Modern tarih boyunca teknolojik ilerlemelere bağlı olarak üretim süreçlerinde yaşanan her değişim, emeği ve emekçileri her zaman etkilemiştir. Yaşanan her teknolojik gelişme, üretimin ortaya çıkardığı refah ve zenginlikten çalışanların adil bir pay elde etme hakkından her zaman dışlamıştır.
Dijitalleşme, yapay zekâ, sanayi 4,0 (endüstri 4,0) ve bu yeniliklere bağlı olarak sürekli gelişen yeni teknolojiler, içinde bulunduğumuz yüz yılın en yoğun tartışılan konularından biri olarak dikkat çekmektedir. Öyle ki gündelik yaşamımız tamamıyla bu yeni teknolojiler ve dijital alt yapılara bağımlı hale geldi. Yaşamımızın her anını artık bu teknolojik gelişmelerden bağımsız olarak düşünemiyoruz. Bu dönüşümler ilerleyen yıllarda daha da hızlanacak ve kendimizi kuşkusuz yeni bir çalışma disiplini içerisinde bulacağız.
Bunun yanı sıra yeni teknolojiler ve Covid-19 salgınının etkisiyle de işin ve işyerlerinin organizasyonunu ve çalışma dünyasını da hızla değiştirmektedir. Herhangi bir iş yerine bağımlı bir sözleşme ile çalışmayan platform çalışanlar ile uzaktan çalışma ile mesai ve iş yeri kavramının belirsizleştiği güvencesiz ve esnek çalışma biçimleri hızla artıyor. Bu gelişim ve dönüşümler çalışanlar adına üç önemli soruyu gündeme getirmektedir.
Artık mevcut çalışma düzeninin sonuna mı geldik? Teknolojinin etkisi ile gelecekte işsiz mi kalacağız? Çalışanlar için adil bir dönüşüm ve insan onuruna yakışır bir çalışma hakkı nasıl sağlanacak?
Neoliberal yıkımın altında kalan emek
Neoliberal politikalar, çalışma yaşamını üç temel kural üzerinden düzenler. Birincisi esnek ve güvencesiz çalışma. Böyle bir çalışma rejiminde emekçiler her türlü güvenceden yoksun ve düzensiz bir emek sürecine maruz bırakılır. Güvencesiz ve esnek çalışmanın kuralları ise mevcut yasalar yolu ile düzenlenir. Öyle ki Türkiye’de mevcut iş hukuku işçileri korumaktan ve güvenceli bir çalışma disiplini sunmaktan çok uzaktır.
İkincisi ise örgütlenme hakkının tırpanlanmasıdır. Resmi verilere göre Türkiye’de her 100 işçiden 86’sının sendika üyeliği bulunmamaktadır. Ayrıca 21 yıllık AKP döneminde 21 grevi erteleme adı altında yasaklandığını da göz önünde bulundurduğumuzda, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı da bu dönemde fiilen ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Sendikalaşma ve toplu sözleşme önündeki engeller Türkiye’nin bir asgari ücretliler toplumuna dönüşmesine neden oluyor.
Üçüncüsü ise emeğin milli gelirden aldığı payının git gide küçülmesi, ücretlerin baskılanması yani ucuz iş gücünün piyasalarının yaygınlaştırılmasıdır. Ücretli emeğin gelirleri sürekli olarak düşerken, bu politikaların yarattığı büyümeden sadece ayrıcalıklı bir kesim zenginliğine zenginlik kattı. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak Türkiye’de emekçiler bu gelir adaletsizliğinden payını fazlasıyla aldı. 2020 yılından bugüne emekçiler ekonomik büyümeden aldığı pay 4 puan azaldı. Gelirleri azalan emekçiler yaşamını sürdürmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalmaktadır. Bu durumu sadece biz dile getirmiyoruz. Tüm dünya devletleri, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarda dile getiriyor. Zirveye çıkan gelir adaletsizliği ve derin yoksullaşma, patronlar kulübü olarak bilinen Dünya Ekonomik Formu toplantılarında dahi tartışılıyor. Tüm dünyada örgütlenmenin, daha güvenceli çalışmanın, adil bir ücret hakkının, vergide çalışanlar adına adaletin önemi vurgulanıyor.
