yuksel2

Yüksel Taşkın – İktidarın Yoksulluğu Derinleştiren Politikalarına Yanıtımız Güçlü ve Hak Temelli Bir Sosyal Devlettir

Yazıya basit bir soruyla başlayalım: Mevcut iktidar 18 yılda yoksulluk sorununu çözebildi mi? Yanıt çok açık: Hayır. Yoksulluğu aşmayı değil idare etmeyi tercih etti. Dahası bunu bir seçim stratejisine çevirdi. Milyonlarca yoksul ve yoksun vatandaşı keyfiliğe ve bağımlılığa mahkûm eden bu anlayış, iktidarda kalmanın en kolay yolu olarak görüldü.

Covid-19 krizi, yukarıda eleştirdiğimiz yaklaşımın ne denli adaletsiz ve yetersiz kaldığını sadece ülkemizde değil tüm dünyada da gün yüzüne çıkardı. Vatandaşlık değil yandaşlık temelli böyle bir zihniyetin aşılması, kamuyu önceleyen, hak temelli bir sosyal devlet anlayışının hayata geçirebilmesiyle mümkündür. CHP olarak en önemli önceliklerimizden biri sosyal devleti günümüz ihtiyaçlarına göre en yetkin biçimde inşa etmektir.

Üstelik bu vaadimizi belirsiz bir geleceğe havale etmiş değiliz. Yerel yönetimlerimiz, kapsayıcı ve hak temelli bir anlayışla Covid-19 krizinin derinleştirdiği sorun alanlarına hızlı ve yaratıcı biçimlerde müdahale ederek farkımızı ortaya koymaktadır. Covid-19 krizi patlak verdikten sonra sadece İstanbul’da İBB’nin bir 1 milyonun üzerinde haneye yardım dağıtması, yardımları kesmediğimiz gibi bize oy vermeyenleri de kapsadığımızı net biçimde ortaya koymaktadır.

Yoksulluk ve yoksunluğun fotoğrafı

Kendi yaklaşımımızı detaylıca ele almadan önce mevcut durumu ortaya koymakta yarar var: TUİK 2019 Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları verilerini açıkladı. Buna göre en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik dilim, toplam gelirin yüzde 46’sını alıyor. Yani toplam yüz ekmeğimiz varsa 46 tanesi sadece 20 kişiye gidiyor. En yoksul yüzde 20’lik diliminin eline geçen ekmek sayısı sadece 6,2. Bu rakam 2013’te de aynıydı. Yine TUİK verilerine göre nüfusumuzun yüzde 26,3’ü (Yaklaşık 22 milyon insan) “ciddi maddi yoksunluk” içerisinde.

Rakamlar bazen durumu anlatmaya yetmiyor. Biz aslında kaybolan hayatlardan bahsediyoruz. Bir türlü ayağa kalkamayan bir insanı düşünün. Ayağa kalkarsa hayatı başlayacak ama sırtında öyle yükler var ki bir türlü doğrulup kalkamıyor. İşte sosyal devlet bunun için var. Herkesin ayağa kalkıp yürüyebilmesi, hayatın büyük ve olağanüstü akışına karışabilmesi ve kendi hikayesinin kahramanı olabilmesi için. 

Pandemi koşullarında bu tablonun çok daha kötüleşeceğini, özellikle derin yoksulluğun daha da artacağını öngörmek zor değildi. Böylesi krizlerde çözüm merci kimdir? En başta kamu otoritesi, yani devlet. Devletin geçtiğimiz mart ayında uygulamaya soktuğu Sosyal Koruma Kalkanı programı kapsamında Covid-19 salgınının mağdur ettiği çalışanlara ve yoksullara verilen destek sadece 40 milyar TL. Üstelik bunun 32 milyarı İşsizlik Sigorta Fonu’ndan geldi. Hazineden gelen yardım sadece 6 Milyar TL. İki milyar da vatandaşlardan toplanan bağışlardan elde edildi.

Ağustosböceği misali milyarları betona gömen, dolar bazlı servet aktarımından başka bir şey olmayan Kamu Özel İşbirliği projeleriyle kaynaklarını çarçur eden iktidarımızın, kara gün için kenara koyduğu ak akçesinin olmadığı anlaşılıyor. Almanya’nın geçtiğimiz mart ayında 750 milyar avro değerinde bir kurtarma paketini yasalaştırdığını anımsadığımızda, ülkemizde etkin bir sosyal devlet olmadığı ve yurttaşlarımızın kaderlerine terk edildikleri acı biçimde görülmektedir.

