Güçlendirilmiş parlamenter sistem, tekil demokratik meşruluk dizgesine bağlı olarak, adil ve özgür rekabet ortamında oluşturulmuş bir meclis ve bunun içinden çıkan ve yasamanın rızasına dayalı olarak görevde kalan yürütme organları ile bağımsız yargı öngörmektedir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem, yasama organı içindeki karar süreçlerindeki tıkanıkları giderme ve hükümet istikrarını korumaya dönük mekanizmalara sahip olan bir tür “rasyonelleştirilmiş/aklileştirilmiş” modeldir. Ancak salt rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem ülkemizdeki yönetim ve demokrasi sorunlarını gidermede eksik kalacağından, geliştirilecek modelin aynı zamanda çeşitli denge-denetleme araçlarına sahip “sınırlandırılmış bir parlamenter sistem” olması da gereklidir.
Devletin üç temel organı arasında denge tesisi amaçlandığından, bir hayli zayıflayan yasama güçlendirilmeli, yargı da bağımsız ve tarafsız kılınmalıdır. Organ dengesi kurgulanırken modern demokrasilerin iktidar-muhalefet ilişkileri gözetilmek zorundadır. Hükümetin meclis içinden kurulması, yasama ve bütçe fonksiyonlarının kullanıldığı karar süreçlerinde iktidar çoğunluğunu hakim kılarken, denetim ve müzakere fonksiyonlarının kullanılmasında muhalefet ve kamuoyunun etkinliği arttırılmalıdır. Demokratik çoğulculuk içinde seçilen yasama çoğunluğu istikrarlı ve güçlü biçimde yönetirken; muhalefet, kamuoyu ve bağımsız kurumlar da harcanan kamu parasını ve üretilen politikaları denetlemelidir. Böylece rasyonelleştirilmiş ve sınırlandırılmış parlamenter sistem özelliklerinin Türkiye özelinde birleşimi ile “güçlendirilmiş” bir parlamentarizm oluşturulmuş olacaktır.
Güçlendirilmiş Parlamenter sisteme geçiş sürecinde çözümlenmesi gereken belli başlı meseleler neler olacaktır?
Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için bir demokrasi vizyonu hayal etmek, varmak istediğimiz noktayı belirlemekle birlikte oraya nasıl varılacağı konusu da üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
1. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş, ideal olarak yeni bir anayasayı gerektirmektedir. Yeni anayasa yapımı ise kutuplaşmış toplumlarda oldukça meşakkatli bir süreçtir. Her şeyden evvel güçlendirilmiş parlamenter sistem, çoğulcu ve özgürlükçü bir demokratik rejim için önerilmektedir. Bunun için ilk yapılması gereken de demokratik usullerle yapılmış yeni bir anayasadır. İdeal olan, barajsız bir seçimle ve yalnızca anayasa yapmak üzere özel bir seçimle belirlenmiş bir kurucu meclis tarafından yapılacak geniş kapsamlı müzakerelerle anayasanın oluşturulmasıdır. Öte yandan bu, kısa sürede tamamlanabilecek bir süreç değildir; özellikle de kutuplaşmış iklimlerde. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş ise Türkiye için ivedilik arz etmekte; bu sebeple de birçok tartışmalı konu hakkında müzakereyi gerektirecek böyle bir süreçten daha kısa sürede tamamlanması gerekmektedir.
İkinci bir yol ise, kapsamlı bir anayasa değişikliği yapmak suretiyle 2017 Anayasa değişiklikleri ile oluşturulan hasarı gidermeye çalışmaktır. Bunun için de TBMM çoğunluğunun anayasa değişikliği yapabilecek en az beşte üçünün (360 MV) güçlendirilmiş parlamenter sistemden yana olan partilerce ele geçirilmiş olması gereklidir. Ayrıca 400 kabul oyu elde edilemediği takdirde zorunlu olarak bu anayasa değişikliğinin referanduma sunulması da gerekecektir. Bu süreçte değişik toplum kesimlerini temsil eden partiler arasında yürütülecek demokratik müzakere usulüyle mevcut anayasanın yasama, yürütme ve yargı bölümlerinde önemli değişiklikler yapılması gerekecektir. Bahse konu meclis çoğunlukları elde edilemediği fakat meclisin salt çoğunluğu elde edildiği takdirde meclisteki tüm partileri içine alacak bir müzakere süreci yürütülerek geçiş sağlanmaya çalışılabilir. Bu mümkün görülmediğinde ise, -Şili örneğinde saptandığı gibi- çıkarılacak bir yasayla bir defaya mahsus seçilecek kurucu meclis eliyle yeni anayasanın yapımı ilk olasılıkta belirtildiği gibi sağlanmaya çalışılabilir.
2. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi demek, Türkiye’de mevcut olan neopatrimonyal rekabetçi otoriterliğin de tasfiyesi demektir. Mevcut rejim, demokratik olmayan bir rekabetçilik üzerine kuruludur. Adil ve özgür olmayan bu görünürdeki rekabetin arkasında kamusal kaynakları tekelleştirmiş bir grubun, bu kaynakları ve kamu gücünü kişisel çıkarları için kullanması yatmaktadır. Kamu kaynakları, gruba dahil olanlar arasında rejimin devamı için önem dereceleri doğrultusunda paylaşılırken, muhalifler de yine kamu gücü kullanılarak cezalandırılmakta ve kaynak paylaşımının dışında tutulmaktadırlar. Kamu hizmetine ve kaynaklarına erişim -kamuda işe girmek dahil- siyasi sadakat karşılığında verilmektedir. Güvenlik güçleri dahil tüm devlet bürokrasisi bu mantık çerçevesinde örgütlenmektedir. Basit bir ödül-ceza mantığına dayanan rejimin tepesinde olağanüstü anayasal ve de facto yetkilere sahip bir lider bulunmakta ve iktidar kişiselleşerek bu lider çevresinde yukardan aşağıya doğru kamusal kaynak aktarımı ile satın alınmış bir siyasi sadakat piramidi oluşturmaktadır. Bu çıkar aktarımına karşı çıkanlar yargı eliyle cezalandırılmakta, yargı da neopatrimonyal ceza dağıtımının bir aracı konumuna gelmektedir. Hukuk devletinin bütünüyle tasfiye olduğu, anayasal hakların ve hukukun kağıt üzerinde kaldığı ve önemsizleştiği, yazısız çıkar paylaşımında ödül-ceza kurallarının geçerli olduğu bu rejimin üst yapısı “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir”.
Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilirken mutlaka yapılması gereken, siyasi sadakat karşılığında kamu gücünün ve kaynaklarının kullanımına son verilmesidir. Kaynakların el değiştirmesi ve bunlara erişim yollarının değişimi ilk adımdır. Bundan sonra neopatrimonyal tüm enformel kurumların tasfiyesi için paylaşılan inanç ve kolektif deneyimlerin değişmesi gerekir. Daha açık bir deyişle; anayasayı ve yasaları ihlal ederek oluşturulan çıkar, mevki ve makam paylaşımı ağını oluşturup yönetenler, özellikle kamu parasını ve gücünü kişisel çıkar için aktaran, hukuku bilerek ve isteyerek göremezden gelenler, uygulamayanlar, gücünü kötüye kullanıp suç işleyenler cezalandırılmalıdır. Burada yapılacak, var olan ancak uygulanmayan hukuk kurallarının uygulanmaya başlanmasıdır.
3. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tasfiye edilirken yapılması gereken öncelikli işlerden biri, liyakate dayalı olarak kamu hizmetine girme hakkı çerçevesinde göreve gelmiş ve hukuka bağlı olarak iş ve işlem yapan rasyonel bir bürokratik yapının tesisidir. Bunun için de cumhurbaşkanlığının demokratik güçlerce elde edilmesi elzemdir. Mevcut hukuki çerçevede üst düzey bürokrasinin ve bakanlıkların görev ve yetkileri bütünüyle Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle (CBK) düzenlenmiştir. Yeni gelen cumhurbaşkanı bunları bir gecede yeniden dilediği gibi düzenleyip düzeltebilir. Mevcut yapıda 3. No’lu CBK çerçevesinde üst düzey bürokrasinin önemli bir kısmının görev süresi mevcut cumhurbaşkanınınkiyle eşittir. Yani yeni cumhurbaşkanının seçimiyle otomatik olarak görevleri sona ermektedir. Bir kısmının ise görev süreleri dört veya üç yıl olarak daha kısa düzenlenmiştir. Kalanlarını da görevden alıp yerine yenilerini atama yetkisi cumhurbaşkanına verilmiştir. Yani bürokrasi üzerinde reforma gitmek, devlet teşkilatını düzenlemek, bu isteğe sahip bir cumhurbaşkanınca kolaylıkla yapılabilecek bir konudur. Mevcut yapı bu alanda cumhurbaşkanına inanılmaz bir serbestlik tanımaktadır.
4. Neopatrimonyal ödül ceza mekanizmasının içinde rol alan yargı üyeleri için ne yapılabilir? Yargı, acaba güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye geçiş sürecini baltalayıp engelleyebilir mi? Peki, ya boş dosyalarla delilsiz üretilmiş siyasi mahkumiyet kararlarını verenlere ne olacak? Çok sıklıkla duyduğumuz ya da üzerinde düşündüğümüz bu soruların cevapları neler olabilir ya da olmalıdır?
