Anadolu toprakları ve onun yakın çevresindeki alanlar 700 yılı aşkın süredir devlet geleneği ile var olduğumuz geniş bir coğrafyayı oluşturmaktadır. Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Mücadelemiz, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Lozan Antlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması etaplarından oluşan tarih kesiti içinde geriye baktığımızda, bu coğrafyada en çok toprak kaybettiğimiz bölge Ortadoğu’dur. Birinci Dünya Savaşı ertesinde Ortadoğu bölgesinde meydana gelen gelişmeler de Türkiye’yi hep yakından ilgilendirmiş, etkilemiştir. Ortadoğu bölgesi tüm bu nedenlerden ötürü Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasında önemli bir konuma sahiptir.
Dış politikada “Stratejik Derinlik” etkisi
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin 2002 yılında seçimleri kazanmasından itibaren bugüne dek geçen süre zarfında Türkiye’nin Ortadoğu politikasının her zamankinden daha çok öne çıktığı, bölge sorunlarıyla daha yakından ilgilenildiği, Türkiye’nin dış politikasının başarı sayfalarından birinin Ortadoğu’da izlenen dış politika olduğu sıklıkla dile getirilen bir iddiadır. Anılan döneme damgasını vuran dış politika uygulamalarının dayanağını Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabın oluşturduğu söylenir. Prof. Davutoğlu Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili olarak izlemesi gereken politikayı tanımlarken kitabında aşağıdaki ifadeyi kullanır (1):
“Ortadoğu politikasında başarılı olmanın asgari şartları Ortadoğu’yu jeokültürel ve jeoekonomik olarak kuşatan sağlam bir strateji, diplomatik ve askeri taktiklerin koordinasyonunu sağlayacak esnek bir dış politika ve bu bölgenin küresel politikalardaki etkisini değerlendirebilen basiretli bir kademelendirme becerisidir.”
13 Temmuz 2011 tarihinde TBMM’de güvenoyu alan 61. Hükümet’in programına baktığımızda ise, bu anlayış daha somut bir ifade ile dile getirilmektedir (2):
“Derin tarihi ve kültürel bağlarımızın bulunduğu Ortadoğu ile ilişkiler ülkemizin dış politikasına güç katan önemli bir stratejik unsurdur. Hükümetimiz, Ortadoğu’yu çatışmaların, savaşların, geri kalmışlığın, fakirliğin, kötü yönetimlerin değil, tarihte olduğu gibi barış, istikrar, refah ve medeniyetin merkezi olarak görmek istiyor.
…
… Nihai istikrarın ancak yönetimlerin meşruiyetlerini halktan aldıkları sistemlerle sağlanabileceği anlayışıyla, kardeş bölge halklarının meşru taleplerinin karşılanacağı reformların gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz ve özellikle, Suriye, Libya, Mısır, Tunus ve Yemen’de, bir an evvel iç barış, huzur ve istikrarın tesis edilmesi için ikili ve çok taraflı boyutlarıyla aktif bir politika izliyoruz, izleyeceğiz.”
Bugün Ortadoğu’da Türkiye’nin Suriye, İsrail, Libya, Mısır ve Yemen’de Büyükelçisi bulunmamaktadır. Bu da Türkiye’nin bu bölgede son yıllarda “sağlam bir strateji” ve “esnek bir dış politika”yı basiretli bir beceriyle kademelendiremediğinin en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır.
Uluslararası değişimlere verilen doğru/yanlış tepkiler
- yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başlarında dünya uluslararası siyaset sahnesini köklü biçimde etkileyen iki önemli sistemik değişim yaşanmıştır. Bunlardan birincisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin 1991 yılında yıkılmasıdır. İkinci önemli gelişme ise 2011 yılından itibaren Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesinde yer alan ülkelerdeki totaliter ve anti-demokratik rejimlere karşı halk ayaklanmalarının başlamasıdır.