Güçlü sosyal devlet hedefimiz

Oysa dünyada saygın devlet olmanın ölçütü değişiyor: Güçlü devlet sadece askeri kapasitesiyle övünen “milli güvenlik devleti” değildir. Belki ondan daha da önemli olan böyle durumlarda yurttaşını yalnız bırakmayan etkin “sosyal güvenlik devleti” olabilmenizdir.

Bizler CHP olarak her zaman güçlü bir sosyal devletten yana olduk. Bugün ne kadar haklı olduğumuz çok daha iyi anlaşılıyor. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun 19 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesi için yazdığı yazıda ortaya koyduğu, “Günümüzde yeni devletçilik güçlü sosyal devleti savunmaktır” tezi, önümüzdeki süreçteki politikalarımızın ana fikrini de özetlemektedir.

Güçlü sosyal devlet hedefini, CHP’nin 37. Olağan Kurultayı’nda kamuoyuyla paylaştığı ve delegelerin de oylarıyla parti politikası haline gelen İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin On Birinci Maddesi’yle de somutlaştırdık: “Güçlü sosyal devletin ilk adımı olarak Aile Destekleri Sigortası Kurumu kurulacaktır. Vatandaşlarımıza asgari bir gelir düzeyi mutlaka sağlanacaktır. Bu bağlamda Aile Destekleri Sigortası uygulamaya konulacak, bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecektir. Vatandaş devlet yardımlarını lütuf olarak değil hakkı olarak görecektir…”

Türkiye’de mevcut yoksulluk tablosu, gerçekçi önerileri zorunlu kılmaktadır. Aile Destekleri Sigortası, iktidarın samimiyetten uzak, çözümsüzlüğü kalıcılaştıran medyatik hayırseverliğine karşı en gerçekçi yanıtı oluşturmaktadır. Aileler, bu destekler sayesinde hane halkı geliri belli bir oranın altında kaldığı sürece keyfi müdahalelerden uzak, öngörülebilir asgari bir gelir elde edecekler. Üstelik bu aile gerçekliklerini dikkate alan dinamik bir uygulama olacaktır. Sözgelimi ailede engelli olması durumunda yardım miktarı ayrıca hesaplanacaktır.

Bu vaatlerimizi ortaya koyduğumuzda malum bir dış sesin “kaynak nerede?” dediğini duyar gibiyiz. İnanın kaynak var. Onu kamu yararına adilce kullanacak irade yok sadece. Son on ayda kamu 1 trilyon 800 milyar TL kaynak kullandı. Bunun ne kadarının sosyal devlet için değerlendirildiği asıl üzerinde düşünülmesi gereken sorudur. Görüldüğü gibi Aile Destekleri Sigortası’nın hayata geçmesi için gerekli olan şey kaynak değil politik tercihtir. O tercihi de kamuyu önceleyen CHP’nin yapacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Bu cümlelerden sosyal politika anlayışımızın yurttaşları borçlandırarak bağımlı kılma kültürünü kırmak üzerine kurulu olduğu net biçimde anlaşılmaktadır. Sosyal politikalar, yurttaşlarımızın kendi hayatlarına sahip çıkabilmeleri, özne haline gelebilmeleri için kaldıraç işlevi görecektir.

Haysiyetli bir hayat hakkı

Sosyal demokraside ideal olan her yurttaşın toplumsal faydaya katkı sunmasıdır. Unutulmamalıdır ki en haysiyetli çözüm, yurttaşın emeğiyle geçinebilmesidir. Eğer ülkemizi üretken hale getirerek işsizliği geriletemezsek bu haysiyet kırıcı bağımlılık ilişkisini asla ortadan kaldıramayız.

Yurttaşlarımızı haysiyetli bir hayata kavuştururken asıl yapmak istediğimiz onların üretkenliklerini, umutlarını harekete geçirmektir. Burada asıl yatırım yapılması gereken alan da çocuklar olmalıdır. Aileler, çocuklarının kendilerinden çok daha iyi yaşayacağı bir hayata dair önerileri samimiyetle kucaklarlar.

Demek ki bazı şeyler teknikle değil, tercihle alakalıdır. Kaynakları kimler için nasıl kullanacağınız siyasetin asıl can alıcı konusu olmalıdır. Bizler demokrasinin müreffeh bir toplum için olmazsa olmaz olduğunu savunuyoruz. Müreffeh, zengin bir toplumun da ürettiğini hakça bölüşen, eşitlikçi bir toplum olması gerektiğine inanıyoruz.

Bunun için mücadele etmeye, umudu büyütmeye değer…

*Yüksel TAŞKIN
CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
yuxelina@yahoo.com