Uğur TUNÇAY – Asgari Ücret Kaldırılmalıdır!

Uğur TUNÇAY                İnşaat Mühendisi            Siyaset Bilimci ugurtuncay1960@yahoo.com

Modern zamanlarla birlikte başlayan ve post modern dönemi de kapsayan asgari ücret kavramının hala kullanılıyor olması; içerisinde bulunduğumuz siyasi, toplumsal ve ekonomik şartlarla bağdaşmamaktadır.

Asgari ücret, işçilerin en düşük çalışma koşullarında alacakları ücret olarak tanımlanmış ve sosyal adaletin sağlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Asgari ücretin tarihi, sanayi devrimiyle birlikte başlamıştır. 19. yüzyılda, işçi sınıfının kötü çalışma koşulları, düşük ücretler karşısında artan sosyal huzursuzluklar ve işçi sınıfının devrimci reformist mücadeleleri (sosyal demokrat partilerin sınıf temelli politikaları) devletlerin bu konuda düzenlemeler yapması sonucunu doğurmuştur.

İlk asgari ücret uygulamaları, 1890’larda Avustralya’da ortaya çıkmıştır. 1900’lerin başında birçok Avrupa ülkesinde de asgari ücret sistemleri geliştirilmiştir. Türkiye’de ise asgari ücret uygulaması, 1936 yılında yürürlüğe giren “İş Kanunu” ile başlamıştır. Bu kanun, belirli sektörlerde asgari ücret belirlenmesini sağlamıştır.

Zamanla, asgari ücretin belirlenmesi ulusal ve uluslararası düzeyde, belirli aralıklar ve kriterlerle daha sistematik bir hal almıştır. Çeşitli sosyal, ekonomik ve siyasi faktörler, asgari ücretin belirlenmesinde etkili olmaktadır. Bugün, asgari ücretin belirlenmesi genellikle hükümet, işveren ve işçi sendikaları arasında yapılan müzakerelerle gerçekleşmektedir. Ancak, bu müzakereler sonuçları itibarıyla işçileri değil, işverenleri koruyan bir eksene oturtulmuştur. “Devletin Göreli Özerkliği” her geçen gün neo- liberalizmin çıkarlarına uygun olarak şekillenmektedir. Üretim faktörlerinden toprak ve emek hoyratça kullanılmakta; sermaye sürekli korunmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Bankası (WB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Finansal İstikrar Kurulu (FSB), İktisadi İş Birliği Ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) gibi uluslararası sermaye kuruluşlarının karşısında çalışanlar bilinçli bir şekilde örgütsüz bırakılmakta ve mücadele edememektedirler.

Asgari ücretin gelişim tarihi, işçi haklarının korunması ve sosyal adaletin sağlanması amacıyla ilerleyen bir süreç iken, günümüzde artan eşitsizliklerin kaynağı haline getirilmiştir. Neo-liberalizm asgari ücreti, toplumsal eşitsizliği genişleten bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK-AR) hazırladığı “Asgari Ücret Araştırması 2024” raporu asgari ücretin ortalama ücret haline geldiğini göstermesi açısından önemlidir. Türkiye’de 10 işçiden 6’sı asgari ücretin yüzde 20 fazlasının altında çalışmaktadır. Bu oran 20 yıl önce 10 kişide 4’e denk gelmekteydi.

Asgari ücret toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde de önümüze çıkmaktadır. Türkiye’de, Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre; çalışan nüfusun %42’si asgari ücret alırken; bu oran kadınlarda daha da yükselmekte %59.2 düzeyine çıkmaktadır. Yani asgari ücret, hayatın her alanında önemli bir toplumsal eşiği göstermektedir. Bu eşik, açlık sınırı olup, asgari ücretle çalışanların ve bakmakla yükümlü oldukları ailelerinin yaşam düzeyinin formel ifadesinden başkaca bir anlama gelmemektedir.

Dünya genelinde, sosyalist sistemin çöktürülmesi ile birlikte asgari ücret anlamını, gerekçelerini ve yaşamsal kriterlerini yitirmiştir. Emeğin sahipsizliğinin adını koyan asgari ücret, liberal iktisadın varoluş ilkeleri ile de çelişmektedir. Her konuda serbest rekabeti öngören liberalizm; konu emeğin bedelini ödemeye gelince serbest rekabeti sınırlamaktadır.

Asgari ücretin sadece bir gelir kaynağı olarak görülmesi, işçilerin yeteneklerini ve potansiyellerini geliştirmelerine engel olmaktadır. İşçiler, düşük ücretlerle çalışmaya mahkûm kaldıklarında, kendilerini geliştirmek için gerekli olan eğitim ve beceri kazanımına yatırım yapma fırsatını kaçırmakta; uzun vadede hem bireyler hem de toplum için olumsuz sonuçlar doğmaktadır.