Türkiye, birinci sistemik değişikliğin yarattığı etkilere karşı yerinde, zamanında ve doğru tepkileri verebilme becerisini göstermiş, SSCB’nin yıkılması ertesinde yeni bağımsızlığını kazanan ülkelere karşı “ikili ve çok taraflı boyutlarıyla aktif bir politika” izlemiştir. Bu dönemde Türkiye hem ABD’nin, hem diğer NATO müttefiklerinin önünde giden, kendi izlediği aktif politikalarla ABD ve NATO’ya da ilham kaynağı olan bir dış politika başarısı göstermiştir. Tüm Sovyet ardılı yeni bağımsız Cumhuriyetlerle diplomatik ilişkiler kurulması; bu ülkelere ticari ve ekonomik heyetler gönderilerek onların dünya ekonomik sistemine entegre olmalarına katkı sağlanması; BM, AGİT, Avrupa Konseyi gibi kuruluşlara üye olmalarına yardımcı olunması ve NATO ile ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesi hep Türkiye’nin ön alan gayretleri sayesinde gerçekleşmiştir.
Aynı başarının 2011 yılında yaşanan ikinci sistemik değişiklik ertesinde gösterildiğini savunmak güçtür. Çarpıcı olan nokta, birinci sistemik değişikliğin yaşandığı Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin dış politikasının hep Sosyal Demokrat Dışişleri Bakanları tarafından yönetilmiş olmasıdır (3). 2011 yılında yaşanan ikinci değişiklik sonrasında ise Türkiye’nin izlediği dış politikanın tüm dünyada eleştiri konusu haline gelmesinin sebebi AKP’nin izlediği çizgidir.
Peki neden böyle oldu? Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerinde değişen neydi ki dış politikamızın bölge politikasında başarı grafiği bu şekilde düşüşe geçti ve eleştiri oklarının hedefi haline geldi?
Birinci neden, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili olarak izleyegeldiği tutarlı ve istikrarlı dış politikada gözetilen temel prensipleri AKP’nin değiştirmesidir. AKP ile birlikte Türkiye’nin Ortadoğu politikasında görülen en önemli değişiklik, bölge sorunlarında ve bölge ülkelerinin gerek iç, gerek ikili meselelerinde taraf tutan bir politika izlenmeye başlanması olmuştur. Örneğin Türkiye, İsrail Devleti kurulduğunda onu ilk tanıyan ülkeler arasında yer almıştır. İsrail ile olan ikili ilişkilerimiz zaman içinde inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve yavaş gelişmiştir. Ancak bu ülkeye ilk Dışişleri Bakanı ziyaretini de 1993 yılında Hikmet Çetin gerçekleştirmiştir. Arap ülkeleri ile İsrail arasında daima dengeli ilişkiler sürdürmesine yardımcı olan bu politika aslında Türkiye’nin bölgede izlediği tarafsızlık ilkesine olan sadakatinin göstergesidir. Oysa Prof. Davutoğlu bu politikayı “Arap kamuoyunda Türkiye’nin sömürge ülkelerinin bölgedeki stratejik ortağı olarak görülmeye başlanması”na örnek olarak gösterir (4). Davutoğlu, II. Körfez Savaşı sırasında Irak’a yapılan müdahalede İncirlik üssünün Türkiye tarafından askeri operasyonlara açılmasının bölgede “Batılı güçlerin desteğiyle Ortadoğu’da operasyonlara girişen Türkiye imajı”nın uyandırılmasına yol açtığını, “İncirlik çıkışlı her askeri operasyonun Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki gerilimi artırıcı bir etki yaptığını” savunur (5). Davutoğlu, kitabında benzer eleştirileri Türkiye’nin NATO üyeliği olgusuna bağlı olarak da dile getirir ve Ortadoğu’da etkin olabilmesini engelleyen faktörleri hep “herhangi küresel bir blokun ya da gücün bölgedeki uzantısı olduğu imajı” ile açıklamaya çalışır (6).
