Vecdi Sayar – Sanatsız Eğitim

Eğitim, ülkemizin en temel sorunlarından biri. Sosyal demokrat politikalar içinde de öncelikli bir başlık. Çünkü eğitim alanında geri kalmış, iyi yetişmiş kadrolara sahip olmayan bir ülkede ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleşemeyeceğini, bilinçli yurttaşların var olmadığı bir ülkede demokrasinin kurum ve kurallarının sağlıklı işlemesinin mümkün olmadığını biliyoruz. 

Eğitimde önemli olan nicelik değil, nitelik… Yüzlerce üniversite kurulması, eğer o kurumlarda yeterli donanıma sahip öğretim elemanı yoksa, hiçbir şey ifade etmiyor. Bugün, ülkemizin eğitim politikasının temel hedefinin, tek sesli bir toplum yaratmak olduğunu görüyoruz. Din temelli bir kültür politikasının -anaokulundan başlayarak- öğretimin tüm kademelerinde uygulanmaya başlaması, meslek liselerine ağırlık veriyoruz diyerek orta öğretim kurumlarının imam hatiplere dönüştürülmesi, dini nitelikte ‘zorunlu seçmeli’ derslerin sayısının giderek artması, güzel sanat liselerinin sayılarının azalması tehlikeli bir yola girildiğinin göstergesi.

Eğitimi, örgün eğitim ve yaygın eğitim diye iki ana başlıkta ele aldığımızda, iki alanda da din faktörünün ağırlık kazanmaya başladığını görüyoruz. Örgün eğitim müfredatında önemli değişiklikler yapılıp bazı derslerde din adamları görevlendirilirken; yaygın eğitim alanı, vakıflar ve cemaatlere teslim ediliyor. Sorgulayan bir gençlik yerine, muhafazakar ve itaatkar bir gençlik yetiştirmek için tasarlanmış kapsamlı bir politika bu. Elbette, adım adım uygulanıyor.

Eğitimde sanatın rolü

Bu ortamda, sanattan söz açmak ne denli gerçekçi diye sorulabilir. Yanıtlayalım… Sanattan yoksun bir müfredat -zaten çok az ders saatine sahip olan müzik ve resim derslerinin seçmeli hale getirildiğini, pek çok okulda öğretmen yokluğu nedeniyle bu derslerin de yapılamadığı bilinmekteyken- gençlerin dünyayı algılama, yorumlama yeteneğinin gelişiminin önünde ciddi bir engeldir. Sanat, düşüncenin düzenin baskısından kurtulmasının temel güvencesidir; herkesten farklı düşünebilmeyi, olgulara farklı açılardan bakabilmeyi öğretir ve ufkumuzu açar. Bilinç düzeyini olduğu kadar bilinçaltını da etkileme gücüne sahiptir. Akla olduğu kadar, hatta daha fazla, duygulara hitap eder. Bu açıdan, telkinden, propagandadan çok daha etkindir. Özgür düşüncenin güvencesidir, bir bakıma. 

Sanat derslerinin, öğretim programlarında matematik kadar, tarih, coğrafya kadar hayati bir yeri vardır. Çünkü o, yaratıcı düşünceyi kışkırtır; klasik eğitimin sınırlarını aşmamızı sağlar. İnsanın öğrenme kapasitesinin en yoğun olduğu dönem, 14 yaşına kadar olan çağdır. Bu dönemde çocuğun beynini abur cubur bilgilerle doldurmak yerine, merak duygusunu ve yaratıcılığını güçlendirecek sanat ürünleriyle tanışmasını, sanat etkinliklerine katılımını sağlamak çok daha yararlıdır.

