Ülkemizde yaşanan iktisadi, siyasi ve sosyal gelişmeler dünyada egemen olan güç ilişkilerinden bağımsız şekillenmemektedir. Bugün emperyalizmin, dünyada egemen olan neoliberal iktisat politikaları ile -daha önceki Keynesyen dönemden farklı olarak- tüm saldırgan özelliklerinin yeniden ortaya çıktığına tanık olmaktayız. Emperyalizm, dünya çapında sadece bir iktisadi düzenleme mekanizması oluşturmamış; siyasi, sosyal, felsefi, dini alanlarda da kendi egemenliğini oluşturmak için tüm kaynaklarını seferber etmiştir. Toplumların nasıl düşüneceğinin, neye inanıp inanmayacağının belirlendiği bir ideolojik hegemonya yaratılmıştır. Bu hegemonya, dünya üniversitelerinin ürettiği akademik bilgiden medyanın, düşünce kuruluşlarının, yayınevlerinin, vakıfların ürettiği bilgiye kadar uzanan geniş bir ağ içerisinde yaratılmaktadır. Akademik çalışmalara dünya çapında damgasını vuran bir paradigma değişiminden bahsedilmektedir. Pozitivizmden postpozitivizme, modernizmden postmodernizme dönüş olarak tanımlanan bu teorik yapılanma Türkiye’de de belirleyici hale gelmiştir. Postmodernizm teorisinin oluşumunda; Derrida, Foucault, Lyotard, Wittgenstein gibi teorisyenlerin yanı sıra Frankfurt Okulunun teorisyenleri Horkheimer, Adorno, Marcuse, Habermas, Offe’nin ve postmarksist teorisyenlerden Gorz, Keane, Feyerabend, Laclau ve Mouffe’un önemli katkıları bulunmaktadır. Bu durumda sağ siyasetten başlayarak, sosyal demokrasi ve sosyalist sola kadar etkin olan bir düşünce akımı olan “postmodernizm” günümüzün entelektüel dünyasını belirlemeye başlamıştır. Bu paradigmanın temel özelliğini, Feyerabend’ın kitabının isminden kolayca kavramamız mümkündür: “Akla Veda”.
Aklın bilimden tasfiyesi
Birçok kişi için inanılması güç olan bir dönüşüm, dünya çapında etkin kılınmaya çalışılmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca bilim insanlarının doğruyu ve gerçeği ortaya koyma çabalarına son verme anlamına gelen gelişmeler yaşanmaktadır. Nesnel bilgiye ulaşma çabası, bilim insanlarının, kendi öznelliklerini aşarak, yansız biçimde var olan gerçekliği, olaylara ve olgulara dayalı olarak ortaya çıkarma ve bunu kanıtlama çabasıdır. Postpozitivizme göre ise nesnel gerçekliğe ulaşılması mümkün değildir. Bilim insanlarının tüm bu çabaları sadece kendi öznel gerçekliklerinin ortaya konması anlamına gelir. Yani nesnel gerçeklik yoktur, öznel gerçeklik vardır. Burada modernizmi ve pozitivizmi savunanların kabul edemeyeceği şey, nesnelliğin olmadığı iddiasıyla sosyal bilimin, hepsi birbirine eşdeğer bir özel görüşler çeşitlemesine indirgenmesidir. Nesnelliğin reddi ile bilimsel bilginin ve bilim insanlarının itibarsızlaştırılması gündeme gelmiştir. Postmodernizmde her türlü üst anlatının bir kurgu, bir söylem olduğu dile getirilmektedir. Marksizm de bir söylemdir, Atatürk’ün düşünceleri de bir söylemdir. Bilimsel bilgi ile sokaktaki herhangi bir kişinin ürettiği bilgi, ya da bir tarikat şeyhinin ürettiği bilgi arasında herhangi bir hiyerarşi yoktur. Yani bu bilgiler eşit değerdedir. Post-modern paradigmanın savunucuları üst bir akıl ve ahlak yönünde toplumsal gelişime yön verilmesi yerine, -toplumun ortalama düşüncesi- “ortak duyuya” teslim olunmasını önermektedirler. Birileri, bilimsel bilgiye dayalı olarak ne topluma ne de piyasaya müdahale etmelidir. Bu müdahaleler totalitarizm olarak nitelenmektedir.
