A cyclist crosses a near-empty Westminster Bridge with the Houses of Parliament in the background in central London on April 9, 2020. - British Prime Minister Boris Johnson on Thursday began a fourth day in intensive care "improving" in his battle with coronavirus, as his government prepared to extend a nationwide lockdown introduced last month. (Photo by ISABEL INFANTES / AFP)

Şule Erten Bucak – COVİD-19 Salgını İngiltere’yi Nasıl Etkiliyor?

İngiltere,  Mayıs ayı ortasında,  İtalya ve İspanya’yı da geride bırakarak, korona salgını ölümlerinin en yüksek olduğu Avrupa ülkesi durumuna geldi.

Bunun cevabı, Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) 2010 yılından bu yana muhafazakar hükümetler tarafından nasıl ihmal edildiğinde yatıyor.

İngiltere hükümeti, 2008 ekonomik krizi sonrasında ağır bir kemer sıkma politikası uygulamaya başladı.Bu politika çerçevesinde sağlık sistemine yapılan yatırımlara da ciddi oranda yeni kısıtlamalar getirildi. Geçen yıl  yayınlanan  bir rapor,  2009 ve 2019 yılları arasında Ulusal Sağlık Sistemi’nin bütçesinin, yaşlanan nüfusun getirdiği artan talep ve ihtiyaçlara rağmen, yılda sadece ortalama yüzde 1.4 oranında artırıldığını gösteriyor. Bu rakam, son 10 yıl içinde Ulusal Sağlık Sistemi bütçesine yapılan artırımların , sistemin kuruluşundan bu yana yapılan artırımlara kıyasla yarıdan fazla azaltılmış olduğunu gösteriyor.

 Kamu Politikaları Araştırma Enstitüsü (Institute for Public Policy Research, IPPR) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, eğer bu kemer sıkma politikasından vazgeçilmiş olsaydı, Birleşik Krallık’ta 2012 yılından bu yana 130 binden  fazla hayat kurtarılabilirdi.

Ulusal Sağlık Sistemi’nin  Covid-19 krizine  bu denli hazırlıksız yakalanmasına yol açan en önemli neden, yıllardır uygulanan bu kemer sıkma politikasıdır. Ancak, bunun kadar önemli bir başka neden de son dört yıldır süregelmiş olan ‘Brexit’ olayıdır.

“Brexit” ve sonrası

2016 yılında Avrupa Birliği’nden çıkma kararı alınmasından  bu yana İngiltere’de çok farklı bir dönem yaşandı.  Başbakan David Cameron’un, neden yaptığı hala anlaşılamayan, Avrupa Birliği referandumu, İngiltere’yi bugüne kadar süregelen bir krizle karşı karşıya getirdi. Cameron istifa ettikten sonra Muhafazakar Parti’nin başına gelen Theresa May içinden çıkılamaz bir durumla  karşı karşıyaydı. Bir yandan AB’de kalma taraftarı olmasına rağmen birlikten çıkış için çalışırken, öte yandan da  Brexit nedeniyle ’ karşılaşılması beklenen ekonomik sıkıntılara çözüm bulması gerekiyordu.

Bu sırada ana muhalefet partisi de çalkantılar yaşıyordu.. Eylül 2015’de İşçi Partisi liderliğine seçilmiş olan  Jeremy Corbyn, kendisini desteklemeyen milletvekilleri  nedeniyle 2016 yılında yeni bir liderlik oylamasına gitmek  zorunda kalmıştı. Bu oylama ile daha güçlü olarak partinin başına geçmesine rağmen İşçi Partisi içinde Corbyn’e  karşı olan sesler hiçbir zaman susmadı ve onu görevden indirmek için çaba sarfetmeye devam ettiler.

Tabii bütün bu siyasal karışıklık içinde, hükümet tarafından halka verilmek zorunda kalınan  sözlere rağmen, sağlık sistemine yatırım yapılmamaya devam edildi ve Brexit oylamasından sonraki dönemde de  13,000 Avrupalı hemşire ve ebe ülkeyi terketti. Aralık 2019 her iki parti için de bir dönüm noktası oldu. May istifa ettikten sonra yerine geçen Boris Johnson ülkeyi erken seçime götürdü.Brexit konusunda net bir tutum almaması nedeniyle İşçi Partisi’nin oyları çok düştü, seçimi kaybetti ve Jeremy Corbyn de parti liderliğinden ayrılmak zorunda kaldı. Halbuki, İşçi Partisi’nin seçim manifestosunda yer alan en önemli konu, II Dünya Savaşı sonrasında kurucusu olduğu Ulusal Sağlık Sistemi’ne yatırımların artırılması ve Muhafazakar Parti tarafından, neo-liberal politikalara uygun biçimde kasıtlı olarak  ihmal edilerek zamanla özelleştirilmesi hedeflenen Ulusal Sağlık Sistemi’nin yeniden canlandırılmasıydı.