Uzmanlar, orta öğretimin amacının bilgiye ulaşma, analiz etme, değerlendirme ve sentez yeteneği kazandırmak olduğunu söylüyor. Bu dönemde çocuğun yaratıcı düşünme yeteneğinin geliştirilmesi, temel bilimsel olgularla tanıştırılması kadar önem taşır. John Freeman, yaratıcı olmayı, dünyaya yeni ürünler ya da düşünceler sunabilmek olarak tanımlar. Yaratıcılığın, zeka ve zihin yeteneklerine indirgenemeyen boyutları var. Bunlar, toplumsal kişilik/karakter ile toplumsal/kültürel yapı özellikleri olarak tanımlanıyor. Toplumsallaştırma/kültürleme süreciyle bireyleri hayattaki rol ve görevlerine hazırlayan aile, eğitim, iş hayatı gibi kurumlar, dünyanın a) geçmişte yaratılmış, b) şimdi yaratılmakta olan yani sürekli değişen, c) gelecekte yaratılacak olduğu görüşlerinden birini kazandırır gençlere. Geçmişe yönelik bir dünyada yetişen bireyler dünyanın değişmezliğine inanır; güncele yönelik bir eğitim, düzene uyum hedefine yöneliktir. Günümüzün eğitim programları, toplumsal değer ve normlara uyumlu bireyler yetiştirmeyi hedefler. Geleceğe yönelik bir eğitim anlayışı ise, çocuğu bilinmeyeni merak etmeye, keşfetmeye, koşulları değişebilir olarak görmeye yönlendirir. Bu da, çocuğu erken yaşta yaratıcı düşünce ile tanıştırmakla, yani sanatla beslemekle sağlanabilir. 

Sosyal psikolog Irwing Taylor’a göre, insan yaratıcılığı şu gruplarda toplanır: Dışavurumcu yaratıcılık (çocuk resimlerinde), üretici yaratıcılık (meslek dallarında), buluşa dayalı yaratıcılık (bilimde) ve gelişmeci yaratıcılık.  Amerikalı filozof ve eğitimci John Dewey, 1938 tarihli “Deneyim ve Eğitim” adlı kitabında, çocukta sanat eğitimi yoluyla yaratıcılığın kazandırılmasını savunmuştur. Franz Cizek de “Çocuk ve Sanat” adlı kitabında, yaratıcılık yeteneğinin geliştirilmesinin, okul sonrası yaşamda bireye yön vererek, başarıya ulaşmasında etkili olabileceğini söylemiştir. Sanat etkinliklerinin, çocuğa kendini ifade etme yeteneği kazandırılmasında olduğu kadar, ortak iş yapma ve bundan haz alma yeteneği kazandırmakta da etkili olduğu bir gerçektir.

Genç yaşta kazanılan sanat sevgisi ve becerisi, çocuğun ileriki yaşlarda bir sanat dalını meslek olarak seçmesine yol açabileceği gibi, başka meslek seçse de, çok yönlü düşünme yeteneğini kazanmasına, iyi bir dinleyici/okur/seyirci olarak yaşamını sürdürmesine neden olacaktır. Sanatla hiç ilişki kurmamış nice mühendis, doktor, hukukçu, hatta bilim insanı tanımışızdır. Oysa bilim–sanat ilişkisi, sanıldığından güçlü bir ilişkidir. Tüm yaşamı boyunca sanatsal çalışmaları ile bilimsel buluşlarını bir arada sürdüren Leonardo da Vinci, bir resim meraklısı olan Louis Pasteur gibi pek çok örnek verilebilir.

Tarihte yolculuk

İspanyol eğitimci Francisco Ferrer’in 20. yüzyılın başında kurduğu ‘Modern Okul’, bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Doğal yeteneklerine yabancılaşmamış, önyargılarından kurtulmuş bireyler yetiştirmeyi hedefleyen ‘Modern Okul’un müfredatında, tarih boyunca yaşanan güçlükler ve zulümler, insanlığın gelişim yolunu aydınlatan bilim ve sanat insanlarını tanıtan dersler yer alır. Ceza ve sınav mekanizmalarının devre dışı olduğu bu sistemde, merak duygusunun güçlendirilmesi ve yaratıcılığın kışkırtılması için sanatın farklı dallarına yer verilir.

Devrimci eğitim politikaları tarihinin en ünlü ismi, 1746-1827 tarihleri arasında yaşamış olan İsviçreli pedagog Johann Heinrich Pestalozzi’dir. Geometrik şekiller ve ölçü kavramlarının, öğrencinin düşünce, araştırma ve yaratma yeteneğinin gelişmesinde etkili olduğunu savunan Pestalozzi, sanat eğitiminin -öğrencinin zeka düzeyini geliştirerek- genel eğitime katkı sağlayacağını savunmuştur.

Amerikalı eğitimci Richard Doornek, ilk ve orta öğretimde sanat derslerinin müfredata alınmasıyla, öğrencilerin devamlılık ve başarılarının arttığını yaptığı deneylerle kanıtlamış; Harley Adams, sanat yapıtlarının incelenmesinin, yaşamdan daha fazla haz almamızı sağlayacağını söylemişti. İngiliz eğitimci Catterson Smith, sanatsal yaratıcılıkta belleğin rolü üzerinde durmuş; öğrencilerine resim çalışmalarını gözleri kapalı olarak yaptırarak belleklerini güçlendirmelerine yardımcı olmuştu. Fransa’da 1833’de çıkan bir kanunla, resim ilkokulların müfredatına zorunlu ders olarak alınmıştı.  

