Emel SUNGUR*
Alevilikte Anadolu topraklarında yaşayan bütün inançların etkisi görülür. Alevilik ne İslam’ın özüdür, ne de inanç merkezi cami olan ve ramazan orucu tutan, namaz kılan insanların oluşturduğu bir inanç, bir yaşam biçimidir.
Aleviliğin gerçek ve resmi tanımı
Alevilik tarifi tek bir şekle sokulamaz, devletin sınırlamak istediği gibi tekli ifade edilemez. Alevilikte yol bir sürek bin birdir. Ocağa göre yöreye göre değişen Alevilik, kalıplaşmış tek tipçi ifade edildiğinde özünden uzaklaşır. İnsanın merkez olduğu Alevilikte kullanılan ve bugüne gelen nefesler ve deyişlerde görüldüğü üzere “ Hak, Muhammet, Ali “ üçlemesi Aleviliğin medet umarak beklediği yol göstericiler, kurtarıcılardır. Alevilik, gönül bağı olan insanın veya bu inancı benimseyen herkesin inandığı gibi yaşamak istediği bir inançtır. Ayni zamanda özgün ritüelleri olan bir dünyanın içinde canın teslim olduğu ve o teslimiyetle eşitlikçi bir dünyadır beklenen.
Yüzyıllardır Alevilik tarifi yapmaya çalışan devlet bugüne kadar bütün yok sayışlara rağmen yok edemediği Aleviliği asla yok edemeyecektir. “Alevi çalıştayları” sürecinde gündeme gelen ve devletin biçimlendirip topluma sunduğu Devlet Aleviliği bunca baskıya rağmen asla kabul edilmeyecektir. Aleviliğin devlet tarafından yapılan tanımı resmileştirilerek tarihe geçirilip Sünni mezhebinin dayatmacılığına teslim olması beklenilmektedir.
Unutulmamalıdır ki Alevilik; Dedelerin gayretleri, hizmetleri ve deyişler, nefeslerle bugüne taşınmıştır; toplumun inançsal beklentilerinin adresi Serçeşme’dir. Sınırlar içinde sıkıştırılmış bir tarif Alevilik olmayacağı gibi inançsal boyut unutulup sadece bir kültür olarak Aleviliği tarif etmek Aleviliğe büyük haksızlıktır.
Geçmişten bugüne gelinme sürecine bir göz atarsak; iİnsanoğlu bireysel yaşamdan toplumsal yaşama başladığından itibaren “ yöneten ve yönetilen, üreten ve artı üretime el koyan” sistem yaşamı biçimlendirdi; diğer anlatımla sınıfsal ayrışmanın başlangıcını oluşturdu. O tarihten günümüze değin egemenlik ve çıkar mücadelesi dini temele oturtularak sürdürülmektedir. Günümüzde bile emperyalist ülkeler geri kalmış ve geri bıraktırılmış ülke emekçilerini bu yöntemle yönetmeye çalışmaktadırlar. Bunun somut örnekleri Güney Amerika, Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanmaktadır. Buradaki emekçiler, etnik ve dinsel ayrışmayla birbirini yok etmektedir. Etnik ve dinsel çatışmayı körükleyen, silah yardımını sağlayan emperyalistlerin sömürü paylaşımı ortaktır.
Emperyalistler, neden dinsel inançlara sarılırlar?
Dinsel inançların kültürel özü dogmalara dayanır. Bilinmeyen bir dünyanın bilinmeyen nimetleriyle birey beynin tutsak edilmeye çalışılır. Tutsak beyin araştırmaz, sorgulamaz, değerlendirmez, zamanı üretime dönüştürmez; yönetimlerin emir söylemlerini, talimatlarını olduğu gibi kabullenir.