Asgari ücret uygulamaları, sosyal adalet ve eşitlik hedefleriyle de çelişmektedir. Farklı sektörlerdeki iş gücü talepleri ve yaşam maliyetleri göz önüne alındığında, tek tip bir asgari ücret belirlemek adaletsiz sonuçlar yaratmaktadır. Bu nedenle, asgari ücret kavramı yerine, daha esnek ve sektörel bazda belirlenen ücret politikaları üzerinde düşünmek daha faydalı olacaktır.

Mevcut asgari ücret, sadece ulaşım, yemek ve ancak dayanışmayla barınmak gibi şartları (açlık sınırının altında yaşamayı) karşılayabilmektedir. İnsanlar çalışmıyor olsalar bile bu gelire ihtiyaç duymadan (eş, dost, miras, akraba, arkadaş, dayanışma vs.) yaşamlarını sürdürebilirler. Çalışma sürecinin gerçekleşebilmesi için ulaşım, beslenme ve ev dışı gereksinimleri yerine getirebilmek için harcanan para neredeyse asgari ücret sınırına ulaşmaktadır. Nitekim resmi rakamlara göre 11 milyon, gerçekte 20 milyonu aşan işsizler ordusu bu şartlarda yaşayabilmektedir. Dolayısıyla asgari ücretle çalışan ile işsiz arasında çalışma motivasyonu yaratabilecek bir fark da görünmemektedir. Yani asgari ücret, modern zamanların evrensel sloganı “işçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur” aşamasına geri dönmüştür.

Sol/Sosyal demokrat partilerin, meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin, işçi sendikalarının asgari ücret kavramına karşı çıkmaları ve yeni politikalar üretmeleri gerektiğine dair bazı argümanlar aşağıda ele alınmaktadır. Adil paylaşıma inanan işveren kuruluşları da ‘varsa’ bu kapsam içerisinde değerlendirilmelidir.

  1. Eşitlik ve Adalet: Sosyal demokrasi, toplumsal eşitsizliği gidermeyi ve adaleti savunur. Asgari ücret, bireylerin yaşam standartlarını yükseltmek yerine, işlerin düşük ücretle sürdürülmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, yaşadığımız yüzyılda asgari ücretin kurumsal olarak kabul edilmesiyle birlikte; sosyal demokrasinin siyasi ve felsefi düzeneği de bozulmaya başlamaktadır. Çünkü, 19 yüzyılın şartları ve ihtiyaçları ile 21 yüzyılın insan hakları ve çalışma koşulları karşılaştırılamaz; bu nedenle asgari ücretin az ya da çok miktarının tartışılmasının, emekçi sınıfların 100 yıldan fazladır, verdikleri mücadeleden öğrenilenlerin unutulmasından başkaca bir anlamı olamaz.
  2. İşveren Teşvikleri: Asgari ücret uygulamaları, SGK prim, vergi ve teşvikleri, işverenleri düşük ücretli iş gücüne yönlendirmekte; bu durum, devlet eliyle ve kamu kaynağıyla nitelikli iş gücünün gelişimini engellemektedir.
  3. Sosyal Güvenlik: Asgari ücret pazarlığı yerine, sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi ve herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelir desteği sağlanması; nitelikli bir sosyal yapı dolayısıyla da işsiz, işçi, işveren kısacası bütün toplum kesimleri için kaliteli bir yaşamı sağlayacaktır.
  4. Ekonomik Büyüme: Düşük ücret politikaları, tüketim gücünü azaltarak, ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler. Çalışanların daha yüksek gelirler elde etmesi, ekonomiye katkı sağlar. Keynes’e göre, ulusal gelir düzeyi efektif talep tarafından, efektif talep ise tüketim eğilimi ve sermayedarların beklentilerine bağlı olan yatırım talepleri tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle, toplumsal talebi artırabilmek için asgari ücrete itiraz etmek zorunludur.
  5. İnsanlık Onuru: Her bireyin, insan olarak doğuştan gelen hakları vardır. Bu haklar, yaşam standartlarını ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeyi de kapsar. Oysa ki asgari ücret açlık sınırında bir hayat sunmaktadır.
  6. Asgari Ücretin Yetersizliği: Asgari ücret, birçok çalışan için geçim sıkıntısı yaratmakta ve insan onurunu zedelemektedir. Bireylerin, sadece hayatta kalmak için değil, aynı zamanda insanca yaşayabilmeleri için yeterli gelire sahip olmaları gerekmektedir.
  7. İşveren ve Devlet Sorumluluğu: İşverenlerin ve devletin, çalışanların onurlu bir yaşam sürmelerini sağlamak için adil ücret politikaları geliştirmesi sağlıklı bir toplum için ön şarttır. Bu, sadece ekonomik bir gereklilik değil, aynı zamanda etik bir sorumluluktur.
  8. Toplumsal Dönüşüm: Asgari ücret yerine, herkesin insanca bir yaşam sürdürebileceği ücret sisteminin oluşturulması toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunacaktır.
  1. Esnek Çalışma Modelleri: İşverenlerin esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma gibi alternatif modelleri benimsemesi teşvik edilebilir. Bu hem işçilerin yaşam kalitesini artırır hem de işverenlerin maliyetlerini düşürür.
  2. Gelir Vergisi Reformu: Sabit gelirle çalışanlar için vergi reformu sağlanarak, ‘adil ücretin’ alım gücü artırılabilir. Bu, işverenleri zorlamadan çalışanların refahını yükseltir.
  3. Eğitim ve Mesleki Gelişim Programları: İşçilerin becerilerini artıracak eğitim programları düzenlenerek, daha nitelikli iş gücü yaratılabilir. Bu, işçilerin daha yüksek ücretler talep etmesine olanak tanır.
  4. Kıdem Tazminatı ve Sosyal Güvenlik Reformları: Kıdem tazminatında esneklik sağlanarak, işverenlerin yükü azaltılabilir. Aynı zamanda sosyal güvenlik sisteminin güçlendirilmesi, çalışanların gelecekteki güvencelerini artırır. Bu tür politikalar, asgari ücreti yok ederken, iş gücü piyasalarında dengeyi sağlamaya yönelik devrimci reformist politikalar olarak görülmeli ve “asıl olanın kamu güvencesi” olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
  5. Alternatif çözümler: Sosyal demokrasi, asgari ücret yerine, her düzeyde (ekonomik /siyasi /hukuki /sosyal vs.) işçi haklarını koruyan, sendikalaşmayı teşvik eden ve adil ücret politikalarını savunan alternatif çözümler geliştirmelidir. Bu aşamada öne çıkarılması gereken yaklaşım “ADİL ÜCRET” kavramı olmalıdır. Adil ücret kavramı soyut hukuk normlarından uzak, refah devletine daha yakın; toplumsal eşitsizliklerin azaltıldığı bir hayatı şekillendirecektir.

