Türkiye kamuoyu 2009’dan beri zaman zaman süreklilikte aksaklıklar yaşanmasına rağmen “Demokratikleşme Süreci”, “Çözüm süreci”, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”, “ Kürt Açılımı” gibi beraberinde oldukça kompleks değişim ve dönüşümleri barındıran bir süreci yaşıyor. Bu süreç, Türkiye siyasetinde olası radikal kırılma hatta bölünmeye yol açan tarihsel bir sorun boyutunu oluşturması bakımından da ele alınmayı gerektiriyor. Yazımızda bu sorunsal, temsili demokrasilerin en temel siyasi organizasyonu olan siyasi partilerin konuya yaklaşımları çerçevesinde ele alınacaktır. Söz konusu siyasi partileri TBMM’de temsil edilen dört siyasi parti (AKP, CHP, MHP ve HDP) ile sınırlandırıyoruz. Dört siyasi partinin üzerinde uzlaşma sağladığı tek nokta, ortada bir sorun olduğu. Bu tespit bile, soruna çözüm olarak getirilen önerilerin kapsamının ne kadar farklılık arz edebileceğini gösteriyor. Barındıkları açısından oldukça girift bir olgusal ilişkiler yumağını andıran sürecin çözümüne yönelik yaklaşımlar, siyasal alanda birey üzerinden şekillendirilen maksimalist bir demokratik yeniden inşa faaliyetinden, Kürt vatandaşların bireysel hak ve taleplerinin öne çıkarılmasına; Kürt kimliğinin politik arenada özneleşerek sistem kurucu, özgürleştirici ve kapsayıcı bir özerk faaliyet alanının yaratılmasında doğrudan inisiyatif almasının önünün açılmasından, salt bir terör sorununun çözülmesine kadar geniş bir yelpazede seyretmektedir.
Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur: Kürt Sorunu olgusuna tarihsel ve ilişkisel bakıldığında, bu sorun tek başına ele alınıp belli bir rota izlendiği takdirde sağlıklı bir çözüme ulaşılması için uygun bir zemini mümkün kılmakta mıdır? Yoksa, meselenin ortaya çıkışına sebep olan ve ‘öz’ünü oluşturan kimlik boyutunu da atlamadan ülkenin işleyişinde her gün kendisini gösteren demokrasi eksikliklerinin giderilmesini içeren birey temelli, dinamik ve evrensel bir demokrasi inşasını da gerektirmekte midir? Siyasi partilerin meseleye yaklaşımları, bu soruya verdikleri yanıtlar, dolayısıyla yaklaşımlarını üzerine kurdukları aktörler/süreçler/olgular bakımından farklılık gösteriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Kendisini her fırsatta devletin sınırlı iktidarını benimseyen, değişimi ‘doğal’ toplumsal süreçlere bırakan ve uzlaşma kültürü, reform, gerçekçilik, kucaklayıcı birlik, değişimcilik, ilkeli ve yüksek, çözüm odaklı siyaset anlayışını savunan muhafazakar demokrat bir kitle partisi olarak tanımlayan AKP, 2023 Siyasi Vizyon belgesi de dahil olmak üzere neredeyse her programatik belgesinde Kürt sorununu bir “demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler” sorunu olarak görmektedir. Demokrasiyi halkın geniş boyutlu katılımı ile sürekli geliştirilmesi gereken bir süreç ve hoşgörü, diyalog ve müzakere rejimi olarak tanımlayan bu partiye göre, demokratik rejimde hukuk kuralları ve yönetim ilkeleri vatandaşların rızası ve iradesi ile şekillenirken, ileri demokrasi kişinin vazgeçilmez, devredilmez, dokunulmaz temel hak ve hürriyetlerinin eksiksiz yaşanabildiği ve bunların her türlü otorite karşısında korunduğu, devlet tarafından kesin bir biçimde garanti altına alındığı, vatandaş iradesinin devletin bütün kurumları üzerinde belirleyici etkiye sahip olduğu; sadece düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle değil, kamu hayatının her alanında vatandaşların kararlarıyla ve denetimleriyle yönetime katılabildikleri kurumsallaşmış, özgürlükçü demokrasidir. İnsan odaklı siyasetin özü, AKP’ye göre, temel hak ve özgürlükleri her alanda ve evrensel ölçülerde geliştirmek iken, siyasetin ahlaki amacı ise meşruiyet, hakkaniyet ve adaletin hayatın tüm alanlarında hakim kılınmasıdır. AKP terminolojisi ile söylersek, çözüm sürecinin çözümünde AKP’nin söylem repertuarını bir dizi pragmatik başka nedenlerin yanında en azından ideolojik açıdan bu arka plan belirlemektedir. Davutoğlu’nun ideologluğunu yaptığı medeniyet miti de bu açıdan Kürt sorununun çözümünde ihtiyaç duyulan kurgulanmış tarihi gereçleri devşirmek ve hamasi söylem inşa etmek için oldukça işlevseldir.
