KUZEY ORMANLARI SAVUNMASI / FOTOGRAF MUHSIN AKGUN HURRIYET EK YAYINLAR

Tuba İnal Çekiç – Kent Siyaseti – Dönüşüm ve Katılım Süreçleri: Yerinden-“miş gibi”

Kent yönetimine ilişkin sorunların kentlinin katılımıyla çözümlenmesi Atina demokrasisine kadar dayanırken, Avrupa kent komünlerinde de görülen demokratik kent yönetim sistemleri, Ortaçağ çağdaş belediyecilik anlayışının temellerini oluşturur. Bu temeli esas alan ve 1980’lerde ulus devletin merkeziyetçiliğine karşı ortaya çıkan yerelleşme eğilimi de, ivmesini tabandan alan yerel kentsel siyasetin yerel farklılıklara daha uygun, dolayısıyla daha eşitlikçi, daha esnek ve hızlı çözümler üreteceği fikrine dayanır. 1990’lar Türkiye’sinde de ulus-üstü Avrupa Birliği vizyonu ve üyelik müzakereleri gereği yapılan idari düzenlemeler “yönetişim” kavramıyla birlikte kentsel bir hak olarak ‘katılım’ı kent yönetim gündemine temel bir ilke olarak sokmuştur.

Yönetişim ve Davetli Mekan

Sivil katılımın evrensel bir yönetim vizyonu olarak benimsenmesinde, kuşkusuz 1996 yılında düzenlenen Habitat II önemli bir rol oynar. Burada gündeme gelen yönetişim mekanizması toplumu yönlendirmede devletten-(sivil)topluma, dikeyden-yataya, hiyerarşiden-heterarşiye doğru bir kaymayı ifade eder. Yönetişim, tek özneli-merkezi idare pratiklerinden hükümet dışı aktörleri de içeren çok aktörlü, karşılıklı etkileşime dayalı, çoğulcu, katılımcı, bir sürece geçişi öngörürür. Demokratiklik, açıklık, hesap verme, şeffaflık, kararın ilgililere en yakın yerde üretilmesi de bu bağlamda gündeme gelen ilkelerdir[1][2]. (Şengül, 1999; Tekeli, 2004).

Birleşmiş Milletler bünyesinde şekillendirilen Habitat II’nin yanısıra insan yerleşmelerinin gelişiminin nasıl şekilleneceğine dair öneriler sunan Gündem 21 ile birlikte, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Avrupa Kentsel Şartı da Türkiye’nin taraf olduğu çerçeve anlaşmalardır. Bu anlaşmalar da mekânsal karar alma süreçlerinin işleyişini, bu süreçlere halkın katılım şeklini yönlendirecek bağlayıcı düzenlemeler içermektedir. Uluslararası bağlayıcı düzenlemelerin yanısıra, ulusal mevzuatta da tüm planlama ölçeklerinde katılım bir koşul olarak tanımlanmakta ve her türlü mekansal düzenlemede ilgili aktörlerin katılımını öngören düzenlemeler yer almaktadır.

Liberal demokrasinin temsil krizine alternatif olarak ileri sürülen ve tavandan tabana bir anlayışla davetli mekanda gerçekleşen katılım yerel idarelerde yönetişim uygulamasıyla birlikte gündeme gelmiştir. Mekansal gelişmeye yön veren kentsel kararlara katılım, kentlilerin temel haklarını kullanmalarına ve yaşam biçimlerine yön verir. Böylesi karar alma süreçleri ise kentlilerin kendi yaşam alanlarıyla ilgili olarak kentlilik haklarını nasıl kullandıklarını yansıtır. Kentsel karar alma süreçlerinin ne ölçüde katılımcı olduğunu değerlendirmede en yaygın başvurulan kaynaklardan biri Arnstein[3] tarafından tanımlanan “katılım merdiveni”dir. Bu doğrultuda geliştirilmiş güncel örneklerden biri de Uluslararası Halk Katılımı Derneği [International Association for Public Participation] (IAP2)[4] tarafından tanımlanan katılım yelpazesidir.

