TOPLUMLAR BASKI VE ZORLAMA İLE DEĞİŞİRLER Mİ?

Dr. E. Feridun YALVAÇ
feridun.yalvac@hotmail.com

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra hilafet ve saltanat rejimini ortadan kaldırmış, ülkenin varlığını sürdürmesi ve gelişmesini sağlamak amacıyla Cumhuriyet rejimini benimsemiştir. Cumhuriyetin kurucuları, başta Atatürk olmak üzere, yönetimin meşruiyet temelinin halk iradesi ve ülkenin gücünün tek kaynağının halkın gücü olduğu inancıyla; halkın eğitim düzeyinin yükseltilmesi, vatandaşlık bilincinin geliştirilmesi ve çağdaş bir toplumsal yapının oluşturulması çabasına giriştiler. Bu doğrultuda, en önemlileri kıyafet devrimi, medeni kanun, kadın hakları, yazı ve dil devrimi olmak üzere her biri muazzam değişiklikler getiren dev adımlar attılar.

Bazı önemli sosyal bilimciler ve son olarak da Daron Acemoğlu “Dar Koridor” adlı kitabında Cumhuriyet devrimlerinin despotik bir şekilde topluma zorla dayatılmış olduğunu yazdı. Böyle iddialı bir söylemde bulunmak, ancak hem Cumhuriyet öncesi Türkiye’yi tanımamakla, hem de sonrasında toplumun Cumhuriyeti benimsemiş olduğunu anlamamakla mümkündür. Cumhuriyetle gelen yeni siyasal rejim ve yeni toplumsal hayat tarzı kuşaklar boyunca devam etmiş ve toplumun parçası haline gelmiştir. Halk, Acemoğlu’nun zorla dayatıldığını söylediği “Batı tipi kıyafetleri” kısa zamanda benimsemiş, erkeklerin yeniden fes giymeye, kadınların toplum yaşamında eski yerlerine dönmeye istekleri hiç bir zaman olmamıştır.

Çok uzun bir süreden beri kaderine razı olarak yaşamaya alışmış, hiç bir şekilde hayatını geliştirme şansı olmayan, değersiz görülen, her bakımdan fakir bir halk hangi güç, bilgi ve irade ile hayatını kendiliğinden değiştirecek, yeni bir mecraya sokacaktı? Saltanat ve hilafet rejimi altında bu mümkün müydü?

Newton’un, “cisimler dışarıdan bir kuvvet tarafından etkilenmediği sürece düz bir çizgide sabit bir hızla hareketini veya hareketsizliğini korur” olarak ifade edilen birinci hareket yasası, toplum bilimlerde de geçerlilik alanı bulmuştur. Bu prensip, gelenekçi toplumların değişime karşı ilgisiz olmasını ve hatta ona direnç göstermesini, iç dinamiklerin değişimi destekleyecek güçte olmaması ile açıklamaktadır. Bunun da ötesinde, değişim risklidir, hızlı ve köklü değişim daha da risklidir.  Dolayısıyla, bir toplumum bütünüyle kapsamlı bir değişimden yana olması ancak güçlü bir değişim ihtiyacı halinde mümkündür.

Cumhuriyet ile Türk toplum hayatına giren son derece kapsamlı yenilikler, kısa zamanda gerçekleştirilmiş görünmekle birlikte, bu değişimin en az 200 yıllık bir mayalanma süreci vardır ve köklerini toplumun değişme arzusu ve ihtiyacında aramak gerekir. Osmanlılar, savaşlarda üst üste alınan yenilgilerden sonra değişim ihtiyacını fark etmiş ve ilk kez 1720 yılında Mehmet Çelebi Batı’yı görmek ve gözlemlemek amacıyla Fransa’ya gönderilmiştir. Bundan sonra da, değişme arzusu özellikle 1800’lerde tanzimat, islahat ve meşrutiyet hareketleri ile devam etmiştir. Ancak, Batı tipi tüketim, kültürel ürünler ve yeni düşünceler toplumun üst kesimini ve aydınları etkilemekle beraber, bir bütün olarak Anadolu halkı her türlü yenilikten uzak kalmıştır.

Bugün Batı dünyasının üstünlüğünün arkasında, Avrupa’nın 15. ve 16. yüzyıllarda geçirdiği dramatik değişim yatmaktadır. Bu süreçte, büyük ölçüde dinin egemen olduğu Orta Çağ düşüncesinin aşılması, kiliseyi ve dini otoriteyi mutlak bilgi kaynağı olmaktan çıkarmıştır. Akıl ve gözlemle ulaşılabilecek bilgi arayışı ve entelektüel merak duygusu, yalnız Rönesansı değil Aydınlanma Çağını ve Sanayi Devrimini de tetiklemiştir. Avrupa, bilimin ve teknolojinin ilerlemesi ile okyanuslara açılırken, eski Doğu medeniyetleri bünyelerine sinmiş değişim korkusunun ağırlığı altında ezilmiş ve giderek Batı’nın sömürgesi haline dönüşmüşlerdir.

Osmanlı Devleti sürekli Batı ile ilişki içinde olduğu halde, dış dünyaya kapalı düşünme zihniyetini aşamamıştır. Geleneksel  değerlere ve yaşam biçimlerine sadakat ve yeniliklerin tehlikeli görülmesi,  toplumun değişme arzularının önünde koruyucu bir zırh gibi engel oluşturmuştur.  Osmanlı, tarihinin son yüzyılında çağdaşlaşma yolunda, etkisiz olmakla beraber önemli adımlar atmasına karşın, hiç bir zaman yeni bir toplum idealine sahip olmamıştır.

Cumhuriyet, değişimlere kapalı, ideallerden uzak eski zihniyetin yerine, yeniliklere ve dünyaya açık, kendine güvenen, geleceğini akıl ve bilim temelinde inşa etmek arzusunda olan bir toplum yaratmak idealiyle yola çıkmıştır.  Yeni devlet, Cumhuriyet ile birlikte, çağdaş dünyanın gelişimi doğrultusunda ulus temeline dayanılarak kurulmuştur. Türk toplumu, yakın tarihinde hiç eksik olmayan siyasi çalkantılara rağmen, Cumhuriyetin idealleri ve değerleri doğrultusunda yola devam etme yeteneği ve kapasitesinde olduğunu göstermiştir. Bundan sonra, despotluk ve baskı ile halka eskiye dönüşün kabul ettirilmesi mümkün değildir.