Çözüm süreci, AKP açısından büyük bir demokratikleşme hamlesi olarak görülmekle birlikte Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasında, farklılıkları zenginlik olarak gören bir birlik anlayışı çerçevesinde her türlü etnik, dini, bölgesel milliyetçilik zeminini reddeden bir zeminde değerlendirilmektedir. Sorunun kaynağı olarak Kürt vatandaşlarının ve Doğu/Güneydoğu illerinin sorunlarına ilgisizlik, geri kalmışlık, ayrımcılık, asimilasyon çabaları belirlenmiştir. Bu doğrultuda AKP, terör sorunu ile vatandaşların demokratik hak ve taleplerini birbirinden ayrılması vurgusunu öne çıkarmaktadır. Terör ile mücadele başlığında demokrasi – iç/dış güvenlik dengesi tanımlanıp bu doğrultudaki adımlar öne çıkarılırken, demokratik hak ve talepler açısından ise OHAL, DGM ve ÖYM’lerin kaldırılması, askeri vesayetin kırılması ve sivilleşmenin artması, EMASYA’nın kaldırılması, anadil kullanımının arttırılması (kamu hizmetine erişim, yayın, seçmeli ders, cezaevlerinde kullanım, eski yerleşim adları, savunma, enstitü ve bölüm açılması vb.) ve bölgesel kalkınma hamleleri vurgulanmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süreden beri dile getirdiği ‘Kürt Sorunu yoktur’ açıklaması da, AKP’nin çözüm sürecine yönelik yaklaşımı ile birlikte düşünüldüğünde anlam kazanmaktadır. Çünkü bu akıl yürütme Kürt Sorununu asimilasyon politikalarına maruz kalma ve kimlik taleplerinin reddedilmesi üzerinden tanımlarken, artık bu girişimlere son verildiği iddia edilmektedir. Dolayısı ile artık bir Kürt Sorunu yoktur. Bir sorundan bahsedilecek ise bu tek tek Kürt vatandaşlarının sorunlarıdır. Sorun bireysel düzlemde ele alındığı için bu tip bir sorunu çözme yöntemi genel bir demokratikleşme hamlesidir. Tüm bunların dışında, AKP’nin resmi internet sitesinin hedefler bölümünün demokratikleşme kategorisi altında sadece e – sistemlerin yaygınlaşacağı, daha hızlı bir yargı sisteminin getirileceği ve gereksiz bürokrasinin kaldırılacağı gibi hedeflerin varlığı çözüm sürecinin en azından şimdilik şeffaflıktan ya da sistematik olmaktan uzak genel geçer hamasi söylemler üzerinden götürüleceği izlenimini de uyandırmaktadır. Sürecin yürütülmesinde bu şeffaflıktan uzak tutumun işlevsellik açısından yarar taşıdığını söyleyen bir ekol bulunmakla birlikte, CHP sürece muhalefetini tam da buradan yani sürecin şeffaf olmamasından ve TBMM’nin devre dışı bırakılmasının yaratacağı olası kötü etkiler üzerinden kurmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi
CHP’nin ana muhalefet ve Türkiye’nin en köklü partisi olarak çözüm sürecine vereceği ya da vermeyeceği destek, sürecin selameti açısından oldukça önemli olduğu gibi, sorunun Türkiye’de bir fay hattı olmasından dolayı toplumsal kutuplaşma ve gerginliğin absorbe edilmesi ya da beslenmesi açısından da oldukça belirleyicidir. Baykal döneminde sürdürülen tepkici milliyetçi ve gerilimi tırmandıran tavır Kılıçdaroğlu döneminde terk edilmiş, hatta Kürt sorununun çözümüne yönelik çok geniş ve derinlemesine çalışmalar yürütülmüş, politika belgeleri hazırlanmıştır. Partinin kendisine hedef olarak belirlediği özgürlükçü demokrasinin kurulması ideali doğrultusunda Türkiye’de en temel sorunlardan birinin artan gelir adaletsizliği ile birlikte demokrasi ve insan haklarını tehdit eden insan hakları rejimi olduğu tanımlandıktan sonra, çözüme yönelik reçete hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, parlamenter sistemin güçlendirilmesine, laikliğin korunmasına, sivil yönetimin üstünlüğüne, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine, ifade, basın, sanat, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün sağlanmasına, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına, güçlü sosyal devletin inşasına, üniversitelerin özerkleştirilmesine, özgürlükçü ve sorgulayıcı eğitim sistemi oluşturulmasına dayandırılmıştır.