Söz konusu katılım kademelendirmelerinin ilk basamağı özünde gerçek bir katılım içermez. Böylesi bir katılım sürecinde amaç halkın katılımını sağlamak değil, güç sahiplerinin katılımcıları ikna etmesidir. Sonraki kedemlerde yer alan Bilgilendirme, Danışma ve Teskin Etme ise yurttaşlara seslerini duyurma olanağı verse de, nihai kararlar üzerinde belirleyici olmadığından Arnstein’in “göstermelik katılım” adını verdiği grubu oluşturur. Katılım toplantıları yapılarak katılım gerçekleşmiş gibi gösterilir. Bunları izleyen kademelerde Ortaklık, Güç Devri ve Yurttaş Denetimi yurttaşlara iktidar sahipleri ile müzakereye girişebilme , karar alma sürecinde kısmen veya tamamen hakim olabilme imkanı sunar.

Söz konusu davetli (invited) katılımı sağlama yönündeki girişimlerin, başlangıçta tüm aktörleri kapsamak üzere tasarlansa bile, sürece aktif katılanların ve davet edilenlerin dönüşüm alanındaki sivil halk ile kamu yöneticileri arasında yer alan bir alt-seçkinler kümesini  oluşturduğu yönünde eleştiriler bulunmaktadır. Bu tip bir katılım sürecine dair bir başka eleştiri, ‘katılım’ın siyasal çıkar ya da projenin tamamlanabilmesi, hatta bazan eşitsizliklerin maskelenerek sürdürülmesi için kullanıldığı yönündedir (Agger, 2012)[5].

Tabandan Katılım Talebi Olarak Kentsel Hareketler:

Öte yandan; toplum tabanlı örgütlerin veya bireylerin tabandan gelen bir örgütlenmeyle kentsel hak mücadeleleri çerçevesindeki kent hareketlerini de katılım ve kentlinin yaşam çevresini biçimlendirme talebi olarak ele alan bir başka yaklaşım bulunmaktadır. Kent kaynaklarına ulaşma ve planlama kararlarına katılım özgürlüğünü ve bunun da ötesinde kentin sosyal, politik, ekonomik ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasını Lefebvre[6] kentsel hak olarak tanımlar. Bu bağlamda kent hakkı, kentle ilgili kararlarda kontrolü sermaye ve devletten kentliye kaydıracak, kentsel mekanın üretiminin temelini oluşturan güç ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ihtiyacına başka bir deyişle de tabandan gelen bir talep olarak kentsel hareketlere odaklanır.

Kentler öteden beri hegemonyanın projelerini geliştirdiği, aynı zamanda da bu projelere karşı direnişin gerçekleştiği bir çatışma mekanı olmuştur[7]. Kentsel mücadele olarak ortaya çıkan bu direnişin temelinde yaşanabilir kentlerde daha demoktarik ve katılımcı süreçlere olan ortak arzu yatar[8]. Bu müşterek talebin birçok kentte binlerce insanı, neoliberal kentsel politikaların sonucu olan yerinden edilme, adaletsizlikler ve soylulaşmaya karşı sokaklara dökme kapasitesi olduğunu izliyoruz . Kentlilerin toplumsal hareketleri olarak tanımlanan bu durum nüfusun bir bölümünün kentsel kararlara karşı itirazlarını dile getirdikleri tabandan katılım çabası olarak okunabilir[9].

