Tolga KARAGÖZ – Ortadoğu’da Arap NATO’su Heyulası

ABD’nin, İran’ın bölgedeki artan varlığına karşı, Ürdün ve Mısır’ın yanı sıra altı Körfez ülkesi Kuveyt, Bahreyn, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yeni bir güvenlik ittifakının temellerini atma girişimi, Trump’ın geçtiğimiz yılın Mayıs ayında Suudi Arabistan ziyareti sırasında gerçekleşmişti. Bu ittifak oluşumuna Ortadoğu Stratejik İttifakı-MESA ismi verildi.  Ayrıca, Sünni Müslüman müttefikleri tarafından bu oluşum “Arap NATOsu” olarak adlandırıldı.

İttifakın hedefleri arasında ortak füze savunma sistemi kurarak Ortadoğu’da güvenlik ve istikrarı sağlamak için söz konusu ülkeler arasında askeri, siyasi, iktisadi ve güvenlik alanlarındaki işbirliğinin artırılması; terörle mücadele; İran’ın nüfuz ve tehditlerinin püskürtülmesi yer alıyor. Başta Suriye olmak üzere, İran’ın Ortadoğu’da artan askeri varlığına karşı caydırıcı ve organize bir güç oluşturma fikri, Sünni devletleri motive eden kaynaklar arasında. Bir diğer önemli başlık ise, İran’ın Lübnan Hizbullah’ı ile bağlantısını koparmak. Ayrıca, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı üzerinden İsrail’e karşı uygulanan basıncın önüne geçmek de amaçlananlar arasında.

Bu oluşumun temeli Arap Baharı’nın başlangıcına uzanıyor. 2011’de bölgeyi etkisi altına alan Arap Baharı sırasında halk ayaklanmalarının bu ülkelere sıçramasını engellemek için geliştirilen fikir, ikinci defa 2015’te gündeme geldi. Ancak bölgeden kademeli olarak çekilme stratejisi izleyen Obama başkanlığındaki ABD yönetimi, bu fikrin hayata geçirilmesi konusunda pek istekli değildi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın 2016’da başkan seçilmesinin ardından İran karşıtı söylemini sertleştiren Washington yönetimi, İran’ı, ABD ulusal güvenliği için “ciddi”, Körfez ülkeleri ve İsrail için ise “doğrudan” bir tehdit oluşturan “uluslararası terörün başı” olmakla itham etti. Bu tehdide karşı bir Arap ittifakının kurulması düşüncesi de bu dönemde ABD’nin dış politika öncelikleri arasında girdi.

Arap NATO’su fikri bu kez 2017 yılının Mayıs ayında Suudi Arabistan tarafından dile getirildi. ABD, Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde toplanan ABD-Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi’nde katılımcıları İran’ın bölgedeki nüfuzuna karşı mücadeleye destek vermeye çağırdı. Zirvenin sonuç bildirisinde İran’ın genişlemeci politikasıyla mücadeleden bahsedilmezken; terör, radikalizm ve korsanlıkla mücadele için 2018 sonu itibarıyla bir ittifak kurulması için çalışmanın gerekliliğine yer verildi. İttifakta yer alması planlanan Suudi Arabistan ile BAE de İran’ı en tehlikeli düşman olarak görüyor. Bu iki ülke, Yemen’de İran müttefiki Husilere karşı savaşan bir koalisyona liderlik ediyor.

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde yine de “Ortadoğu Stratejik İttifakı-MESA’nın” kurulup kurulmayacağına karar vermek için henüz çok erken. Bu durumda en iyi seçenek, ABD’nin Ocak 2019’da 6 Körfez ülkesi, Mısır ve Ürdün ile gerçekleştireceği zirveyi beklemek gibi gözüküyor.

İttifakın derin çatlakları

“Arap NATO’su”nun kurulma ihtimali ile ilgili mevcut durum dikkate alındığında ortaya çıkan tablonun pek de mümkün olmadığı görülmekte. İttifakın içinde yer alması beklenen ülkeler arasındaki Körfez krizi, yine bu ülkelerin İran’a karşı aynı tutum içinde bulunmaması, Arap NATO’sunun kurulması konusunda olumsuz etkenler olarak karşımıza çıkıyor.

Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve BAE ile Katar arasında yaşanan Körfez krizinde Kuveyt ile Umman tarafsız kalmasına ve Kuveyt’in kriz için yaptığı ara buluculuk çabalarına rağmen bir çözüme ulaşılmadı. ABD’nin bu konuda sarf ettiği çabalar da başarısızlıkla sonuçlandı. Katar, Kuveyt ve Umman’ın takındığı siyasi tutumlar bir kenara konulsa bile yine de bu üç ülkenin, İran’a karşı kurulması muhtemel bir koalisyonun içinde yer alması pek mümkün gözükmüyor.

İran ile ticari ilişkileri, ekonomik ortaklığı ve güvenlik iş birliği bulunan Katar’ın, Körfez krizinden sonra Tahran yönetimiyle ilişkileri daha da gelişti. Doha yönetiminin, krizle gelen boykotun etkilerini atlatma ihtiyacı, bu ilişkileri pekiştiren unsur oldu. Kuveyt de İran ile dengeli ilişkiler içinde bulunmayı ve bu ilişkileri korumayı önemsiyor. Ayrıca ülkenin toplumsal yapısı, coğrafi yakınlık ve karşılıklı ticaret gibi sebepler, Kuveyt’in İran’a karşı oluşturulacak herhangi bir ittifakın içinde yer alamayacağı yönünde bir kanaat oluşturuyor.

Katar ve Kuveyt için varılan bu yargı, İran ile stratejik ilişkilerini ve her alanda iş birliğini önemseyen Umman için de söylenebilir. Tarihi bir geçmişe dayanan iki ülke ilişkileri kapsamında Umman 1980’li yıllarda İran-Irak savaşında arabuluculuk yaptı. P5+1 (BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülke ve Almanya) ülkelerinin İran ile 2015 yılında nükleer anlaşma imzalamasında Umman diplomasisinin de rolü olduğu belirtiliyor.

Körfez krizi çözülmeden bu ittifakın başarılı olamayacağına inanan Doha yönetimi, bu tür bir ittifakın önemli olduğunu ancak Körfez Arap ülkelerinin yapısını ve birliğini tehdit eden Körfez krizinden daha öncelikli bir konumda bulunmadığını düşünüyor. Tüm bu detaylar dikkate alındığında yeni ittifakı oluşturması beklenen 8 ülkenin İran konusunda ortak bir tutumunun bulunmadığı gerçeği gün yüzüne çıkıyor.

ABD de bölgedeki önemli müttefiklerine yönelik politikaları konusunda başarılı olamadı. Bu müttefiklerinden biri, ABD’nin en büyük silah ithalatçılarından, önemli ortağı Suudi Arabistan. İki ülke arasında toplam 110 milyar dolar değerinde silah antlaşması bulunuyor. Ayrıca ABD’de 100 bin kişinin üzerinde insan bu sayede istihdam olanağı buluyor. Bir diğer önemli aktör ise terörle mücadele alanında ABD’nin ülke dışındaki en büyük askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar.

Gelinen noktada Arap NATO’sunun üyesi olması planlanan ülkeler arasındaki Körfez krizine nihai bir çözüm bulunmadığı sürece bu gibi bir oluşumun kurulma ihtimali zayıf görünüyor. Kurulması durumunda da öncelikli misyonu, bölgedeki İran etkisiyle mücadele etmek olan Arap NATO’sunun, 8 ülkenin İran konusunda ortak bir tutumunun bulunmaması nedeniyle etkin bir yapı olamayacağı anlaşılıyor.

“Arap NATO’su” gibi bir oluşuma gidilmeden ancak “Arap NATO’suyla” yapılmak isteneni karşılayacak şekilde, İran’ın bölgedeki nüfuzuyla mücadele için bir koalisyon kurulabilir. Buna örnek olarak, İsrail Suriye’de İran nüfuzuyla karşı karşıya bulunuyor ve bununla mücadele için İran hedeflerine hava saldırıları düzenliyor. Yemen’de de Suudi Arabistan Arap koalisyonuna öncülük ederek, İran Devrim Muhafızları’nın en önemli dış uzantılarından Husilere karşı mücadele ediyor.

ABD, “Ortadoğu Stratejik İttifakı-MESA’ya” etkin alternatifler arayabilir, Körfez Arap ülkeleri ile bölgedeki müttefik devletlerin emniyetini güvence altına almak için bir güvenlik sistemi kurabilir.

Uzun soluklu güçlü bir ittifak mümkün mü?