Bu açıdan inançlar değerlendirildiğinde, Aleviliğin inançtan çok özgürce ve insanca yaşama felsefesini içerdiğini, dogmaları reddettiğini görürüz. Bu nedenledir ki yüzyıllar boyu Aleviler ve Alevilik saldırıların hedefi olmuştur. Sayısız katliamlara uğramış, Yüz binlerce Alevi öldürülmüş, yüz binlerce Alevi evinden, yurdundan edilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin Sosyal Mücadele Tarihinde Alevilere yönelik katliamlar, padişah fermanları, Şeyhülislam fetvaları çoğunluktadır. Aleviler, bunca saldırı ve katliamlara direnerek inançlarını, kültürlerini ve ritüellerini bu güne taşımışlardır.
Resmi din politikasının Alevilere etkisi
Kurtuluş Savaşı’nda Aleviler, emperyalistlere ve işbirlikçilere karşı, bağımsızlık yanlısı güçlerin yanında yer almışlardır. Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanmış, Cumhuriyet ilan edilmiş; Hilafet makamı ve Şeriye Evkaf Bakanlığı kaldırılmıştır. Bu bakanlığın yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işlevi laiklikle örtüşmemektedir. Ancak toplumun kültürel yapısı ve o günün koşulları böyle bir kurumun varlığını zorunlu görüyordu. İlerleyen süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uygulamaları, İslam’ın bir mezhebinin ( Hanefi) inanç kurallarını koruma ve geliştirmekle sınırlandırıldı. Devletin ekonomik katkısı ve personel desteğiyle resmi ve gayrresmi olarak 100 bine yakın Kur’an kursu; 90 binden fazla cami, bir o kadar mescit açıldı. Bu kurumların giderleri, görevli personelin ücretleri devlet bütçesinden karşılanmaktaydı. Devletin resmi okullarında din dersi zorunlu kılındı. Böylece her yıl 15 milyon çocuğun ve gencin beyni dogmalarla yıkanarak inanç seçme, araştırma, sorgulama, değerlendirme ve öğrendiğini yaşama geçirme özgürlükleri köreltildi. Bununla da yetinilmeyerek bugün 4+4+4 formülüyle bebek yaştaki çocuklar okula çağrılarak dogmalar, korkular ve hurafelerle koşullandırılıp ümmetçi bir toplumu oluşturulmaya, Hanefi mezhebi egemen kılınmaya yönelindi.
İnanç içerikli kurum ve kurallarla, bilim dışı uygulamalarla yetinilmedi. Bu kez ülke nüfusunun hemen hemen üçte birini oluşturan Alevi inançlı toplum asimilasyon yöntemiyle “ Türk- İslam” sentezinin içinde eritilmeye, ümmetleştirilmeye çalışıldı. Siyasi iktidar (AKP), resmi ideolojiye bağlı bir Alevilik gündeme getirdi. “Alevi Çalıştayı “ adı altında bir dizi çalıştaylar oluşturdu. Aylarca Alevi dedelerini, aydınları, demokratik Alevi örgüt temsilcilerini dinlediler, öneri aldılar. Sonuçta Alevi temsilcilerinden alınan görüş ve öneriler yok sayılarak kendi düşündükleri, uygun gördükleri Devlet Aleviliği noktasında bir rapor çıkarttılar.
Alevi Dedeleri, aydınları, yazarları ve demokratik kitle örgütleri, siyasi iktidarın gündeme getirdiği “çalıştay” ın bir senaryo olduğunu biliyorlardı; bu oyuna gelmeden toplantılardan açıklamalar yaparak çekildiler. Siyasi iktidar, Çalıştayla Alevileri yönlendirmeyi başaramayınca bu kez yandaş Alevi örgütleri kurdurmaya yöneldi. Devlet desteğiyle kurulan Alevi örgüt kurucu ve yöneticileri gerçek Alevi olmayan, çıkar bağımlılarından oluşmaktaydı. Bu senaryo da tutmadı. Kararlılığı bu konuda süren siyasi iktidar Alevi toplumunu sünnileştirmeye, dönüştürmeye ve değiştirmeye kararlı idi. Bu kez baskı yöntemlerine yöneldiler. Bazı Alevi ailelerinin evleri işaretlendi, bazı Alevi aileleri linç edilmek istendi; göçe zorlandı. Aydın ve demokrat kamuoyunun baskısıyla “çocuk işi” gibi anlamsız senaryolar yazılarak olaylar örtbas edilmek istendi.
