcı gerçekleri kamuoyuyla paylaşmıştı.

İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdürürken mecliste bu raporu yeniden gündeme getirerek adaletsizliğe defalarca değindim, önergeler verdim. Hepsi de, ülkenin tüm acıları gibi, görmezden gelindi. Adaletsizliğin kader olmadığını haykırmak için Toplumsal Bellek Platformu ile Roboski’ye gittiğimizde, katliamın üzerinden bir buçuk yıl geçmişti. O günden bu güne değişen hiçbir şey olmadı. İktidarın attığı tek adım, Roboski ailelerini çözüm sürecinin “figüranı” olarak Erdoğan ile Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses’in yanında kürsüye çıkartıp sahte gözyaşlarıyla aldatmak oldu. Şimdi 10 yılı aşıyor. Aynı yerdeyiz.

Helalleşme

Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme tanımıyla hukuk temelli bir adalet sistemini sağlayacak yüzleşme ve kucaklaşma vaadi çok önemlidir. Sivas’a, Roboski’ye, Başbağlar’a kimlik ya da din tercihiyle ayrım gözetmeden aynı mesafede eşit hak ve hukuk düzeni getirecek yeni bir iktidar vaadi bu! Bu vaadin gerçekleşmesi de, önce acıların paylaşılmasıyla başlar. Tüm dertlerin ve devletin başı, Kılıçdaroğlu’nun Roboski ziyaretine ilişkin “Bizim öyle bir helalleşme sıkıntımız yok. Çünkü biz bütün vatandaşlarımıza karşı her türlü yapmamız gerekenleri yaptık, yapıyoruz. Hele hele orada belediyeyi de biz kazandık” sözleriyle yanıt vermiş. Yani bir bölgede belediye kazanıldıysa figüranları öldürmekte bir sorun olmuyormuş. “Kazanmasaydık kayyum atardık” demiyor da “biz kazandık” diye övünüyor. Ailelerin kabul etmediği kan parasını da iki göstermelik ziyaretle “helalleşme” sayıyor. İşte bu açıklama ve bu açıklamanın hissettirdikleriyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun ziyareti arasındaki fark, Türkiye’nin geleceğini değiştirebilecek samimiyetle şekillenebilir ancak.

İşte benim durduğum yerden gördüğüm tablo böyle. Siyaset; sıfatları, koltukları, yerleri korumak için ya da görev değişimlerini kişisel yorumlayarak taraf değiştirmekle yürütüldüğünde fırsat odaklı kimi eleştirel çıkışlar kişiyi ve amacını aşan daha güçlü çıkar odaklarına yarar. Bu nedenle bu mücadelenin içinde kendi doğrularımı doğru yerde ve zamanda söylemeye devam ederek çalışmaya devam ederken gördüklerimi bu pencereden Balıkesir’den Erzurum’a gözlemleyerek paylaşmak istedim. Kötü düzeni değiştirmek değil de Cumhuriyet Halk Partisi’ne başkan olmak ya da nerede olursa olsun sıfatları kaybetmemek ilk tercih olduğunda, en kırılgan zamanda başka oluşumlar peşine düşenlerin başarısızlık ve hazımsızlıkları iktidarın zaaflarından çok gündem oluyor bu günlerde.

Başarısız çıkışlar taze kurulan partilerden kopuşlar, istifalar, iç kavgalarla sürerken yönü Cumhur ittifakına çeviren milletvekilleri de bize aslına rücu öyküsü sunuyor. Aslını inkar etmeyen bir liderin iktidar için çabasını yerinde bulduğumuz kimi adımlarıyla, sunuş yöntemiyle, söylemleriyle eleştirdiğimiz kurgusunu anlayarak, katkı koymak, olumlamak için sorumlulukla hareket etmek önemli. Tıpkı toplumun ihtiyacı olan umudu söndürmeden değişimin parçası olmanın önemli olması gibi. Benim siyasetten anladığım olağan üstü kırılganlıkta, dipsiz bir derin kirlilik içinde hangi sıfatı taşıdığımızdan çok nasıl ve nerede durduğumuzun tartışılmadığı tutarlılık ve sonuç odaklı emek.

Kendi gibi olan yükseliyor. “Bay Kemal” haykırmıyor, şatafat aramıyor. O dinliyor, düşünüyor, çalışıyor. Yanlış yaptığında söylüyor. Bu zor zamanda “Bay Kemal” olmak vicdan işi, namus işi. Bu zor zamanda yıkmak kolay, kurmak güç. Çok farklı kesimler için güvenilir olmak, kirletilen kavramlarla, yaftalarla başa çıkarken samimi bir dil geliştirmek, duyulmayanı duymak, söylenmeyeni söylemek ve benzemezlerin mayası olmak çok güç. Bu mayanın her kesim, her kimlik, her inanç için tutması şu dönemde steril ve kibirli siyah/beyaz keskin savlarda değil ara renklerde saklı. Hiçbir rengin eksik kalmaması için burada olmaya, gölgede kalanı söylemeye devam.

bir ters iki yüz dizlerinin üstünde
şimdi sen çaresiz mutsuzluklar örersin
bir usanç büyütürsün göğsünde
kilitlenmiş talihine elbet küsersin
çünkü mürai bir kandil akşamı gibi
günlerin sonu hep pişmanlık getirir
yosun tutar umudun nazlı dibi
içindeki hevesi başlamadan bitirir
anlayamazsın nerde yanlış yaptığını
elindeki pelteleşmiş anahtar
döndürür durmadan kendi sapını
ömründe kapanmaz derin girdaplar açar
sen gel bu oyunun kuralını değiştir
mutsuzluk ceza değil ehven bir iştir*

*Metin Altıok /Soneler