 

Asgari ücretin kaldırılması, yalnızca çalışanların değil, toplumun genelinin faydasına olacaktır. Daha yüksek bir ücret, tüketim harcamalarını artırarak ekonomik büyümeyi teşvik ederken, yoksulluğun azaltılmasına da katkı sağlar. Sosyal demokrat yaklaşım, değeri sağlanmış ücretin sadece ekonomik araç değil, aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanmasında çok önemli bir dayanak olduğunu kabul eder.  Bu nedenle, asgari ücretin kaldırılması ve yerine “Adil Ücret” ve ”Herkese İyi Bir İş” ilkesiyle hareket edilmesi, sosyal demokrat politikaların merkezinde yer almalıdır.

Sonuç yerine; Yukarıda tartışmaya açılan politikalar, asgari ücreti yok ederken, iş gücü piyasalarında dengeyi sağlamaya yönelik, emeği ezdirmeyen devrimci reformist politikalar olarak “Toplumcu Siyaset” in konusu haline getirilmelidir.  İnsanlık onuru için asgari ücret talebinin yok sayılması ve herkesin ihtiyaçlarını karşılayabileceği “ADİL BİR ÜCRET” sisteminin benimsenmesi gerekmektedir. Sendikalar yalnızca ekonomik haklar için değil, sosyal/siyasal talepleri hayata geçirecek politikalar da üretmelidirler. Çünkü hayatın her alanı siyasaldır ve yüzyıl öncesinin mücadele teknikleri, taktikleri ya da kurumsal iş bölümü sıralaması ile günümüzde daraltılmış hayatın içerisinden çıkabilmek mümkün görünmemektedir. Çünkü siyasal talepler, seçilen temsilciler tarafından yerine getirilememekte; kurulu düzen bu durumu elimine etmektedir. Dolayısıyla temsil etmeye dayalı yapılan seçimler ya da seçilmiş temsilciler, emeğiyle geçinen sınıfların taleplerinin yasama alanına egemen olmasını sağlayamamaktadır. Devlet tercihlerinin sermayeden yana olması, programlarından uzaklaşmış partilerin “Toplumcu Siyaset” den kopmuş olmaları ve seçilen temsilcilerin de bireysel kurtuluş peşinde koşmaları; emeğiyle geçinenlerin bugünlerini de yarınlarını da sorunlu ve belirsiz hale getirmektedir. Gelecek tasavvuru, egemen olana bırakılamaz. Uzun yıllardır yaşanılan bu süreçten çıkılması gerekiyor. Asgari ücret Siyasetin Gerçeğinin bir dayatmasıdır. Oysa ki Gerçeğin Siyasetinin Konusu: “Adil Ücrettir”