İstanbul’da Merkezden Yönetim

Dünya genelinde yaşanan kentlerin zorunlu dönüşüm sürecinde Türkiye kentleri ve özellikle İstanbul’un önemli bir örnek teşkil ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle 2000’lerin ikinci yarısından itibaren İstanbul’da mekan, yaşam biçimini şekillendiren ve onunla birlikte şekillenen bir şey olmaktan çıkıp, iktidar aracına dönüştü. Mekanın dönüşümünün ise muktedirin kimlik, mülkiyet ve gelecek tasavvuru üzerinden gerçekleştiğini izliyoruz. Bu dönüşüm çeşitli şekillerde ve öncelikle kentteki diğer mekansal dönüşüm de tetikleme kapasiteleri nedeniyle, büyük altyapı ve ulaşım yatırımları olarak karşımıza çıkar. Üçüncü Havalimanı, 3. Köprü, Marmara Tüneli hatta çılgın denemeyecek kadar fütursuz Kanalİstanbul  projesini bunların içinde sayabiliriz. Bu merkezi yönetim güdümlü altyapı projelerini ofis, konut yapıları ve alışveriş merkezleri olarak karşımıza çıkan sermaye yatırımları izler. Çoklukla kamuya ait arazilerin kaybına neden olan bu yatırımların dışında bir de mahallelerde yaşanan dönüşümü sıralayabiliriz. Alanın yasal statüsüne bağlı olarak bu dönüşüm örneğin Kadıköy’de yapıların tek tek daha yüksek katlı olanlarla yenilenmesi şeklinde tezahür ederken; Fikirtepe’de uzun süren yasal çözümsüzlüklerin içinde yerle bir edilen bir mahalle ve yerinde kısmen yükselen gökdelenlerle mekana yansımakta. Ya da yasal süreçleri meslek odaları ve mahalle derneklerince açılan davalar nedeniyle devam eden Okmeydanı, Cumhuriyet Mahallesi, Derbent gibi mahallelerde riskli alan ve mülkiyet tartışmasının, yaşam alanı tartışmasının önüne geçmesiyle karşımıza çıkıyor. Bu süreçlerin neredeyse tamamında başrol oyuncusunun merkezi yönetim olduğunu görüyoruz.

1990’lar Türkiye’de yerelleşme ve sivil toplumun gelişiminin genel bir politika olarak izlendiği yıllar olmasına karşılık, 2000’lerin sonunda, yerel katılıma dayanması gereken bu politikadan uzaklaşıldığı görülür.  Özellikle 2007 sonrasında diğer sektörleri de canlandırma potansiyeli nedeniyle inşaat ve gayrımenkul ülkenin en önemli ekonomik sektörlerinde biri haline gelmiş ve yereli ilgilendiren birçok yatırım ve mekansal karar, merkezi yönetimin uktesinde gerçekleştirilen seçim vaat ve yatırımları halini almıştır. Politik söylemin neredeyse belkemiğini İstanbul’a yapılan yatırımlar yönlendirmiştir.

Bu kapsamda, 2012 yılında ilan edilen 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü Hakkında Kanun”un kentsel dönüşümü harekete geçiren hızlandıran en önemli yasal düzenleme olduğunu söyleyebiliriz. Bu yasaya dayanarak ilan edilen riskli alanlar ve dönüşüm projeleri, gerek mahallelerin ve kentsel muhalefetin gerekse de yerel idarelerin ve yargının önemli bir gündemi haline geldi. Söz konusu yasaya bağlı olarak yapılan düzenlemelerin katılımcı süreçleri işletmiyor oluşu kentsel mücadele konusu haline gelmesinin en temel nedeni olarak tanımlanabilir.

Kentsel Dönüşümün ulusal ve uluslararası literatürde en yaygın tarifi mekansal, finansal ve sosyal politikalar bütünü olmasına vurgu yapar. Oysa Türkiye örneğinde idarenin, dönüşümün mekânsal ve finansal boyutu ile fazlasıyla ilgili olduğunu, yasal mevzuat değişiklikleri ve sağlanan teşvik ve kredilerle mekânsal dönüşümün finanse edilmesine odaklandığını; sosyal politikaları ise hiç gündemine almadığını görüyoruz.