Aslında benzeri uygulamalar yıllar önce Malatya, Maraş, Çorum, Sivas, Kırıkhan ve Gazi katliamlarıyla sonuçlanmıştı. Bunların açmış olduğu yaralar toplum belleğinde hala tazeliğini korumaktadır.
Neler yapılmalıdır?
Alevi inançlı toplum ve onların örgütlü yapıları, etnik ve inançsal kavgalar var olduğu sürece barış ortamının olmayacağının; sorunların çözülemeyeceğinin; insan hak ve özgürlüklerinin gerçekleşmeyeceğinin; baskı, katliam ve sömürünün sonlanmayacağının bilincindedirler. Bu nedenle Aleviler, insan hak ve özgürlüklerini, bilimsel eğitimi, çağdaş kültür ve sanatı, demokratik örgütlenmeyi, bağımsız yargıyı, çok sesli ve katılımcı parlamentoyu, emek ağırlıklı demokrasiyi gerçekleştirmek için çaba göstermektedirler. Yerleşik demokrasinin olmadığı ülkelerde yok sayılmalar, katliamlar, ötekileştirmeler var olmaya devam edecektir.
Alevi örgütleri olarak tüm siyasi partilere, demokrat kamuoyuna şunları söylüyoruz; düşünceye, bilim ve sanata yönelik tüm baskılar kalkmalı birey özgürleşmelidir; Diyanet İşleri Başkanlığı devlet kurumlarının içinden çıkarılmalıdır; laikliğin ve demokrasinin, bilimsel eğitimin gelişmesine engel olan Kuran Kursları, İmam Hatip Okulları kapatılmalıdır; 1982 Anayasasıyla inanç seçme özgürlüğümüzü sınırlayan, tutsak eden Zorunlu Din Eğitimi kaldırılmalıdır; Devlet inançlar karşısında tarafsız olmalıdır ve hiçbir inanca ekonomik ve politik destek vermemelidir.
Dünyanın demokrasiyi yaşatan ülkelerinde “Din ve inanç özgürlüğü” diye bir kavram var. Bu kavramın bizim ülkemize de uğramasına izin verin. Alevi köylerine cami yapmaktan vazgeçin. Bırakın cemevlerimizi yapalım. Sadece biz değil inanan, inanmayan herkes yaşamak istediği, inandığı gibi yaşasın. İnançlar devlet bütçesinden yönetilmesin, devlet karışmasın inanca. Barış topraklarımızda gerçekleşmelidir. Tüm inançların da Alevi inancına sahip canların da inancını özgürce yaşayabileceği koşulları devlet yaratmalıdır.
Devlet denilen mekanizma ne yazık ki ısrarla topraklarında yaşayan farklılıklara eziyet eden, onları sömüren, barışa karşı olan, halkları düşman eden, yalnızlaştıran, başkalarının yaşama hakkına saygı göstermeyen, işkence eden, tek tek ve topluca imha eden bir yapıdır.
Sivas Katliamı da, Uludere Katliamı da, Dersim Katliamı da, Maraş Katliamı da, Gazi de, Çorum da, 1 Mayıs da bu topraklarda yaşanan katliamlardan bazıları. Bunları tekrar yaşamamak, boyun eğmemek için birlikteliğe büyük ihtiyaç var.
“Özü, öze bağlayalım,
Sular gibi çağlayalım,
Bir yürüyüş eyleyelim,
Tevekkeltü taalallah”
*Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve eğitim Vakfı Başkanı sunguruzman@hotmail.com