2016 askeri darbe girişimi sonrası meslekten ihraç edilen beş binin üzerinde hakim ve savcının yerlerine yenileri alınırken sözlüye katılmak için gereken 70 puan barajı kaldırılmış ve sözlü sınavlarda da çeşitli cemaat-tarikat ve grupların alımlarda etkili olduğu söylentileri yaygın biçimde duyulmuştu. İktidar partisine mensup avukat ve hukukçuların bir kısmı yargı içerine aktarılmışlardı. Öte yandan yargıya egemen olma çabaları, 2016 tarihinden çok önce, 2010 Anayasa değişiklikleriyle Anayasa Mahkemesi (AYM )ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısının değişmesi suretiyle başlamıştı. 2017 Anayasa değişiklikleri bu çizgiyi devam ettirmiş, bu iki kurum üzerinde yine değişiklik yapmıştı. İktidarın; yüksek mahkemeler, seçim yargısı ve genel olarak yargı üzerinde hakimiyetini tesis etmek üzere çok çeşitli yasal, anayasal değişiklikler ve kadrolaşmalar gerçekleşmiştir. Bu sorunları sırasıyla ve birbirinden ayırarak ele almak gereklidir.
Öncelikle yargıda kadrolaşma ve usulsüz sınav iddiaları üzerine gidilmeli, yapılacak bağımsız soruşturmalar neticesinde bu türden usulsüz biçimde işe alınan; hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile bağdaşır olmayan biçimde örgüt bağlantısı bulunan -fetö benzeri tarikat ve cemaat türünden- yapılarca seçilerek göreve getirilen kimselerin yargı içindeki varlıklarına son verilmelidir. Ancak bu süreçler savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilerek hukuk içinde yürütülmelidir. Sınavlarında usulsüzlük bulunmayan ve tarikat-cemaat yapılarından emir alarak görevde bulunmayan yargıçlar ise her türlü yargıç güvencesi içinde görevlerine devam edebilmelidir. Bu yargıçlar arasında bilgi ve beceri eksikliği bulunduğu düşüncesi var ise de, meslek içi zorunlu eğitim programları ile bilgi ve beceri eksiklikleri giderilmeye gayret edilmelidir. Anayasa değişikliği ile Hakimler Savcılar Kurulu’nun yapısı yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına uygun biçimde yeniden tanzim edilmelidir. Kurul başkanı olan Adalet Bakanı ve bakan yardımcısı dışındaki üyelerin görev süresi 4 yıldır. Yargı üzerindeki yürütme baskısı kalktığı takdirde yargıçların hukuku uygulamak dışında bir tercihte bulunmaya devam etmeleri fazla olası olmamakla birlikte sınavlar dahil yargı içindeki usulsüzlük iddialarının sağlıklı biçimde soruşturulabilmesi için HSK bünyesinde de reform gereklidir. Üye ve daire sayısının arttırılması akla gelebilecek muhtemel çözümlerdir. Yargı içine aktarılacak liyakate dayalı olarak seçilmiş yeni kadroların varlığına, kirliliği temizleyecek temiz suya ihtiyaç vardır.
Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi nispeten işlevini görme çabasında olan bir mahkeme olarak özel önemi haizdir. 12 yıl görev süresine sahip olan mevcut yargıçlar görevlerini süreleri bitene kadar yapmaya devam edeceklerdir. Ancak yapılacak anayasa değişiklikleri ile yetkilerinin arttırılması gereken AYM’nin yapısı da değiştirilmelidir. Bireysel başvuruları ve diğer işlerini etkili biçimde yerine getirebilmesi için üye sayısı arttırılmalı ve daireler oluşturulmalıdır. Hakim alımlarında mülakat kalkmalı, sözlü sınav yapılacaksa da kayda alınarak ve önceden hazırlanmış bir soru bankasından aday tarafından çekilmek suretiyle yapılmalıdır. Sınavı, bakanlık değil yeni oluşacak HSK yapmalıdır. Sınavlar nitelikli hakim yetiştirme önceliğine uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Yargıyı tarafsız ve bağımsız kılmaya yönelik yapılacak reformlar elbette burada çok kısa biçimde bahsedilen hususlarla sınırlı değildir. Seçim yargısı da demokratik ilkeler çerçevesinde ele alınmalı; bir yüksek mahkeme olarak Yüksek Seçim Kurulu yeniden tanzim edilmeli, il ve ilçe seçim kurulları bakımından da yeniden düzenlemeler getirilmelidir.
Pek tabii burada çok özetle ana noktaları aktarılan fikirlerin hayata geçebilmesi, demokratik güçlerin halkın güvenini kazanarak yasama ve yürütme seçimlerini kazanmasına, ülkenin ekonomik ve sosyal problemlerine hızlı ve etkili çözümler üretmeye başlamasına bağlıdır. Unutulmamalıdır ki her tür otoriter rejimin bir sonu vardır. Ülkemizde belirli aralıklara oluşan askeri ve sivil otoriterlikler de böyledir. Bugün toplumda demokrasi ve değişim talebi son derece kuvvetlidir. Değişim kaçınılmazdır. Öte yandan önemli olan, kalıcı bir demokrasinin ve adil bir toplum düzeninin tesisini başarabilmektir. Bu, ulus devlet devriminden sonra ülkemizde başarılmış ikinci bir devrim olacaktır.