Sonuç olarak AKP döneminde emek; ülke tarihinin en güvencesiz, en ucuz ve örgütsüz haldedir. Doğal olarak Uluslararası Sendikalar Federasyonunun açıkladığı Küresel Haklar Endeksi Raporu’na göre Türkiye’nin, işçi haklarının ihlal edildiği dünyada en kötü 10 ülke arasında yer alması da sürpriz olmuyor.
İşin geleceği ve yeni çalışma biçimleri; Platform çalışanlar ve uzaktan çalışma.
Dijitalleşme, her ne kadar istihdam kaybı ve bazı mesleklerin artık sonunun geldiği şeklinde tartışılsa da mevcut işin yeni çalışma biçimleri ile sürdürülmesi ve emeğin icrasının belli bir mekândan çıkarak yaşamın her alanına yayılması süreci olarak da tanımlanabilir. Açığa çıkan uzaktan çalışma ve kendi nam hesabına çalışanlar olarak değerlendirilen ‘’ platform çalışanlar’’ olarak tanımlanabilecek iki çalışma biçimi olarak yaygınlık kazanmıştır.
İki çalışma biçiminde de ortak sorunlar; mesai kavramının önemini yitirmesi, çalışmanın belirli bir mekândan kendini soyutlaması, güvence sorunu, sabit bir ücretin olmaması ve örgütlenme hakkının hemen hemen olmaması olarak değerlendirilebilir. Dijitalleşmenin etkisiyle uzaktan çalışma (çoğunlukla çevrimiçi ve fiziksel mevcudiyet dâhil olmak üzere hibrit düzenlemeler) iş organizasyonuna giderek daha çok hâkim olmaya başlıyor.
Bilgisayarın ve iletişim teknolojilerinin hâkim olduğu her mekân artık bir iş yeri olarak değerlendiriliyor. Düzensiz çalışma saatleri, çalışmanın günlük yaşamın her anında var olması, sürekli ve her an denetlenebilme ve çalışanların özel hayatlarının dahi kontrol altında tutulması uzaktan çalışmayı, daha esnek ve güvencesiz bir çalışma biçimi olarak karşımıza çıkarıyor.
Platform çalışma yani bir diğer ifadeyle ‘’GİG Ekonomisi ’ne’’ dâhil olarak çalışma, güvencesiz ve tipik bir atipik istihdam biçimi olarak son dönemde iş gücü piyasasında kendisine yer edinmektedir. Gig ekonomisi kavramı, bir bireyin kısa süreli işler bulmak ve yerine getirmek için, bir firma veya aracı, tarafından sağlanan bir uygulamaya veya internet sitesine erişim sağlayarak, ardından işi gerçekleştirdiği ve genellikle üç tarafın yer aldığı iş organizasyonunu açıklamak için kullanılmaktadır. Çalışanlar, uygulamaya veya internet sitesine akıllı cep telefonu, tablet veya bilgisayar aracılığıyla erişim sağlamakta ve ardından işi gerçekleştirmektedir. Bu çalışma biçiminde kişi yaptığı iş başına ücret elde edebilmekte, çalışmanın kendisi ise sürekliliğini yitiren bir organizasyon halini almaktadır.
Dijitalleşme, pandeminin de etkisiyle e-ticaret sektörünün de büyümesi ile birlikte ülkemizde de özellikle Moto-Kurye çalışanlar veyahut belirli bir mekâna bağlı kalmadan iş başı ücret ile çalışan çevirmenler, grafik tasarımı, sosyal medya hizmetleri vb. çalışma biçimleri, platforma çalışmanın en yoğun biçimleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Esnek ve güvencesiz istihdam biçimlerine ve artan uzaktan çalışmaya doğru büyük bir kayış görülmektedir. Dijitalleşmenin etkisiyle emeğin haklarını ve güvenceli bir işin geleceğini garanti altına alabilmek için kapsamlı bir sosyal politika anlayışına ihtiyaç vardır.
Bu sosyal politikalar; örgütlenme hakkı, iş güvencesi, adil bir ücret hakkı, sosyal güvenlik hakkı, işçi sağlığı ve güvenliği ve insan onuruna yakışır bir iş bağlamından farklı düşünülemez.