Dolayısıyla, AKP’nin Ortadoğu bölgesinde izlediği dış politikanın temelinde, Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini olumsuz etkilediği, Türkiye’nin bölgede ABD’nin ve NATO’nun bir uzantısı ya da başka ülkelerin hesaplarının “pivot ülkesi” gibi görüldüğü iddiaları yatar. Bu yaklaşım, Türkiye’nin gerek ABD ile olan ikili ilişkilerinde, gerek NATO üyesi olarak yerine getirmesi gereken çok taraflı yükümlülüklerinde farklı politikalar izlemeye başladığı bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Özellikle 2010 yılında yaşanan “Mavi Marmara olayı”ndan sonra Türkiye’nin NATO’nun Akdeniz Diyaloğu (AD) programı içinde İsrail’i kapsayan her türlü proje, tatbikat ve girişimi engelleyen bir tavır takınması, 2012 yılında Chicago’da yapılan NATO zirvesine İsrail’in AD ortağı sıfatıyla davet edilmesini dahi engellemesi doğal olarak ABD ve diğer NATO ortakları gözünde Türkiye hakkında giderek olumsuzlaşan bir algıya sebep olmuştur.
Türkiye’nin NATO üyeliğinin Ortadoğu ülkelerinde olumsuz imaj yarattığı savı yanlış bir kavramsal kurguya dayanır. Özellikle SSCB’nin yıkılmasından sonra NATO’nun “alan dışı faaliyetleri” olarak adlandırılan barışı koruma etkinliklerine katkısı artmıştır. Ancak bu tür bir müdahale Ortadoğu’da hiç bir zaman gerçekleşmemiştir. Aksine NATO; Ortadoğu ve Körfez ülkeleriyle kurumsal ilişkilerini geliştirmek için Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi adı altındaki programlarıyla Ortadoğu’da güvenlik ve istikrara katkıda bulunacak bir arayış içinde olmuştur. Bölgeye olan coğrafi ve kültürel yakınlığı nedeniyle, Ortadoğu’da barış, istikrar ve refahın gelişmesini öncelikli addeden Türkiye’nin de NATO’nun bu misyonuna ve programlarının işlerliğine en önemli katkıyı sağlayabilecek ülke olarak görülmesi gerekir (7).
Türkiye’nin, sadece müttefikleri gözünde değil aynı zamanda “oyun kurucu” ve “düzen sağlayıcı” olmayı hedeflediği Ortadoğu bölgesindeki komşularının bakış açılarında da giderek olumsuzlaşan bir görünüme sahip olmasının ikinci nedeni, -yukarıdaki arka planın yanı sıra- özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesinde başgösteren halk ayaklanmaları sırasında izlediği tutumdur. Bu tutum Türkiye’yi bir yandan Batı ve genel anlamda tüm uluslararası toplumdan uzaklaştırırken, bir yandan da bölge ülkeleri nezdinde farklılaşan bir konuma doğru savurmuştur. Bunun da sonucunda, “değerli yalnızlık” gibi ne anlama geldiği bir türlü anlaşılamayan bir kavram ortaya atılmış, ancak her hal ve karda Türkiye, izlediği Ortadoğu politikası nedeniyle, giderek yalnızlaşmıştır.