Ülkemizde ise, İstanbul Muallim Mektebi yüksek kısmı eğitmeni Selim Sabit Efendi’nin “Rehnüma-i Muallimin” adlı yapıtı, ilk öğretim bilgisi kitabı olarak kabul edilmektedir. Bu kitap, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Köy Enstitüleri dahil, tüm öğretmen okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur. Kitapta, sınama yanılma, taklit yoluyla öğrenme, bellek eğitimi gibi yöntemlere yer verilmiştir.

Köy Enstitüleri, eğitim felsefesini öğrencinin doğal çevresi ile ilişkisinin kopmaması üzerine kuran ve sanatı öğretim sürecinin bir parçası olarak değerlendiren eğitim kurumlarıydı. Bu deneyim, Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde, 17 Nisan 1940 tarihli yasa ile hayata geçirilmiş ve 1946’da Hasan Ali Yücel’in bakanlıktan istifasının ardından büyük ölçüde gücünü yitirerek, 1953’te Demokrat Parti iktidarı tarafından kapatılmasına kadar devam etmiştir. Köy Enstitüleri’nin eğitim programı zanaat eğitiminin yanı sıra sanat alanlarında da eğitimi içermiştir. Müzikte Doğu ve Batı sazlarına eşit ağırlıkta yer veren program çerçevesinde, öğrencilerin yazı ve resim yeteneklerinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Bu okullardan mezun olan öğretmenler arasından ülkemizin büyük yazarlarının çıkması bir rastlantı değildir. Ne yazık ki, son yıllarda sanat, ilk ve orta öğretim müfredatlarında yok denecek bir konuma indirgenmiştir.

Sanat eğitimi

Platon’dan bu yana pek çok düşünür eğitim felsefesi üstüne düşünmüş, kuram üretmiştir. Antik dönemden Rönesans’a kadar, usta-çırak ilişkisi bağlamında sürdürülen sanat eğitimi, İtalya ve Fransa’da ‘Akademi’lerin kurulmasıyla, profesyonel bir nitelik kazanmıştır. 15. yüzyılda Cosimo de Medici tarafından kurulan ‘Platon (Eflatun) Akademisi’ ve ‘Floransa Akademisi’ ilk sanat eğitim kurumları olarak kabul edilir. Platon öğretisi ve Dante’nin yanı sıra resim sanatının inceliklerinin öğretildiği bu Akademi’nin ardından, 16. Yüzyıl’da Perugia, Napoli, Roma, Bologna, Venedik’te birden fazla sanat dalını bünyelerinde barındıran akademiler ve Fransa’da şiir ve müzik üstüne ‘Saray Akademisi’, 17. yüzyılda ‘Kraliyet Akademisi’ , 18. yüzyılda ise ‘Fransız Akademisi’ kurulmuştur.

Uzun yıllar dini ve sivil otoritenin –yani kilisenin ve aristokrasinin- denetiminde, kuralcılığın, tutuculuğun kalesi olarak varlığını sürdüren Akademi’nin, özerkliğini elde etmesi için, Burjuva Devrimi’nin ve sanayileşmenin beklenmesi gerekmiştir. 18. yüzyıldan sonra kurulan akademilerde, esin kaynağını Yunan mitolojisinden alan Rönesans’ın getirdiği klasik çalışma programları uygulanmıştır. 18. yüzyılda Fransa’da açılan “Güzel Sanatlar Okulları”nda, klasik sanat bölümlerinin yanı sıra, uygulamalı sanatlar, endüstriyel sanatlar ve mimarlık bölümleri vardı. Akademi, empresyonistlerin de aralarında bulunduğu pek çok sanatçı grubu tarafından eleştirilmiş; sanat eğitimi, 20. yüzyıl başlarında atölyelere kaymaya başlamıştır. 20. yüzyılda, Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus Okulu’nda, sanatla zanaat arasındaki farkı ortadan kaldıran bir eğitim modeli, temel sanat eğitiminde devrimci bir yaklaşım ortaya konulmuştu. Endüstri çevreleri ile iletişim içindeki Bauhaus Okulu günümüzün sanat ve tasarım üniversitelerinin fikir babası oldu diyebiliriz.