Öncelikli olarak, söz konusu ittifakın, Ortadoğu coğrafyasında etnik ve mezhepsel ayrışmaların daha da derinleşmesine yol açma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. 8 Sünni Müslüman devletin, Şii mezhebine karşı düşmanlaşmasının körüklenmesi, Arap coğrafyasında mezhep savaşlarının derinleşmesine yol açacak. NATO’nun kurulmasında ana motivasyon kaynağı olan Sovyet düşmanlığı ve bu perspektifte yaratılan kenetlenmenin bir benzeri Sünni devletler arasında Şii mezhebine karşı organize edilmeye çalışılmaktadır. Bu senaryonun gerçekleşmesi, Ortadoğu’da telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratabilir.

Söz konusu ittifakın bileşenleri olması planlanan 8 ülkenin, Yemen ve Katar ekseninde gelişen kriz başta olmak üzere, birçok konuda ortak reaksiyon göstermek hususunda sınıfta kaldığını görmekteyiz. Dış politikada homojen bir çıkar anlayışının oluşmaması bu birliğin kendi içinde çatırdamasına yol açacaktır. İran düşmanlığı, birliği uzun vadede ortak bir zeminde tutabilmek için yeterli bir neden değildir. Eğer böyle bir yapılanmanın temelleri yalnızca Şii-İran düşmanlığına dayanacaksa uzun soluklu bir ittifaktan söz etmek güç olacaktır.

Hesaba pek dahil edilmemiş gibi görünen ve Batı blokuyla ilişkileri gün geçtikçe bozulan Türkiye ve Pakistan’ın bu denklemin neresinde duracağı ise belirsizdir. Ayrıca, bölgede nüfuzunu gün geçtikçe arttıran ve ciddi oranda popülerliği güçlenen Çin’in, bunun yanı sıra bölgede büyük askeri yatırımları bulunan Rusya’nın ittifaka karşı tutumu da göz ardı edilmemelidir. Özellikle Rusya başta olmak üzere, oyun dışında tutulan ülkelerin bölgedeki etkisini göz ardı etmek, çok hatalı bir tutumdur.

İttifak ülkelerinin Rusya ile askeri ilişkileri

NATO benzeri bir oluşum hayaliyle organize edilmesi düşünülen yapının, askeri envanter bakımından aynı dili konuşması ve ortak operasyon kabiliyetinin üst seviyede olması beklenmektedir. Söz konusu ittifakın olası ülkelerinin hava, kara ve deniz yapılanmalarına daha yakından bakıldığında merkezi bir savunma sisteminin oluşturulmasının uzun yıllar alacağı ortadadır. Örneğin, ABD’nin Ortadoğu coğrafyasında ileri karakol görevini üstlenen Suudi Arabistan’ın hava kuvvetlerini oluşturan bileşenlerin önemli bir kısmı ABD menşeli uçaklardan oluşuyorken, hava sahası savunma sistemleri Rus yapımı S-400 füzelerinden oluşmaktadır. Söz konusu ittifak ülkelerinin her birinin askeri özelliklerini tek tek mercek altına aldığımızda, Rus, Çin ve ABD yapımı araçların olduğunu görmekteyiz.

ABD öncülüğünde kurulması planlanan ittifak çerçevesinde, muhtemel ülkelerin başta Rusya olmak üzere askeri-siyasi işbirliğinden vazgeçmeleri gerekmektedir. Mevcut şartlar da göz önüne alındığında bu işbirliklerinden vazgeçilemeyeceği ortadadır. Bu nedenle, böyle bir ittifak oluşumunun da amacına ulaşması zor bir olasılıktır.

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi Uzmanı Yuriy Barmin, MESA’da yer alması öngörülen bazı ülkelerin Rusya’yla askeri işbirliği yaptığını dünya kamuoyunu duyurmuştu. Suudi Arabistan, Katar ve Mısır’ın Rusya’yla S-400 müzakereleri yaptığını belirten Barmin, “Eğer ABD, tamamen ABD silahlarına dayanan bir ittifak kurmayı düşünüyorsa, bu düşünce başarısız olmaya mahkum. Zira Ortadoğu koşullarında Rus silahları ABD’li muadillerinin önünde ve bu ülkeler Rus silahlarından vazgeçmez” ifadelerini kullanmıştı.

Her ne kadar, kurulma olasılığı düşük gibi görülse de, böyle bir ittifak Ortadoğu için tehlikeli bir fantezi olacak; mezhepsel ayrışmalar, iç karışıklıklar, işgallerle boğuşan coğrafya için yeni ve çözümü zor problemler yaratacaktır.

*Tolga KARAGÖZ
Gazeteci
t.karagoz@aksoyarastirma.com

Bir cevap yazın