CHP’de Kürt Sorunu, siyasal ve toplumsal alanda böylesi maksimalist bir demokratikleşme ve kalkınma hamlesinin yaratacağı varsayılan engin toplumsal rahatlamanın, Kürt sorununun da üzerine oturduğu ve PKK’ya hareket alanı sağlayan sorun boyutları için de çözüm getireceğine dair bir yargının hakim olduğu söylenebilir. Bu yargımızı partinin Kürt sorununda çözüm için en aktif mesai harcayan aklı Sezgin Tanrıkulu’nun Sosyal Demokrat Dergi’nin Mart 2012 sayısında yazdığı yazıdan ve daha sonra peşpeşe açıklanan rapor ve politika belgelerinden de teyit etmek mümkündür. CHP’ye göre bu sorun bir bölge veya bölgeler sorunu değil, tüm Türkiye’nin sorunudur. Kürt vatandaşların temel insan hak ve özgürlüklerinden mahrumiyeti esas olarak Türkiye demokrasisinin bir sorunudur. Kürt vatandaşların talepleri salt etnik kimlik kaynaklı siyasi/kültürel içerikli hak ve özgürlük talepleri değil aksine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ekonomik geri kalmışlık, işsizlik, sosyal adalet, eğitimde fırsat eşitliği, güvenlik, terör gibi alanlarda karşı karşıya bulundukları sorunlar ve bunlara ilişkindir. Ancak Kürt sorunu bu sayılanlardan sadece birine de indirgenemez. Çözüm ancak ve ancak siyasi ve kültürel hak ve özgürlük taleplerinin karşılanması için ortaya konulacak siyasi irade sonucunda oluşacak toplumsal uzlaşı, güven, huzur ve barış ortamında elde edilebilir.
CHP, devletin etnik farklılıklar üzerinden politika oluşturmasını benimsemediğinden Kürt sorununa da bu tip bir bakışla yaklaşmaz. Aslolan bütün vatandaşları kapsayan adımlar atmaktır. Kürt vatandaşları için de üzerinde ortaklaştığı hak ve özgürlük taleplerinin dikkate alınmasıdır. Yoksa Kürt siyasal hareketine mensup farklı aktörlerin çözüme yönelik oldukça farklı yaklaşımlarına ve önceliklerine bakarak adım atılması mümkün değildir. Peki CHP çözüme yönelik somut neler söylüyor? Öncelikle referans olarak insan hakları, demokrasi, eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğünü alıyor. Referans kaynakları ise demokrasi ve insan hakları konusundaki uluslararası sözleşmeler, Sosyalist Enternasyonal’in ve sosyal demokrat siyasetin evrensel ilkeleri ile partinin tarihsel mirasıdır. Çözüm önerileri, kabaca eşit anayasal vatandaşlık, yeni ve demokratik bir anayasa, hakikatlerin araştırılması, faili meçhullerin ortaya çıkarılması, temsilde adalet, seçim barajının ve siyasi partiler yasasının değişmesi, anadil sorununun ortadan kaldırılması, anadilde öğretim, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, koruculuğun ilgası, bölgesel kalkınma, şiddet ortamının bitmesi, Roboski’nin aydınlatılması, mayınlı arazilerin temizlenip topraksız köylüye verilmesi, Nevruz’un resmi bayram olması, Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması vb. olarak belirtilebilir. CHP’nin Kürt sorununda, özellikle bölge insanlarının algısında din düşmanlığı ve duyarsızlıkla eşdeğer tutulması büyük bir handikap olarak göze çarpıyor. CHP’nin en büyük problemi, Kürt kimliğini önceleyen öznelerde özellikle 1990 sonrasında çizdiği oldukça sorunlu imajı silmeye çalışırken, aynı zamanda