Jeremy Corbyn’in yerine İşçi Partisi liderliğine  Keir Starmer seçildi. Starmer, partinin başına seçilirken, en önemli konulardan birisi Ulusal Sağlık Sistemi’nin iyileştirilmesi olan Corbyn’in seçim manifestosundan taviz vermeyeceğini açıkladı. Yaşanan Covid-19 salgını ve Ulusal Sağlık Sistemi’nin içine itilmiş olduğu çaresizlik sonucunda bugüne kadar Birleşik Krallık’ta 38 binden fazla insanın ölmüş bulunması, kendisi de hasta olup canını zor kurtarıncaya kadar  konuyu hiç umursamayan  ve her bir insanın hayatının ne kadar önemli olduğunu hiçe sayarak “sürü bağışıklığı” tezlerini savunan Boris Johnson’a oy vermiş olanların  önemli bir bölümü bugün artık bu desteği sürdürmüyor.

Salgın sonrası dönem

Seçimlerden iki ay sonra ortaya çıkan salgınla ilgili olarak Johnson hükümeti  son derece yavaş hareket etti. Salgın başladıktan sonra Başbakan Boris Johnson işin ciddiyetiyle alay edercesine insanlarla el sıkışmaya, yakın iletişim kurmaya devam etti. Kendisi de hastalanıp bir ayda zar zor iyileşene kadar, ısrarla, salgının “sürü bağışıklığı” ile yenileceğini ilan etti. Daha kötüsü, son günlerde ortaya çıkan  belgeler, böyle bir salgın çıkabileceğine ilişkin  olarak geçen yıl bir uyarı yapılmış olduğunu ve eğer SARS gibi bir salgın çıkarsa İngiltere’nin buna hazırlıklı olmadığının  vurgulanmış  bulunduğunu  fakat buna rağmen hükümetin hiçbir hazırlık yapmadığını gösteriyor.

Bütün bunlara rağmen, Muhafazakar Hükümet yaptığı hataları kabullenip ileride yapılması gerekenleri planlayacağına inatla hata yapmadığını söylüyor ve İngiltere’deki ölüm sayısının Avrupa’daki diğer ülkelere göre çok yüksek olmasınının nedenlerini geçiştirmeye çalışarak “Korona ölümlerine değil, aşırı olan ölümlere bakılmalıdır” diye kendini savunuyor.

Covid-19 salgını  İngiltere’de sağ iktidarların politikalarındaki büyük yanlış ve çarpıklıkları  ortaya sermiş bulunuyor. Yıllardır bilinçli olarak sürdürülen “tasarruf tedbirleri” nedeniyle Ulusal Sağlık Sistemi ve  Sosyal Refah Sistemi inanılmaz derecede zayıflamış durumda.  Ne yeterince insan, ne de yeterince ekipman var.   Bu durumda, Muhafazakar Parti hükümeti  ülkeyi ayakta tutabilmek için İşçi Partisi hükümetlerinin bile yapmadığı harcamaları yapmak zorunda olduğunu görüyor ve bunu yapmaya çalışıyor. Ne var ki, sağcı iktidarların her zaman yaptığı gibi,  bunun bedelini yarın  halka ödetmeye çalıştıklarında İngiltere halkının bunu kabullenmesi biraz zor görünüyor.

Dolayısıyla, birçok ülkede olacağı gibi artık İngiltere’de de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. 2016’dan beri Brexit nedeniyle sürekli erken seçim yaşayan İngiltere’de Covid-19 salgını geçtikten  sonra yeniden bir erken seçim gündeme gelebilir.

Salgınla mücadele için  Johnson hükümeti  sol bir parti gibi davranarak, insanlar işini kaybetmesin ve şirketler batmasın diye büyük harcamalar yapmak zorunda kaldı. Şimdi asıl soru, ekonomisinin Covid-19 salgını nedeniyle önemli darbe aldığı Brexit sonrası  İngiltere’sinde,  yapılan ve daha da yapılması gerekecek olan bu harcamaların nereden karşılanacağıdır ve bu  sorunun iki cevabı olabilir: Sağlık hizmetleri gibi yaşamsal toplumsal hizmetlerin finanse edilebilmesi ve toplumun en düşük gelirli ve muhtaç kesimlerinin desteklenebilmesi için 10 yıl daha sürecek yeni bir kemer sıkma politikası mı uygulanacaktır, yoksa, gerekli olduğu gibi,  sistemin toptan bir yeniden yapılandırılması mı gündeme getirilecektir.

Ama ne var ki, sistemin yeniden yapılandırılması, toplumun en zengin kesiminden daha yüksek vergiler alınmasını ve daha sıkı denetimi gerektirecektir ve Muhafazakar Johnson hükümetinin böyle bir yeniden yapılandırmayı isteyeceği de uzak bir olasılıktır.

Şurası kesin ki, Aralık 2019’da yapılan genel seçimler eğer bugün yapılmış olsaydı, İngiltere’de tartışılan en önemli konu  İşçi Partisi’nin seçimi kaybetmesinin ana nedeni olan Brexit tartışması değil, İşçi Partisi’nin seçim manifestosunda en önemli bir konu olarak yer almasına rağmen Brexit tartışması karmaşasında seçmenlerin pek fazla önemsememiş olduğu “Sağlık Sistemi’nin nasıl güçlendirileceği” olurdu.

*Şule ERTEN BUCAK
CHP Eski Genel Sekreter Yardımcısı
sule.bucak@gmail.com