Bu görüşe dayalı olarak cumhuriyetin kuruluş projesi de totaliterdir, piyasaya müdahale eden sosyalist ya da Keynesyen düzenlemeler de totaliterdir. Postmodernizm, neoliberal iktisat teorisinin ideolojisidir. Piyasa despotizmine dayalı olarak yaratılan her türlü eşitsizliği, demokrasi söylemleri eşliğinde meşru kılmaya çalışmaktadır. Postmodernizmin karşı çıkıp iktisadi analizin dışına attığı kavramların başında “emperyalizm” kavramı gelmektedir. Piyasa mekanizmalarına, bilime ve akla dayalı olarak yapılacak müdahalelerin önüne geçilmesi, bugünkü emperyalist projenin ve onun ideolojisi olan postmodernizmin asıl hedefidir. Piyasaya müdahale edilerek işsizliğin ortadan kaldırılması ve tam istihdam hedefi de postmodern teorisyenlerinin eleştirilerinin merkezindeki bir diğer konudur. (Daldal, 2012)
Postmodernizme göre, sosyal teorilerde sınıf konseptli tartışmalardan uzaklaşılmalı, onun yerine toplumsal cinsiyet, etnisite, barış ve silahsızlanma, çevresel koruma ve insan hakları gibi konulara kayılmalıdır. “Solun görevi, liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğul bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve geliştirmek olabilir” (Laclau ve Mouffe). Radikal demokrasi çerçevesinde etnik kimlik üzerinden yürütülen siyasal mücadeleler, postmodern teorinin bütünüyle desteklediği siyasi pratiklerdir.
Aklın dinden tasfiyesi
Postmodernizmin bir diğer önemli alana, “din” alanına etkisi bizim ülkemiz ve İslam coğrafyası açısından özel bir öneme sahiptir. Postmodernizm ile bilimden aklın tasfiyesi öngörülürken, dinden de aklın tasfiyesi öngörülmektedir. Modernizm ve aydınlanma hareketleri, toplumların orta çağın dinsel diktatörlüklerinden özgürleşmelerini sağlamıştır. Bilimin ve felsefenin gelişimi önünde duran dini yorumların tahakkümünün kaldırılması gerçekleşmiştir. Aklın, mantığın, eleştirinin, vicdanın, sağduyunun, adalet duygusunun gelişiminin önü açılmıştır. Her tek tanrılı din, tarihsel gelişiminde, teolojik, felsefi, metafizik ve epistemolojik sorunlar yaşamıştır. Batılı ve Uzakdoğulu toplumlar, bu süreci, kendi orta çağlarını aydınlanma atılımları ile aşmayı başarmıştır. İslam dünyası ise kendi orta çağını aşma konusunda büyük engeller yaşamıştır.
Yanardağ, bu geri kalmışlığın nedenini, 9-10. yüzyıllardaki Eş’ari mezhebinin yükselişine ve Mu’tezilenin yenilgisine bağlanmaktadır. Eş’ariler Gazali’nin (1058-1111) kişiliğinde güçlü biçimde temsil edilirken, Mu’tezile mezhebi İbni Rüşd’ün (1126-1198) kişiliğinde temsil ediliyordu. Gazali ekolü, İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kafirlik sayıldığı, insan aklının teslim alındığı, aklın değil “naklin” esas alındığı bir İslam yorumudur. (Yanardağ, 2013:23) İbni Rüşd ise, bilimin ve felsefenin kafirlik olamayacağını, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde, akla göre yorumlanmasının doğru olacağını savunuyordu. Allah vergisi olan insan aklının, felsefe ve bilimsel düşünce yöntemiyle –mantıkla- varacağı sonuçların, Tanrısal esine, yani nakledilene –vahiye- aykırı olamayacağını savunuyordu. (Yanardağ, 2022:344).