Suriye politikası
En derin ve temel ayrılık Suriye konusundadır. Türkiye Suriye’de yaşanan ve artık bir iç savaşa dönüştüğü inkar edilemeyen durumun başlıca sorumlusu olarak gördüğü Esad rejiminin yıkılmasını bu ülkedeki durumun düzelmesi için temel koşul olarak ileri sürmektedir. ABD, NATO üyesi ülkeler, uluslararası toplumun büyük bir çoğunluğu ise Suriye’de öncelikle bertaraf edilmesi gereken sorunun IŞİD olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu görüş farklılığı, Türkiye’yi, uluslararası toplumun gözünde, Suriye’de IŞİD’e karşı sürdürülen mücadeleyi zayıflatan ülke konumuna düşürmektedir. Türkiye, ABD’nin Irak ve Afganistan müdahalelerinden sonra Arap ülkeleri ve İslam dünyasında aşınan imajını düzeltmek için Ortadoğu bölgesiyle ilgili yaklaşımını değiştirdiği bir sırada, ABD’nin eskiden olduğu gibi bölgede kuvvet kullanma yoluyla rejim değişikliği sağlaması beklentisi içinde olmuştur. Oysa ABD’nin dış politikasında kuvvet kullanımı yerine “yumuşak güç” ile etkinlik yaratma anlayışına doğru bir dönüşüm başlamıştır (8). Türkiye’nin dünya uluslararası politika arenasında bu değişimin tersine bir anlayışı savunması, AKP’nin, dış politikada pragmatik, ulusal çıkarları gözeten, bölge politikalarını gerçekçi bir yaklaşıma dayandıran bir uygulama yerine duygusal, ideolojik ve dar görüşlü çerçevelerle sınırlanan, bu haliyle de çağın gerisinde kalan bir yaklaşım içinde olmasının sonucudur.
Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili politikasının belirlenmesinde, NATO üyeliği ve ABD ile müttefiklik ilişkilerinin olumsuzluk yaratacağı varsayımı ve endişesiyle hareket etmemesi gerekir. Kendi ulusal güvenliği için gerekli gördüğü düzenlemeleri ve ittifak ilişkilerini, yakın komşu coğrafyalarda da olumlu bir sinerjiye dönüştürecek özgüven ve anlayışla hareket eden bir Türkiye, Ortadoğu bölgesinde barış, istikrar ve refahın sağlanmasına da katkı sağlayacak yapıcı bir dönüşümün ilham kaynağını oluşturacaktır. Bunun için ise, öncelikle Türkiye’nin kendi dış politikasında bir sosyal demokrat değişime ihtiyaç vardır.
NOTLAR
1- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Istanbul: Küre Yayınları, 2009, s. 452.
2- 13 Temmuz 2011 tarihli ve 998 sayılı TBMM Kararı, “Resmi Gazete”, 17 Temmuz 2011, sayı: 27997. Bu hükümet programına atıfta bulunulması, 2009 yılının Mayıs ayından itibaren Dışişleri Bakanı olan Prof. Davutoğlu’nun bu seçimlerle birlikte parlamentoya girmesi, iki yıllık Dışişleri Bakanı olarak da yeni hükümet programının dış politika bölümünün kaleme alınmasında bu konumuyla bizzat rol almasından kaynaklanmaktadır.
3- Arada kısa sürelerle Bakanlık yapan Coşkun Kırca, Emre Gönensay ve Tansu Çiller haricinde bu dönemde Dışişleri Bakanları sırasıyla: Hikmet Çetin (21.11.91-27.7.94), Mümtaz Soysal (27.7.94-28.11.94), Murat Karayalçın (12.12.94-27.3.95), Erdal İnönü (27.3.95-6.10-95), Deniz Baykal (31.10.95-6.3.96), İsmail Cem (30.6.97-11.7.2002) ve Şükrü Sina Gürel (12.7.2002-19.11.2002)’dir.
4- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, 410.
5- A.g.e., ss. 412-413.
6- A.g.e, s. 417.
7- Ali Oğuz Diriöz, “NATO’nun Ortadoğu’ya yönelik politikası ve kurumsal programları”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2012, cilt: 4, sayı: 40, ss. 49-57.
8- Joseph S. Jr. Nye, Is the American Century Over?, Cambridge, UK: Polity Press, January 2015.
*Ünal Çeviköz,
Emekli Büyükelçi,
ucevikoz@gmail.com