20

Umut Oran – Sosyalist Enternasyonal’in Son Kongresi Üzerine Bir Değerlendirme

“Adil, eşit ve dayanışma halinde bir dünya için” ana temasıyla Kolombiya’nın Cartagena kentinde, 2-3-4 Mart 2017 tarihlerinde düzenlenen Sosyalist Enternasyonal’in 25. Kongresi, gerek dünyanın dört bir yanından sosyal demokratın gündemini görmek gerekse de önümüzdeki yıllar için bir yol haritası oluşturmak açısından değerli bir toplantıydı.

Dünyada sosyal demokrasinin yönü

Türkiye’nin siyasi gündemiyle kıyasladığımızda dünya sosyal demokratlarının başka önceliklerinin olduğunu görmek, Türk sosyal demokratları açısından da bir uyarı niteliğindeydi sanırım. Zira dünyanın dört bir yanında hükümete gelen ya da ana muhalefet partisi haline dönüşen ırkçı, yabancı düşmanı, izolasyoncu partilerin dünya çapındaki sorunlara alabildiğine basit ve anlamsız cevaplar üretmesine karşılık sosyal demokratlar, çözümün Birleşmiş Milletler ve Sosyalist Enternasyonal gibi dünya çapında işbirliği örgütlerinde olduğunu ve hiçbir kolay cevabın gerçeği yansıtmadığını düşünüyorlardı. Yani daha fazla “yerel sınırlara” bağlı kalmak yerine daha fazla uluslararası cevaplar aramayı, daha fazla işbirliğini ve daha fazla bir araya gelmeyi öngörüyorlar.

Bu temel ve özgüvenli yaklaşımın sebebi de sonuç bildirgesinde şöyle karşılık buldu: “Özgüvenimizin sebebi hareketimizin sarsılmaz ahlaki temelinde ve değerlerimizde yatmaktadır. Bunlar: Gücü, büyük bir tevazuyla ve iyilik için kullanmak. İnsanlığa yatırım yaparak erdemi büyütmek. Doğru kararların alınmasını sağlamak için demokrasiyi inşa etmek. Kapitalizmin ve serbest piyasanın ‘özgürlük’ demek olmadığının farkına varmak. Büyümenin toplumsal büyüme ve geniş anlamda eşitlik sağlamasını temin etmek. İnsan onurunu ve yaratıcılığını teşvik etmek, sürdürülebilir kılmak ve özgürleştirmek. Savaşların hiçbir sorunu çözmeyeceğini ve hiçbir şeyin barış olmadan gerçekleşmeyeceğini görmek. İnsanların tek bir kökten gelip tek ve ortak bir kadere bağlı olduklarını düşündükleri bir dünyada sevginin tüm korkuları yenebileceğine inanmak…”

Elbette bu özgüvenin bir diğer sebebi de Sosyalist Enternasyonal’e üye partilerin dünyanın dört bir yanında elde ettikleri başarılardı. Zaten Kolombiya’daki toplantının en büyük özelliklerinden biri de böyle bir başarıydı. Zira 52 yıldır devam eden ve yaklaşık 250 bin insanın yaşamına mal olan çatışmalar, iktidardaki Sosyalist Enternasyonal üyesi Kolombiya Liberal Partisi’nin öncülüğünde sona erdirilmişti. Toplantılara Kolombiya’dan katılan temsilcilerin “barış görüşmeleri boyunca” Sosyal Demokrasinin evrensel birikiminden faydalandıklarını, Türkiye’de çok büyük heyecanla karşılanmasa da “Giddens’in 3.Yol Söyleminin” kendilerine ışık tuttuğunu söylemeleri, gören gözler için yeterince cevherin Sosyal Demokrat birikimde var olduğunu gösteriyordu.

Barış inşa edici bir yaklaşımın sonucu olarak Kongre’nin Birleşmiş Milletler’in gücünün arttırılması ve özellikle savaşlardan kaynaklanan göç hareketleri ve mültecilik konularında insani yardım, çatışma önleme, barışı koruma operasyonları gibi meselelerde daha fazla rol alması gerektiğini ortaya koyması da önemliydi. Zira bu yaklaşım hem bir uluslararası “muhatap” yaratma hem de küresel ölçekteki sorunlara “küresel” yanıtlar bulma zorunluluğunu ortaya koyuyordu. Ancak daha önemlisi, “Eşitsizliklerin azaltılmasının herkes için barış ve güvenlik sağlama” konusunda temel unsur olduğunun dile getirilmesiydi. Bu sayede içinde “daha fazla eşitlik” talebi olmayan her türlü düşünce daha en baştan reddedilmiş ve arayışın yönü “eşitlik” penceresine odaklandırılmış oldu.

Kongre’nin temel vurgusu: “Eşitlik”

Kongrenin sürekli “eşitlik vurgusu” yapması da Türkiye’deki siyasi tartışmalara yön vermesi açısından değerliydi. Sonuç metnine yansıyan şu cümleler bizim ve diğer ideolojik grupların eşitlikten ne anladığını göstermesi açısından anlamlıydı: “Muhafazakarlar eşitsizliğin doğal ve hatta insanlığın gerekli bir parçası olduğuna inanırlar. Klasik liberaller, nadiren gerçekleşse de fırsat eşitliğinin yeterli olduğunu düşünürler. Bizim ahlaki temelimiz ve değerlerimize göreyse bu fikirler reddedilir. Bizim vizyonumuz, insan onurundan, vatandaşlıktan, ekonomiden, kamu mallarından ve küresel ortak mallardan yararlanma konusunda gerçek bir eşitliktir. Bu eşitlik anlayışı cinsiyet eşitliğini, etnik ve dini grupların eşitliğini, genç ve yaşlı insanların eşitliğini ve her seviyede eşitliği kapsar.”