İslam dünyasının akıl ve bilimden kopuşunun temel nedeni, “İçtihat Kapısının” kapatılmasıdır. Dolayısıyla İslam’ın uzayan Orta Çağ’ının kaynağı tam olarak bu kırılmada, akıl kapısının kapatılmasında yatmaktadır. Orta Çağ karanlığının devam etmesi de, onu aşacak aydınlanma atılımı ve demokratik devrimler konusundaki başarısızlığıdır. İslam dünyasının tek istisnası olan 1923 Türk devrimi ve onun ürünü olan Cumhuriyete yönelik gerici saldırının tarihsel gerekçesi budur. (Yanardağ, 2022:213). Türkiye Cumhuriyeti, kazandığı antiemperyalist kurtuluş mücadelesi ile İslam ülkelerini içine alan bilimden ve felsefeden onları koparan Gazali anlayışının terk edildiği bir ülke olarak doğmuştur. İbni Rüşd 20. yüzyılın başında İslam dünyasında sadece bir yerde, Türkiye’de kazanmıştır. (Yanardağ, 2013:37)
Bu cumhuriyet, emperyalizme yüz çevirmiş islam alimlerinin desteği ile kurulmuştur. Onlardan biri olan Rıfat Börekçi, Osmanlı Şeyhülislamı Dürrîzâde’nin, İngilizler’in baskısıyla Milli Mücadele aleyhinde verdiği fetvayı reddeden bir fetva vermiştir. Yurdun her tarafına dağıtılan bu fetva halkın Milli Mücadele etrafında toplanmasında son derece etkili olmuştur. Cumhuriyetin ilk diyanet işleri başkanı olarak bilim ve felsefeden kopartılmamış bir İslamın gelişmesi için yetkilendirilmiştir.
Türkiye’nin böylesi bir modernleşme sürecinden kopartılması için atılan adımlar, Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli zamanlarda ortaya çıkmıştır. Ancak dünyada emperyalizmin neoliberal politikaları devreye sokması ve bunun Türkiye’ye izdüşümü olan 1980 darbesi ile nitel bir sıçrama yaşanmıştır. Postmodern saldırılar ile birleşen aklın dinden tasfiyesi süreci, bu ülkeye ağır bedeller ödettirilerek getirilmiştir. “İslam’dan Dönenler”, “Yalancı Peygamberler” ve “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı kitapların yazarı olan Bahriye Üçok gibi, İslam ile bilim ve akıl arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışan aydınlar hedef alınmış ve katledilmişlerdir.
Bugün Türkiye’de Gazali ekolünün egemenliği en belirgin biçimde kadınlar üzerinden görünür kılınmaktadır. Aklın dinden tasfiyesi, en başta kadın hakları alanındaki saldırılar ile gözümüze sokulmaktadır. Kadınların konumu bir toplumun geri kalıp kalmamışlığının en belirgin göstergesidir. İslam ülkelerinde emperyalist yapılanmanın eseri olarak ortaya çıkan bu durum, gene emperyalizm tarafından islamofobiye gerekçe olarak sunulmaktadır. “İslam dininden evrensel insan hakları çıkamaz, evrensel kadın hakları çıkamaz, İslam dini terör üretir“ söylemleri ile bu dinin itibarsızlaştırılması yönündeki tüm çabalar, emperyalizmin çıkarınadır.
Modernizme, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik postmodern eleştirilerin İslamın eş’ari yorumuyla nasıl bir teorik bütünlük oluşturduğu ve nasıl bir toplum yarattığını hep birlikte görmekteyiz. Türkiye’de yaşadığımız politik dalgalanmalarda solun ve sosyal demokrasinin zaman zaman içine düştüğü sapmalar bu analiz ile açıklığa kavuşmuş olacaktır.
Modernleşme ve aydınlanma süreçlerine karşı eleştiri getiren bu süreçleri totalitarizm olarak niteleyen postmodernistler, özellikle Türkiye’nin de dahil olduğu İslam coğrafyasında yaratılan toplumsal tahribat ve geri gidiş ile yüzleşip günah çıkartmamışlardır henüz. Ülkemizin bugünkü halinin sorumluları olan “postmodern aydınlar”, ya üçüncü dünya akademisyeni kompleksiyle bilmeyerek ya da bilinçli olarak bu emperyalist projeye ortak olmuşlardır. Bugün 1921 anayasası temelinde toplumsal dönüşümü örgütlemeye çalışan kimi kesimler bu tuzağa bir kez daha düşüleceğinin sinyallerini vermektedirler.
Bugün aydınların önünde, postmodern projenin; aklın bilimden ve dinden tasfiyesinin yarattığı iktisadi, siyasi ve ideolojik sorunların ve bunların emperyalist yapılanma ile bağının ortaya konması gibi tamamlanmamış acil bir görev durmaktadır.
Kaynakça:
Daldal, Şule (2010) Kuralsız Kapitalizm Batağında Emek, İstanbul, Alan Yayıncılık.
Yanardağ, Merdan ( 2013) Türkiye Neden Feda Edildi, İstanbul, Destek Yayınları.
Yanardağ, Merdan (2022) İçtihad Kapısı, İstanbul, Kırmızı Kedi Yayınları.