1724423

Ulrike FRANKE – NATO 21. Yüzyıl İçin Nasıl Silahlanmalı? Başarılı Ama Aynı Zamanda Alternatifsiz de mi?

Ulrike Franke, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi‘nde (ECFR) politika bursiyeri. Alman ve Avrupa güvenlik ve savunma politikası sorunları ve özellikle de yeni teknolojilerin etkisi konularıyla ilgileniyor.  Her ihtimale karşı podcast ekibinin bir parçası.

Yetmiş bir yıl sonra NATO haklı olarak tarihin en başarılı askeri ittifakı olarak gösterilebilir. NATO Avrupa ve Almanya için alternatifsiz olarak kalacaktır ve buna rağmen neden şimdi alternatiflerin üzerinde düşünme zamanıdır?

NATO tarihin en başarılı askeri ittifakı ve kuruluşunun sekizinci on yılında çalkantılı sularda. Avrupa ve Almanya için alternatifsiz olarak kalacak fakat buna rağmen, şimdi tam da alternatifler üzerinde düşünme zamanı. 

Yetmiş bir yıl önce 4 Nisan 1949’da, Washington D.C.’de Belçika, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Kanada, Luxemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ın temsilcileri, Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalamak için bir araya geldi. Böylece bu on iki devlet, Kuzey Atlantik Antlaşması adlı organizasyonun kurucu üyeleri oldu:North AtlanticTreatyOrganization (NATO). Ogün orada bulunanlardan hiç biri, bu organizasyonun yetmiş yıl sonra nasıl görüneceğini hayal edemezdi ve bazılarının 2020 yılında NATO’nun varlığını hâlâ sürdüreceğine dair muhtemelen şüphesi vardı.

Bugün NATO’nun otuz üyesi var; bunlardan onu daha önce Varşova Paktı veya Sovyetler Birliği’nin üyesiydi. İttifak giderek genişliyor, otuzuncu üye olan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti bu yıl üye oldu. NATO devletlerinin ortak savunma bütçesi 1,03 trilyon dolar. (2019 itibarıyla). Ancak Koronapandemisi nedeniyle bütün üye ülkelerin, savunma bütçelerini azaltması bekleniyor. NATO Afganistan’da, Irak’ta, Kosova’da, Akdeniz’de ve Somali’deki Afrika Birliği’ni desteklemek için görevler yürütüyor. NATO ittifakı doğu kanadında, düzenli uçuş devriyeleri aracılığı ile hava savunmasını garanti altına alıyor. Nükleer programa katılım çerçevesinde, ABD ordusunun yüz seksen nükleer savaş başlığı, NATO üyesi dört Avrupa ülkesinde ve Türkiye’de konuşlandırılmış durunda.Bunlar ittifaka nükleer kalkan sağlıyor.  Yetmiş bir yıllık tarihinde İttifak, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesi kapsamındaki destek özel hükmünü,yalnızca bir kez,11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından sonra kullanmak zorunda kaldı. Bu arka plâna göre NATO’yu, tarihin en başarılı askeri ittifakı olarak adlandırmak pek abartılı görünmüyor.

Fakat geçen yıl Londra’da, NATO’nun kuruluşunun 70. yıl kutlamaları adeta ihtiyatlılığın da ötesindeydi. Büyük Britanya, kutlamaları organize etmeyi önceden teklif etmişti veplânı bir taş ile iki kuş vurmaktı: Hem dünyaya kısa bir süre önce AB’den çıkmış bir ülkenin başarısını göstermek hem de NATO’nun yetmiş yıllık varoluşunu kutlamak. AncakBrexit o tarihe kadar henüz tamamlanmamıştı ve NATO içinde o kadar çok anlaşmazlık vardı ki, organizatörler fikir alışverişi için mümkün olduğunca az zaman bırakmaya çalıştı.