Adil bir dönüşüm ve insan onuruna yakışır bir iş için ‘’EMEK 4,0’’
İçinde bulunduğumuz yüz yılda ve gelecek yıllarda dijitalleşmenin ve 4. Sanayi devriminin yeni bir sömürü ve eşitsizlik aracı olarak değil emeğin hakları ve çıkarlarının korunduğu bir sistem olarak inşa edilmesi gerekliliği karşımızda durmaktadır. İnsan hakları evrensel beyannamesine göre; ‘’ Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır’’.
Çalışmak bir insan hakkıdır ve çalışanların işini korumak, geleceğini garanti altına almak ancak ve ancak doğru sosyal politikaları uygulamaktan geçmektedir. İçinde bulunduğumuz dijital dünyada ve sanayi 4,0’ın teknolojide yarattığı köklü değişimlerde göz önüne alındığında; çalışanların bu dönüşüm sürecinde adil bir geçiş sistemine ve insan onuruna yakışır bir işe sahip olması zorunluluktur.
Bu durumda Endüstri 4,0 devrimini, Emek 4,0 politikaları ile tüm çalışanlar adına daha eşitlikçi, daha adil ve daha güvenceli hale getirmeyi amaçlıyoruz. İkinci yüzyılda, enflasyona dayalı büyümeyi ret eden, yoksullaşmayı ve gelir eşitsizliğini ortadan kaldıran yeni bir ekonomik sistem inşa edeceğiz.
Her şeyden önce, dijital dönüşümün halkın daha iyi bir yaşam beklentisine yanıt üretebilmesi gerekmektedir. Avrupa’da kimi ülkelerde haftalık 4 günlük mesai uygulamasına geçilmiştir. Dijital dönüşüm sayesinde daha çok kazanıp daha az çalıştığımız bir çalışma yaşamını tasarlayabilecek adımların atılması için gerekli çalışmalar yapılacaktır. Yine, emek gücünün dönüşüm sürecinde yeni biçimlerde ortaya çıkabilen sömürü dalgasından korunmasını sağlayacak, dijital becerilere sahip olmayanların toplumsal nimetlerden daha az faydalanmasının önüne geçecek politikalar üretilmesi için gerekli adımlar atılacaktır.
Emeğin haklarının korunmasına ve geliştirilmesine yönelik vergi politikalarıyla, işgücü piyasasında kamunun izleyeceği korumacı yaklaşımlarla emeğin haklarının garanti altına alınacağı, iş kaybına karşı yeni mesleki yetkinliklerin kazandırılacağı bir dönüşüm süreci gerçekleştirilecektir. Bu doğrultuda emeğin ve işin geleceğini güvence altına alabilmek için “adil geçiş programları’’ uygulaması devreye sokulacaktır.
Mevcut iş hukuku, işçilerimize iş güvencesi sağlamaktan uzaktır. Çalışanların haklarının korunması için tüm tarafların katılımıyla yeni bir ‘’Temel İş Güvencesi’’ başlığı ile yeni bir iş hukuku hayata geçirilecektir.
Sendikaya üyelik hakkı, toplu sözleşme hakkı ve grev hakkı bir bütün olarak kabul edilmelidir. Örgütlenme hakkı Türkiye’nin de imzalamış olduğu ILO normlarına uygun bir hale getirilecektir.
Mevcut iş kanununda yer alan; çağrı üzerine çalıştırma, kısmi süreli çalıştırma ve uzaktan çalıştırma gibi esnek istihdam modelleri yerine güvenceli istihdam modelleri esas alınacaktır.
Uzaktan çalışmanın esasları, yönetmelikler veya ucu açık tebliğler ile değil – kesin ve net bir şekilde belirlenecektir. Ayrıca uzaktan çalışmanın neden olduğu düzensiz çalışma saatleri ve sınırsız mesai kavramının önüne geçilmesi için ‘’ çalışanlara ulaşılamama’’ hakkı yasal olarak güvence altına alınacaktır.
Platform çalışanların iş güvenceleri garanti altına alınacaktır. Platform çalışanları iş hukukunun kapsamına dâhil edilecek, güvenceli çalışma hakkı yasal olarak tanınacaktır.
Kısacası, Endüstri 4,0 devriminin ve dijitalleşmenin geçmiş dönemde olduğu gibi emeğin hakları ve emekçiler üzerinde yeni bir yoksulluk ve sömürü düzeni kurmasını değil, emekçilerimizin daha adil bir bölüşüme, daha güvenceli bir geleceğe sahip olması için gerekli politikaları hayata geçireceğiz.