kendi içerisinde bir arada tutmakta zorlandığı toplumsal tabanını her seferinde yörüngede olduğuna dair ikna etmekle uğraşmak. Bu öyle bir hal almış durumda ki, CHP, hükümet ve Öcalan arasında yürütülen çözüm sürecinin bam teli olan kolektif haklar meselesine dair hiç bir şey söyleyememekte. Hatta şu aşamada sorunu bireysel haklar üzerinden çözme eğilimi bağlamında AKP ile aynı noktada buluşmaktadır. Bu anlamda ‘Kürt Sorunu yoktur, Kürt vatandaşların sorunu vardır’ şeklindeki bir çıkışı er ya da geç CHP’lilerden duyarsak, şaşırmamak gerekir.
Milliyetçi Hareket Partisi
MHP “2023’e Doğru Yükselen Ülke Türkiye Sözleşmesi”nin “Temel Haklar ve Demokrasi Anlayışımız” bölümünde demokrasi ve temel haklara ilişkin yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda; temel hak ve özgürlükler ancak milli güvenliğe, Cumhuriyetin temel niteliklerine, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, kamu düzenine, genel ahlaka, sağlığa ve başkalarının haklarını kullanmasına tehdit oluşturmamak kaydı ile kısıtlanamaz. Kişi dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı, din ve vicdan özgürlüğü, kadın ve çocuk hakları, hak arama özgürlüğü ve kanun önünde eşitlik başlıkları herhangi bir ön şart öne sürmeden tanınırken, düşünce ve kanaat özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkı, örgütlenme, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı, hür ve bağımsız medya gibi haklar belirli ön şartları sağlamaları koşuluyla kabul edilmiştir.
Bunlar dışında MHP, demokrasi anlayışını milli ve demokratik nitelikte bir anayasanın mümkün olabildiğince geniş bir uzlaşmaya dayanmasını, genel sınırlama hükümlerinden çok koruma hükümlerine yer vermesini desteklemektedir. MHP, siyasi partilerin terör ve şiddeti araçsallaştırmaması ve bölücü olmaması kaydı ile kapatılmasına karşıdır. Yine, bölücü olmaması, şiddet ve terörü kullanmaması, genel ahlaka aykırı olmaması, kamu düzenini bozmaması kaydı ile sivil toplum faaliyetlerini ve iyi yönetimde pay sahibi olmasını desteklemektedir. MHP, Kürt sorunu diye bir sorun olduğunu kabul etmeyip aksine verili problemin bir terör sorunu olduğu teşhisi beraberinde mücadele etme şiarını getirmektedir. Terörü yaratan ve besleyen tüm kaynaklarla etkili mücadele MHP’nin önceliği olurken, bölge gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uygun geniş kapsamlı bir ‘Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Programı’ öngörülmüştür. Kürt sorunu diye bir sorun olmadığı ve asıl sorun terör olduğu için devlet bütün mesaisini terörle mücadeleye harcamalıdır. MHP için oldukça bildik ve tahmin edilebilir olan bu yaklaşım bir yana, asıl ilginç olan durum yukarıda bahsedilen oldukça sınırlı demokrasi algısına rağmen son dönemde basın özgürlüğü, iç güvenlik yasasına karşı direnişe katılma, İzmir’deki sıkı yönetim uygulamalarına karşı koyma gibi oldukça demokratik tepkiler ile kamuoyunun gündemine gelme meselesidir. Şehirli, eğitimli, orta sınıf, genç, milliyetçi hassasiyetleri olan seçmenlere yönelmiş olan MHP için bu tip reaksiyonların araçsal olup olmadığı zamanla ortaya çıkacaktır.