Örneğin,anlaşmazlık noktalarından biri olan Türkiye, son yıllarda zor bir müttefik olarak kendini gösteriyordu. Demokrasi ve basın özgürlüğü çok kırılgan ve özellikle de 2016’daki darbe girişiminden sonra,özgürlükler daha da baltalanmıştı. Askeri bir soruna yol açması nedeniyle Türkiye’nin, Rusya’dan karadan havaya füze sistemi S-400’ü almaya karar vermesi, NATO için acil bir durumdu.  Eleştirmenler S-400’lerin NATO’nun ortak operasyon gücüne zarar vereceğinden ve Rusya’nın önemli bilgileri ele geçirerek NATO’nun hava savunmasına sekte vurabileceğinden korkuyordu. Ayrıca Türk ordusunun Suriye’deki davranış tarzı da bir NATO üyesi gibi değildi. Almanya’nın 2017 yılında Türkiye ile yaşadığı uzun tartışmalardan sonra, Tornado keşif uçaklarını, personeli ile birlikte Türkiye’deki İncirlik üssünden çekip NATO üyesi olmayan Ürdün’e konuşlandırması da bu çerçevede değerlendirilebilir. 

Yeni tehditler

Buna rağmen, Türkiye’nin tavırları NATO ittifakının şu anda mücadele etmek zorunda kaldığı problemlerden sadece biri ve bu en can alıcısı değildi. 70.yıl kutlamalarının yapıldığı Londra’da, ABD Başkanı Donald Trump ile Fransa mevkidaşıEmmanuelMacron arasında yaşanan tartışma, özellikle dikkatleri çekti. Burada NATO’yu Macron’a karşı savunan sürpriz bir şekilde Trump’tı.  Fransa Devlet Başkanı Economist dergisine verdiği bir röportajda, Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarına karşı, NATO içinde ortak bir tavır sağlanamamasına gönderme yaparak ittifakın ‘beyin ölümünün’ gerçekleştiğini belirtmişti. Trump bu ifadeyi ‘hakaret edici’ olarak tanımladı.Bu sürpriz bir reaksiyondu; çünkü Trump göreve başladığından beri NATO’yu düzenli bir şekilde eleştirmekteydi. Önceki vesilelerde NATO’yu ‘eskimiş, modası geçmiş’ ve [Serbest Ticaret Anlaşması] NAFTA kadar kötü olarak nitelemişti. New York Times’a göre Trump, NATO’dan çıkışı bile düşünmekteydi. 

İşte varoluşsal tehdit bu noktada: ABD giderse NATO biter. Otuz üyeli bir örgüt olabilir fakat bu, ittifakın askeri olarak ABD artı diğer üyelerin tümü kulübü olduğu gerçeğini gizlememeli. Yukarıda bahsedilen tüm NATO ülkelerinin 1,03 trilyon dolarlık savunma bütçesinin 730 milyar dolarlık kısmı, yani üçte ikisinden fazlası, ABD’den geliyor. Nükleer savunma kalkanını Amerikan atom silahları garanti ediyor. Belki deMacron’unEconomist’e ifade ettiği gibi: “NATO (…) yalnızca son çare garantörü olarak görev yaparsa işe yarar. Biz NATO gerçekliğini Birleşik Devletler’inangajmanı ışığında yeniden değerlendirmeliyiz bence.”

Macron’un bahsettiği NATO gerçekliği, silahlı bir saldırıya uğramaları durumunda Amerika’nın diğer üyelere destek vermeye hazır olacağı konusunda giderek artan kuşkuya dayanıyor. Bu kuşkudaha çok, NATO’yu ve özellikle de savunma bütçeleri çok düşük olan üyeleri sürekli eleştiren, Brüksel’deki NATO karargâhında ve Avrupa başkentlerinde, hakkında endişe duyulan Trump ile ilgili.  Önceki ABD başkanlarının da ’beleşçi’ olarak adlandırılanlara eleştirileri vardı fakat Trump’ın eleştirisi daha temelden. ABD onunla müttefiklerin ne işe yaradığını ilkesel olarak sorgulayan bir başkana sahip oldu. 

Şüphesiz ki Avrupa hiçbir şekilde, bu ABD Başkanı ile ilgili durup beklememiz gerekir diye düşünmemeli. ABD’nin Avrupa’yı sevdiği, bizim değerlerimizi paylaştığı ve bizim dostumuz olduğu için Avrupa’nın güvenliğini garanti ettiği şeklindeki düşüncenin, özellikle de Almanya’da egemen olduğu görülüyor.  Ortak değerlerin ve dostluğun var olduğu burada inkâr edilmemekle beraber, uluslararası siyasette mesele, ülkelerin çıkarlarıdır. ABD jeopolitik olarak giderek daha çok Çin’e odaklanıyor. Rusya ve Avrupa önemlerini kaybediyor. Amerika’nın Avrupa’yı koruması için sonsuz bir garanti yok. Korona pandemisine bir reaksiyon olarak, Amerikan politikasının nasıl değişeceği henüz belli değil; fakat izolasyoncu eğilimin güçleneceği düşünülebilir. Bu arka plânla düşünüldüğünde,Macron’un uyanış çağrısı çok doğrudur.  

