Ulaş Aydın – Kamu Emekçilerinin Toplu Sözleşme Çıkmazı

LSu_Rc8JÜlke çok zorlu bir dönemden geçiyor. Demokrasi güzel bir şey midir? Değil midir? Hukuk devleti olmalı mıyız? Olmamalı mıyız? Kuvvetler ayrılığı ilkesi gerekli midir? Değil midir? Çocukların polis kurşunuyla öldürülmesi önemli midir? Değil midir? 2015 Türkiye’sinde bu gariplikleri konuşuyoruz. Dost sofrası tartışmalarımızın içeriği gün geçtikçe hayatta kalma, nefes alma, çocukları “mümkünse”  Türkiye dışında okutma olanakları etrafında şekillenip sürüyor. Böylesine acayip, böylesine sıra dışı bir dönem yaşıyoruz.

“Sözde” toplu sözleşme

Bu acayipliklerin ortasında, yaklaşık 2 milyon 350 bin memuru ve 2 milyon memur emeklisini ilgilendiren kamu emekçileri ve emeklileri toplu sözleşme süreci gerçekleşti. Bakmayın toplu sözleşme dendiğine, grevsiz toplu sözleşme bu. Yetkili sendika ile hükümet arasında görüşmelerin genellikle adet yerini bulsun diye yürütüldüğü bir büyük tiyatro. İki yılda bir Ağustos ayında gerçekleştiriliyor. Kamu emekçileri arasında en büyük topluluğu oluşturan öğretmenlerin tatilde olduğu Ağustos ayında gerçekleştiriliyor. Nitekim geride kalan iki toplu sözleşme görüşmeleri sürecinde de kamu emekçileri sokağın kenarından geçmedi. Az sayıda KESK’li -her zamanki gibi- polis şiddetine maruz kalarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın önünde basın açıklaması yaptı. Bunun dışında kamu emekçilerinin büyük çoğunluğu toplu sözleşme sürecini sadece bittiğinde öğrendi; öğrendiği kısmı da sadece alınan zam oranlarıydı. Bu, çok kötü bir döngüye dönüştü. Hükümet bu zaafı çok iyi yakaladı. Karşısında da, yetkilisi sendika tasdikli yandaş Memur-Sen olunca, işler hükümet için iki toplu sözleşme sürecidir çok iyi gidiyor. 2016 ve 2017 yıllarını kapsayan toplu sözleşme de bu çerçevede imzalandı ve bitti. İtiraz makamı yok, grev yok, yapacak bir şey yok. Emek mücadelesinin içine düştüğü bu girdaptan kurtuluş hiç kolay değil.

Hükümetin mali planının dışına çıkılamayan her toplu sözleşme, esasında hükümetin istediği rakamın verildiği anlamına geliyor. Nitekim hükümetin Orta Vadeli Mali Planı ile kamu emekçilerine ve emeklilere verilen zam oranına bakıldığında, esasında hükümetin planladığı oranda bir zam verilmiş oluyor. Bu toplu sözleşmede de aynı şey gerçekleşti ve toplu sözleşme metni, hükümetin kamu emekçileri ve emeklileri için ek bütçe bulmasına gerek kalmaksızın planladığı çerçevede imzalandı. İlk yıl için % (6 + 5), ikinci yıl için % (4+3) şeklinde bir zam oranı belirlendi. Pinpon topu ile hesaplanan enflasyonun bu oranlar üstünde çıkması durumunda enflasyon farkının zam oranlarına yansıtılması da kabul edildi. Kimsenin sormadığı soru şu; enflasyon oranında veya çok az altında veya çok az üstünde verilen zam, kamu emekçileri için ücrette iyileştirme midir? Hayır değildir. Bu, aslında sabit bir ücretle, sabit giderlerin maliyetine uyum sağlamadan fazlası değil. Dolayısıyla yaşam standartlarını artıran bir zam değil.

TÜİK rakamlarına göre 3,5 milyon işsizin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı rakamlarına göre sosyal yardım alan 30,5 milyon nüfusun yaşadığı coğrafyada kamu emekçilerinin aldığı ücretler yüksek görünebilir, ama gerçek pek de öyle değil. Hava-İş’in Ağustos araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.344,58 TL, yoksulluk sınırı ise 4.379,73 TL. Şimdi basit bir hesapla dört kişilik ailesi olan, üniversite mezunu 10 yıllık bir devlet memurunun maaşını yazayım; 2.786,81 TL. Bu ailenin evine açlık sınırının üstünde ama yoksulluk sınırının çok çok altında bir ücret giriyor. Tabii asgari ücret örneği verilip bir karşılaştırmaya da gidilebilir, ama esas olan pozitif yönlü karşılaştırmadır; yani her iki grubun da maaşlarının yoksulluk sınırının üstüne doğru hızla yükselmesini talep etmek doğru olandır. Tersten ve negatif karşılaştırma olmaz. Buradan devam edersek, eşi çalışmayan ve 2.786,81 TL maaş alacak bir kamu emekçisine ortalamada yansıyacak zam 239,596 TL’dir. Yılsonunu bu kamu emekçisi 3.026,406 TL ile kapatacaktır. Bu aile yılsonunda da hala yoksuldur. Yaşam standartlarını yükseltecek ve daha nitelikli bir hayat sürmelerini sağlayacak zam alınamamıştır. Sadece seçimlerden sonra Türkiye’de dolar kuru emekçilere % 18’lik bir ek maliyet yükü getirmiştir. Kurun enflasyona olan etkisi ise birkaç ay sonra tam anlamıyla ortaya çıkacak. Kamu emekçileri ve emeklilerin içine girdikleri girdaptan bu şekilde kurtulmaları olanaksız görünüyor.