Halkların Demokratik Partisi
‘Yeni yaşam çağrısı’ gibi siyasa kurucu, iddialı, dinamik ve davetkar bir sloganı benimseyen, Kürt siyasal hareketinin bugüne kadar geliştirdiği toplumsal tabandan yükselen, ancak artık Türkiyelileşme hedefi güden HDP ise, hem programında hem de öncü parlamenter aktörlerinin demeçlerinde demokrasi, emek, eşitlik, özgürlük, adalet ve barış üzerinde duruyor. Karşısında olduğu pozisyonları ırkçı, milliyetçi, militer, cinsiyetçi, muhafazakâr ve piyasacı güçler olarak tanımlayan HDP parti programına göre demokrasi, demokratik halk iktidarının halk meclisleri temelinde örgütlendiği; halkın söz ve karar süreçlerine doğrudan katılımını sağladığı; asker-sivil bürokratik vesayete ve otoriter, katı merkeziyetçi siyasi/idari yapılanmaya, atanmışların gücüne ve hukuk adı altında dayatılan anti-demokratik yasalara, uygulayıcı kurumlara, yerel idarelerin ve hizmetlerin piyasaya terk edilmesine karşı mücadele yürütüldüğü; merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görüldüğü bir anlayışta karşılık bulur. Yerel yönetimler anlayışı ise temsili demokrasiyi aşan doğrudan demokrasiye dayanmakta ve gündelik yaşamı ilgilendiren kararların ise doğrudan demokrasi ile alınacağı ve uygulanacağı özyönetimlerdir.
Programına ve basında yer alan demeçlere göre HDP, Kürt sorunu konusunda Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunup, bunu ilkesel yaklaşım çerçevesinde değerlendirmekte. Kürt sorununun, barışçı, demokratik, eşit haklara ve gönüllü birliğe dayalı çözümünü savunurken, bunun için mücadele eder ve çözüm, müzakere ve barış sürecinin başarıya ulaşmasını hedefler. HDP’ye göre tüm kimlik ve kültür sorunlarının köklü çözümü demokratik, çoğulcu, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasayla mümkün olacaktır. Yine, parti programına göre HDP, farklı kimliklerin, dillerin, inançların ve kültürlerin hak eşitliğinin anayasal güvence altına alınması ve bu anlayış üzerinde şekillenen bir anayasal yurttaşlık tanımının yapılması; anadilinde eğitimin ve anadil hakkının kamusal alan da dahil her alanda uygulanması; yerinden ve yerelden yönetime dayalı bir demokratik özerklik işleyişin gerçekleştirilmesi için mücadele etmesinin yanında emekçilerin ve halkların eşit ve özgürce yaşadığı demokratik bir cumhuriyete ulaşma yolunda Kürt halkının kendi deneyimlerinden hareketle geliştirdiği demokratik özerklik hedefini Kürt sorununun çözümünde önemli bir uğrak olarak değerlendirir. HDP, Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkların özgür ve gönüllü birliği için demokratik özerklik anlayışının sunduğu imkanların bütün ülkede yaşam bulması için mücadele eder.
İlk bakışta, HDP’nin Kürt sorununa yönelik çözüm önerilerinin salt bu doğrultuda olmaktan çıkarıp tüm azınlık gruplarını, hak ve özgürlük talebinde bulunan ve bu doğrultuda kitlesel biçimde mücadele eden farklı kimlikleri, siyasal/toplumsal/ekonomik sistemi radikal demokratik dönüşüme tabi tutmayı amaçlayan tüm aktörleri de mücadeleye de katacak biçimde genişlettiği söylenebilir. Bu açıdan partinin Türkiye siyasetinin ana aksını meydana getiren siyasi partiler arasında yerini almak ve bölge partisi olmaktan çıkıp Türkiyelileşmek kaygısı ile hareket ettiği iddia edilebilir. Bu açıdan Kürt sorununa çözüm yöntemi, kolektif haklar vurgusu dışında son kertede geneli kapsayan ve herkes için geçerli olan bir demokratikleşmeyi içerdiği için, yöntem itibari ile CHP ve AKP ile paralellik gösterir.