Ülkemizde sanat eğitiminin başlangıç tarihi olarak, 1793 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu Mühendishanesi’nde ve Harbiye Mektebi’nde doğa gözlemine dayalı resim eğitimi verilmesi gösterilir.  1875 yılından itibaren resim dersleri askeri liselerde yaygınlaşmış; 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’si Osman Hamdi Bey tarafından kurulmuş; bu okul daha sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne -şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi- dönüştürülmüştür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında -1924’de- kurulan Musiki Muallim Mektebi, daha sonra Ankara Devlet Konservatuarı adını almış, müzik ve tiyatro eğitiminde yeni bir çığır açarak, ülkemize çok sayıda değerli sanatçı ve eğitmen kazandırmıştır. Bu süreçte Carl Ebert, Paul Hindemith, Dame Ninette de Valois gibi değerli hocaların katkıları unutulmaz. Günümüzde hemen her ilde kurulan üniversitelerde güzel sanatlar fakültelerinin açılmış olmasını, eğitmen kadrosunun yetersizliği nedeniyle, bir ilerleme olarak kabul edemiyoruz. Sinema gibi bir bölüme özel yetenek sınavı yapılmaksızın öğrenci alımı yapılması gibi garabetler de bunun cabasıdır. Yaygın eğitim alanında da ebru, minyatür v.b. geleneksel sanat ve zanaatlere ağırlık veren, çağdaş sanatı sanatları dışlayan bir anlayış egemen. Oysa Atatürk’ün kurmuş olduğu Halkevleri’nin yaygın sanat eğitimi alanında çok etkili olduğunu ve bu kurumlardan çok sayıda sanatçı yetiştiğini biliyoruz. 

Ne yapmalı?

Özetle, “eğitimde sanat” alanında da, sanat eğitimi alanında da olmamız gereken noktanın çok uzağındayız. Merkezi hükumetin tutumu ortada… Peki, yapılabilecek bir şeyler yok mu? Demokrasi, katılım, adalet, eşitlik, özgürlük, barış, insan, doğa ve hayvan hakları gibi kavramları öğrenmek için çok elverişli bir araç olan sanattan yoksun kuşaklar mı yetiştireceğiz?         

Bu satırlar yazılırken, koronavirüs salgını nedeniyle bazı üniversitelerimizde on-line uygulamaya geçiliyordu. Sanat eğitiminin de bu yöntemle yapılma olanağı vardır. Böylelikle, dijital ortamda mevcut olan pek çok veriden yararlanmak mümkün olacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan böyle bir uygulama bekleyemeyeceğimize göre, yerel yönetimler bu ihtiyaca cevap verebilir. Kültür merkezlerindeki kurslar geliştirilebilir; nitelikli okur, dinleyici, seyirci yetiştirmeyi hedefleyen seminerler düzenlenebilir; ülkemizin değerli sanatçılarının ve eğitimcilerinin işbirliği ile CD paketleri hazırlanabilir ve dijital ortamda on-line seminerler gerçekleştirilebilir; pilot bölgelerde özel okullarla işbirliği yapılarak seçmeli ‘sanat kültürü’ dersleri hayata geçirilebilir. Bu uygulamalar, önümüzdeki iktidar yolculuğuna ışık tutabilir; tutarlı bir sanat politikasının belirlenmesine öncülük edebilir. Tabii, bu konuyu ciddiye alıp denemeye değer bulacak parti sorumluları ve yerel yöneticiler varsa…

*Vecdi SAYAR
Sanat Yönetmeni, Eleştirmen
vecdisayar@yahoo.com

Kaynaklar:

“Özgür Eğitim” Francisco Ferrer, 2014 Pales Yayınları;

“Yaratıcılık ve Eğitim” Yayına Hazırlayan: Ayşegül Ataman, 1993 Türk Eğitim Derneği;

“Çocuk ve Sanat” Editör: Nida Nevra Savcılıoğlu, 2003 Okuyan Us;

“Plastik Sanatlar Eğitiminin Gelişimi” Mutlu Erbay, 1997 Boğaziçi Üniversitesi;

“Sanatlar ve Toplumsal Etkileşim” Editör: Mukadder Çakır Aydın, 2009 E Yayınları;

“Türkiye’de Kültür Politikaları” 2001 Kültür Girişimi;

“Kültürel Açıdan Avrupa Birliği’ne Yaklaşım Sempozyumu” 2003 Kültür Girişimi.