Katılımcı süreçlerin işletilmesi, mekansal dönüşümün sosyal boyutunu gözardı eden merkez idarenin öncelikleri arasında da değil doğal olarak. Kamunun sosyal devlet sorumluluğundan ve toplum refahı ilkesinden uzaklaşmasına bağlı olarak, dönüşüm müdahaleleri toplumsal olarak ezici ve planlama anlayışı açısından da indirgemeci olabilmektedir. Amaç bir kentsel alanda ekonomik ve toplumsal gelişme için plan yapmak değil, bir kentsel mekanın kar maksimizasyonu sağlayacak biçimde projelendirilmesi olunca, katılımın da anlamının bu bağlamda dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Dönüşüm en sancılı hissedildiği mahallelerde ‘katılım’, yerel halkın “ikna” edilmesi olarak algılanıyor. Bu alanlardaki kamu sektörünün öncülüğü, mekânsal dönüşümü sağlayacak müteahhittin işini yasal ve finansal olarak kolaylaştırmaktan ibaret. Bu ikna süreçlerinin yürüdüğü pazarlık masasında mahallelinin yanında yer almak bir yana, müteahhidi koruyup kollayan bir kamu var karşımızda. Bu sebeple de katılım dönüşüm gerçekleşecek alanda yerel halkın havuç ya da sopayla ikna edilmesi olarak algılanıyor. Zira güçler dengesini göz önünde bulundurduğunuzda, sermaye ve onu kollayan kamunun yanında masaya oturan yerel halkın çok da seçeneği yok. Bu alandaki sivil topluma baktığımızda meslek odaları ve mahalle derneklerinin muhalefetten öteye bir katkı koyamadıklarını, hatta davetli mekanda bile yer bulamadıklarını, hatta tabandan katılım çabalarının merkezi idare tarafından marjinalleştirildiğini görüyoruz. Bu süreçte sosyal bilimlerde devlet güdümlü olarak tanımlanan yeni tip oluşumlar da kamu tarafından sivil toplum örgütü olarak tanımlanıyor.

Dolayısıyla mekansal dönüşümün en sıcak yaşandığı İstanbul’da mekansal karar alma süreçlerinde katılımı değerlendirdiğimizde; masada kamu arazisinin maksimum yoğunluk alması talebini dile getiren ve müteahhitin haklarını korumayı görev edinen bir kamu iradesi ile kliyentalist ilişkilerle kısıtlı bir rant pazarlığına tanıklık ediyoruz.  Bu noktada mevcut katılım olanaklarının kademelenme açısında merdivenin başından da geride, iyi ya da kötü değil, sürreal bir konumda olduğunu söyleyebiliriz.

[1]Kaynaklar

Şengül, T., Yerel Yönetim Kurumları: Yönetimden Yönetişime, Çağdaş Yerel Yönetimler, 8(3), 12, Pp: 3-19, (1999).

[2] Tekeli, İ., Yerel siyaset, demokrasi ve sivil toplum. Kent gündemi, değişen-dönüşen kent ve bölge. 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 28. Kolokyumu, 1. Ankara: ODTÜ-TMMOB Yayını, (2004).

[3] Arnstein, S (1969) ‘A Ladder of Citizen Participation’ in Journal of the American Planning Association, Vol. 35, No. 4, July, pp. 216-224

[4] IAP2, International Association for Public Participation (2007). Spectrum of Public Participation. http://c.ymcdn.com/sites/www.iap2.org/resource/resmgr/files/iap-006_brochure_a3_internat.pdf.

[5] Agger, A. (2012), Towards tailor-made participation: how to involve different types of citizens in participatory governance, Town Planning Review TPR, 83 (1) 2012 doi:10.3828/tpr.2012.2.

[6] Lefebvre, H. (2002), The Right to the City, ed: Bridge G., Watson S., The Blackwell City Reader, Blackwell Publishing, Oxford UK, Pp:367.

[7] Mayer, M. (2009). The ‘Right to the City’ in the context of shifting mottos of urban social movements, City: analysis of urban trends, culture, theory, policy, action, 13:2-3, 362-374, DOI: 10.1080/13604810902982755

[8] Mayer, M. (2012). The “right to the city” in urban social movements. Cities for people, not for profit: Critical urban theory and the right to the city, 63-85.

*Tuba İNAL ÇEKİÇ
Planlama ve Bölgesel Gelişme, Doç. Dr.
tuba.cekic@tac.web.tr