Sonuç
28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet yetkilileri ve İmralı heyetinin kamuoyuna birlikte açıklama yapmaları ile birlikte Öcalan’ın PKK’yı silahsızlanma kongresine davet etmesinin ardından deklare edilen 10 madde, çözüm sürecinde oldukça mesafe alındığını göstermesi bakımından önemlidir. Süreci götüren taraflardan biri olan HDP’nin ısrarla CHP’nin de aktif biçimde sorumluluk üstlenmesine yönelik geçmişte yaptığı ve bugün de sürdürdüğü çağrıları, CHP tarafından sürecin meşru zemininde yürütülmediği gerekçesiyle reddediliyor. CHP’nin, Baykal döneminde çözüm sürecinin kırılma anlarında takındığı tepkici milliyetçi tavrı bu dönemde takınmayıp aksine sürecin ne kadar değerli olduğunu vurgulayarak daha meşru, toplumsal uzlaşının hakim olduğu ve şeffaf bir zeminde, TBMM’de yürütülmesi tercihi ve önerisi değerlidir. CHP’nin, bir kesim seçmenini ürkütmek istememesi bağlamında anlaşılabilir de! Hatta, CHP’nin bu açıdan ısrarla maksimalist demokrasi vurgusu yaptığı iddia da edilebilir. Söylemin oluşması aşamasında Kürt sorununa birey düzleminde, geçmişte partiye dönük meydana gelmiş olumsuz algıyı yıkmak için ön alıcı siyaset izlenmesi ve ‘Herkes için’ vurgusunun yapılarak çözüm üretilmesi konforlu görünebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, CHP için meselenin özüne dair pasif kalma ve yabancılaşma tehlikesidir. Bu durum CHP’nin oy almayı hedeflediği Kürt seçmenler için temel referans noktasıdır ve beklentinin altında kalmak CHP’nin iktidar hedefinin önüne set çekecektir. CHP açısından bir diğer dikkat edilmesi gereken husus; çözüm sürecinin aynı şekilde ve işlevsel biçimde ilerlemesi, üstelik olası sonuçları itibari ile toplumsal desteği de yüksek tutması durumunda meşruiyet ve toplumsal uzlaşı arayışının süreç önünde engel olarak görülmesi olasılığıdır. Bu durum, AKP’nin sürecin ana mimarı olduğu algısını besleyecektir. Çözüm sürecinin “toptan bir demokratikleşme hamlesini içererek hem silahsızlanmayı hem de kimlik, eşit vatandaşlık ve ekonomik adalet taleplerini karşılayacak biçimde sonuca ulaşabilirliği” ile “tek başına, kendi dinamiklerini göz önünde bulundurarak, spesifik çözümler ile ele alınmalıdır” ekolleri arasındaki cevap arayışı, sürecin hareket alanını çerçevelemesi açısından esas teşkil ediyor.
HDP ve olası sonuçları itibariyle Türkiye demokrasisi açısından bir diğer cevap bekleyen soru, HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği sorusudur. Geçememesi durumunda siyasal sistem çok büyük bir meşruiyet krizine girebileceği gibi, barajı geçmesi durumunda AKP’nin başkanlık sistemi odaklı tüm hesapları alt üst olabilir. Sürece yönelik önemli eleştiri noktalarından biri ise, -Aykan Erdemir’in belirttiği üzere- çözümü iki otoriter lider arasındaki pazarlığa endeksleyen zihniyettir. CHP’nin durduğu noktayı önemli kılan en önemli faktör de budur. Çünkü, çözüm süreci salt iki tarafın ellerine bırakılamayacak kadar hem ulusal hem de uluslararası açıdan önemlidir. Çözümün toplumsallaşması, şeffaflaşması, etkinleştirilmesi verili koşullar için en önemli panzehirdir, fakat meselenin özünü kaçırıp meseleye yabancılaşmadan.
*Prof.Dr. Tanju Tosun,
Ege Üniversitesi, Öğretim Görevlisi,
tanju.tosun@ege.edu.tr
*Araş.Gör. Yusuf Can Gökmen,
Ege Üniversitesi İ.İ.B.F
Uluslararası İlişkiler Bölümü