Zannım odur ki bu tanım bile başlı başına “Siyasetin konusu ne olmalıdır?” ya da “Sosyal Demokratların yaratmak istediği Türkiye, nasıl bir ülke olacaktır?” sorularına verilecek önemli bir cevaptır. Bir kez olsun kendini “eşitlik” talebi üzerinden tanımlayan bir siyasi parti içinse “gündem tamamen ve sonsuza kadar” değişmiş olacaktır. Zira eşitlik sadece fırsatta eşitlik olarak tanımlanmayınca eğitimde eşitlik, sağlıkta eşitlik, ailede eşitlik, toplumda eşitli, sosyal eşitlik diye liste genişleyecektir. Ele alınan her konuda Türk sosyal demokratları “yeni sözler, yeni fikirler, yeni aktörler” bulma zorunluluğunu hissedecektir. Örneğin kadın-erkek eşitliğini referans alan bir siyasi parti hiç eğip bükmeden her kademe istisnasız %50-%50 eşitliği sağlamanın “ertelenemez bir görev” olduğunu fark edecektir. Böylece “Ama diğer partilere göre biz daha iyiyiz!” gibi anlamsız gerekçelerden sıyrılıp “Dünyanın ileri demokrasilerine göre biz…” diye başlayan cümleler kurabilecektir.

Zaten Sosyalist Enternasyonal’in eşitsizliklerin azaltılmasının yollarından biri olarak ücretsiz, kamusal eğitimi  ve kamusal sağlık hizmetlerini işaret etmesi de, Türk sosyal demokratlarının “gündeminin” ne olması gerektiğine dair önemli bir ipucuydu. Ancak en az onun kadar önemli olmak üzere “Eğitim ve Sağlık anlamlı, ancak güvenceli bir işi de beraberinde getirmelidir!” cümlesinde somutlanan şey Sosyal Demokratların %10-%15 işsizlik oranlarını kabul edemeyeceği gibi “Diplomalı işsizlik!” kavramına da asla müsaade etmeyeceği gerçeğiydi.

Sosyalist Enternasyonal’de zamanın ruhu

Görüleceği üzere Sosyalist Enternasyonal toplantısı dünyanın dört bir yanındaki sosyal demokratların “zamanın ruhunu” kavradığını ve mümkün olan tüm yollarla “gelişen olaylara” karşı bir “yol haritası” çizmeye çalıştığını ortaya koydu.

Ancak bu durum daha fazla “küresel dayanışma, daha fazla ideolojik tartışma, daha fazla umut yaratma” zorunluluğunun ortada olmadığı şeklinde yorumlanmamalı. Türkiye’de olduğu gibi dünyada da sosyal demokratların arayışı bitmedi. Zamanın hızına ve beklentilerine uygun bir dönüşümün gerekliliği büyük bir ihtiyaç olarak hala karşımızda duruyor. Avrupa’da ve Amerika’da, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, popülist partiler hızla iktidara yükselirken ve “ortaya attıkları basit öneriler” geniş toplum kesimleri tarafından adeta kurtuluş reçetesi gibi sahiplenilirken sosyal demokratların bu gidişata sessiz kalması ve işi ağırdan alması kabul edilemez.

Sosyal demokratların her konuda “yeni anlatılara, yeni yöntemlere ve yeni yüzlere” ihtiyacı olduğu bir gerçektir. İdeolojik referansların doğru olması, insanlığın ortak yararından yana olunması; geniş kitlelerin insanlığa zarar verebilecek ırkçı, gerici, yabancı düşmanı partileri iktidara taşıdığı gerçeğini unutturmamalıdır. Sosyal demokrasinin mihenk taşlarından olan “değişim” kavramının da bu anlamda doğru tanımlanmasına, tıpkı eşitlik kavramında olduğu gibi, hayatın her aşamasına uygulanmasına büyük ihtiyaç vardır. Değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu gerçeğinden hareket etmek, hem Türkiye’nin hem de Sosyalist Enternasyonal üyesi partilerin yollarını aydınlatacaktır.

Bu noktada Türk sosyal demokratlarına düşen şey, bakış açılarını Türkiye sınırlarının dışına taşımak ve sosyal demokrasinin ortak birikimine katkı koymayı hedeflemek olmalıdır.

Ben, Türkiye’nin sosyal demokrat birikimine de Türkiye’de yetişmiş sosyal demokrat bilim insanlarının yeteneklerine de inanıyorum. Umudum odur ki, Kolombiya Kongresi’nde edindiğimiz deneyimlerin ışığında, Türk sosyal demokratları hem Türkiye’de hem de dünyada etki alanlarını arttıracaklardır. Yeni sözler söylemek ve kitleleri ikna etmek hayal değildir. Tam aksine geleceğin öncüleri hayallerini geniş tutanlar arasından çıkacaktır.  Ancak bunun ilk koşulu rakip ideolojilerin ya da siyasi partilerin gündemlerinin peşine takılmamak ve “kendi fikrine” odaklanmak olmalıdır. Sosyal demokratlar “takipçilikten” kurtuldukları ve kendi gündemlerini yaratabildikleri ölçüde siyaseti de baştan aşağıya değiştirebileceklerdir. Daha iyi bir Türkiye mümkün, bu düzeni değiştirmek elimizde, birlikte başaracağız.

*Sosyalist Enternasyonal
Başkan Yardımcısı
umut.oran@chp.org.tr