Eğer Avrupa, gelecek on yıllarda da vatandaşlarının güvenliğini sağlamak istiyorsa birinci olarak, Amerikalıları NATO’da tutmak için çaba göstermelidir. İkinci olarak da uzun vadede Birleşik Devletler’in bugüne kadarki dominant etkisi olmadan da kendine yetmek için Avrupa seviyesinde becerileri ve süreçleri geliştirmelidir.

Almanya ve Avrupa NATO’ya tavrını açık etmelidir. NATO üyelerinin 2014 yılında üzerinde anlaştığı şekilde, gayrı safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde ikisini savunma giderleri için ayırmaya daha güçlü bir şekilde çaba göstermek merkezi önemdedir. Bu konuda Avrupa,Koronakrizinden önce Trump’ın bütün eleştirilerine rağmen iyi bir yoldaydı. 2014’den beri NATO üyesi Avrupa ülkelerinin savunma bütçeleri yükseliyor ama buna rağmen Almanya’nın da dâhil olduğu en az on dokuz ülke, bu hedefin altında kalmış durumda.  Savunma bütçesinin yükseltilmesindeki amacın,  ABD’ye Avrupa’nın kendi payına düşeni yapmaya hazır olduğunu göstermek de olduğunu burada vurgulamak lazım. Bu para aslında NATO’ya veya ABD’ye bir tür koruma parası olarak gitmiyor. Burada söz konusu olan, ülkelerin kendi ordusu, kendi savunması için yapılan giderler.Bu nedenle de Avrupalıların kendi öz çıkarına olduğu unutulmamalı. Burada Almanya’ya öncü rolü düşüyor. Almanya hedeflenenin altında kaldığı sürece, diğer ülkelerin onun arkasına saklanması çok kolay.

İkinci olarak, Avrupa düzeyinde savunma ve işbirliği becerilerini inşa etmek için gerekli çabaların güçlendirilmesi zorunlu.  Önemli ekler zaten mevcut; AB içinde de Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesine benzer bir karşılıklı yardım hükmü var.  Lizbon Antlaşması’nın 42.7. maddesine göre, AB üyeleri, silahlı bir saldırı durumunda kendi güçleri dâhilindeki tüm yardım ve desteği garanti eder. Elbette bu yardımın etkili olabilmesi için askeri becerilerin gerçekten var olması gerekir. Çok masraflı küçük eyaletçilikten kaçınmak için öncelikle daha fazla yatırım ve daha fazla işbirliği gerekli. Son aylarda Avrupa ülkeleri arasında ve özellikle de Almanya ve Fransa’nın pozisyonları arasındaki farkları aramakla çok fazla zaman ve çaba sarf edildi. Almanya’nın ‘transatlantik kalmak ve Avrupalı olmak” yaklaşımı ile Macron’un“Amerika’nın güvenlik garantisinin olmadığı bir dünyayı düşünmek” şeklindeki çıkışı, aslında birçok kişinin düşündüğünün aksine birbirinden çok farklı değil.

Önümüzdeki yetmiş yıl içinde de NATO’dakiolumlu gelişmelere dönüp bakabilmek, Avrupa ve Almanya için temenni edilen bir şeydir. İttifak, varlığını sürdürebilmek için kendini değiştirmek zorunda. Aslında tam da bu konuda bugüne kadar çok iyiydi. Hem NATO içindeki yükün dağılımını daha iyileştirmek hem de birliğin sonra ermesi ve Avrupa’nın kendi güvenliğini yalnız başına garantilemek zorunda kalması durumuna yönelik, biz Avrupalılar, kendi savunma becerilerimizi bugünden inşa etmek zorundayız. 

Almancadan Türkçeye çeviri Ülkü Sarıca