Çalışma yaşamı demokratikleşemiyor

Toplu sözleşmede, ücret zamları dışında çalışma yaşamına, çalışma yaşamının daha demokratik bir anlayışa büründürülmesine dair doğru dürüst tek madde yok. Bu çerçevede, eşi sigortalı çalışan kamu emekçisinin tayin isteyebilmesi için sigortalı çalışan eşin 3 yıllık sigortalı olması zorunluluğu 1 yıla indirildi. Bu bir iyileşme olarak kabul edilebilir. Diğer bir madde ise kamu emekçilerinin Cuma namazına gidebilmesi için izin düzenlemesi maddesi. O kadar garipler ki, sanki Türkiye’de Cuma namazına gitmek isteyen bir memura izin verilmiyor da bu madde ile gidişi güvence altına alınacakmış gibi yansıtılıyor. 13 yıldır AKP tarafından yönetiliyoruz, kamu kurumları birer tekke veya zaviyeye dönmüş durumda. Laiklik eski bir fotoğraf albümü gibi tozlu raflara kaldırıldı. Kamuda birilerine güvence verilmesi gerekiyorsa, o da, baskı, korkutma ve sindirmeye karşı ayakta durmaya çalışan az sayıdaki solcu, aydınlanmacı kamu emekçisine verilmelidir. Cuma namazına gidenlerin değil, Cuma namazına gitmeyenlerin yasal güvenceye ihtiyaçları var. Ama tabii bunlara ilişkin tartışma hak getire; yok öyle bir gündemimiz. Toplum, adım adım değil koşar adım İslamcı hayatın ve çalışma yaşamının dişlileri arasına sıkıştırılıyor. Olası bir iktidar değişikliğinde, bakanlık koltuklarına oturacak olanlar bu gerçeklikle sert bir biçimde yüzleşecek.

Bugün Türkiye’de 2 milyon 354 bin kamu emekçisi var. Kamuda sendikalılaşma oranı % 70. Çok yüksek bir rakam değil mi? Evet, çünkü sendika üyelik aidatlarını devlet ödüyor. Dünyada karşılaşılması pek mümkün olmayan bu saçmalık bizim ülkemize has. Çalışanın işverene karşı örgütlendiği çıkar örgütünü işveren finanse ediyor. Bu şekilde de işverenin siyasi görüşüne yakın sendikaya üye olmak çok daha kolaylaşıyor. Sendikal bilinç ve örgütsel aidiyet diye bir şey kalmıyor; deyim yerindeyse sendikanın ipleri işverenin eline geçiyor. Gerçi sendika bu durumdan şikayetçi de değil. Tasdikli ve takdirli yandaş sendika Memur-Sen’in bir önceki dönem genel başkanı şu an AKP milletvekili seçildi. Patronun saflarından patronun odasına transfer oldu. Bu karşılıklı çıkar ilişkisinin rakamlara yansımış hali ise şöyle; Temmuz 2015 itibariyle Memur-Sen’in üye sayısı 836 bin, Kamu-Sen’in üye sayısı 445 bin ve KESK’in üye sayısı 236 bin. Diğer iki sendikanın toplam üye sayısı, Memur-Sen’in üye sayısı kadar etmiyor. İktidarla beraber büyüyen bu balon, elbette iktidar gidince yavaş yavaş sönecektir. Ama o sürede çalışma yaşamına ve kamu emekçilerine doğrudan verdiği nitel zararın karşılanması uzun yıllar sürecektir. Her şeye rağmen Türkiye’de toplam memur sayısının % 11’i kadar KESK üyesi olması umut verici. Fakat ortalarda kimse yokken KESK’in olduğunu; Türkiye’de kamu emekçilerinin örgütlenme ve sendikalılaşma sürecini KESK’in sokaklarda direne direne elde ettiğini unutmamak gerekiyor. Sonuçta durum çok kötü değil, ama pek iyi de değil. Kamu emekçileri mücadelesinin lokomotifi olan KESK’in iç tartışmaları ve geleceği de bir başka yazının konusu edilmelidir.

*Ulaş Aydın,
Psikolojik Danışman,
ulas.aydin@hotmail.com

Bir cevap yazın