2048 (1)

Şule Daldal – Sosyal Demokrasinin İktisadı ve Donald Trump

Dünyada sosyal demokrasinin iktisadının hakim olduğu kapitalist dönemler 1944-1971 arası yaşanmıştır ve adına kapitalizmin” altın çağları” denmektedir. Liberal iktisadın, finansallaşma ve sanayisizleşme olarak ortaya çıkan iki hastalıklı yanını tedavi edecek önlemler, Keynesyen dönemin özelliklerini belirlemiştir. Faiz oranlarının reel sektörün kar oranlarından daha düşük tutulduğu bir uluslararası finansal müdahale ile (Bretton Woods) öncelikle sermaye birikimin üretim ekonomisine kayması sağlanmıştır. Ulus devletlerin kalkınma süreçlerinin gerçekleşebilmesi için korumacılık türü önlemler almalarına olanak tanınmıştır. Tam istihdam hedefi Keynesyen iktisadın özgün yanını oluşturmaktadır. Tam da bu nedenle sosyal demokrasi, emek ve sermaye arasındaki çelişkinin devletin görece özerk yapısı ile bir uzlaşma çerçevesinde örgütlendiği kurallı kapitalizm dönemlerinde gelişebilmiştir.

Aslında neoliberalizme alternatif  yok mu;

Sosyal demokrasinin iktisadının dünyada neden terk edildiğini araştırdığımızda, karşımıza ABD’nin çıkarları çıkmaktadır. Tarihe baktığımızda kapitalist ekonomilerin, ABD’nin çıkarları yönünde şekillendiğini görürüz. 2. Dünya Savaşı sonrası bu çıkarlar Keynesyen iktisada uygun düştüğü için dünya “altın çağları” yaşayabilmiş, ancak bu çıkarlar Keynesyen iktisat ile çeliştiği zaman ise liberal iktisada geçilmiştir.

Neoliberalizme geçilmesiyle birlikte, “Başka alternatif yok” (There Is No Alternative-TINA söylemi eşliğinde bir ideolojik hegemonya yaratılmıştır. Bu alternatifsizlik iddialarına göre Keynesyen iktisat denenmiş ve çökmüştür; sosyalizm denenmiş ve çökmüştür ve sadece liberal iktisadın uygulanabilirliği söz konusudur. Bu ideolojik hegemonya sadece sağda yer alan partileri değil sosyal demokrat partileri de etkilemiş ve bu partiler de neoliberal iktisadı savunur hale gelmişlerdir.

Neoliberal politikaların adına finansallaşma ve sanayisizleşme dediğimiz iki temel özelliği vardır. Finansallaşma, faiz oranları liberal iktisadın monetarist teorisine uygun olarak serbest piyasa içerisinde belirlendiğinde ortaya çıkmaktadır. Böylelikle dünya çapında finansal yatırımların spekülasyona dönüşen bir seyir izlediği ve çok büyük kar oranları ile reel sektörün kar oranlarına da baskı yaptığı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Finans sektöründen elde edilen kazançlar ile yarışan reel sektör, en ucuz üretimi gerçekleştirmek için yoğun bir rekabet içerisine girmiştir. Dünya çapında mal ve hizmet üretimi piyasalarındaki kontrollerin ortadan kalkması ile en ucuza doğru, “dibe doğru” bir yarış gerçekleşmiştir. Sermayenin küresel düzeyde hareket kabiliyetine kavuştuğu, emeğin ise ulus devletlerin içine hapsedildiği bir dünyada, en ucuz emek arayışında, keskin bir rekabet ortamı yaratılmıştır. Bu rekabet ortamını aşağıdaki tabloda görülen emek maliyetleri açıkça ortaya koymaktadır.

Tablo :1: Bazı ülkelerin imalat sanayiinde saat başına brüt giydirilmiş ücretleri  (ABD Doları )

ABD 25,20
İspanya 18,08
Kore 17,85
Japonya 17,52
Türkiye   8.00
Tayvan   7,92
Hırvatistan   5,95
Malezya   4,35
Çin   3,56
Meksika   2,41
Endonezya   1,05
Filipinler   0,85

Kaynak: 2015 Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü (IMD), 2016 Dünya Rekabet Gücü Yıllığı; TİSK, 2015 Çalışma İstatistikleri ve İşgücü Maliyeti Araştırması; Kalkınma Bakanlığı, Temel ekonomik Göstergeler.

Böyle bir dünya tablosunda, Çin’in dünya pazarlarından aldığı payın hızla artması ve dünya ihracatını açık fark ile ele geçirmesi gerçekleşmiştir.

Tablo 2: İhracat,  2014, milyar dolar

ÇİN 2.343
ABD 1.623
ALMANYA 1.511
JAPONYA 684
HOLLANDA 672
FRANSA 583
GÜNEY KORE 573
İTALYA 529

Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü, Ekonomi ve Dış Ticaret Raporu 2015. www.tim.org.tr/files/downloads/Raporlar/ekonomi-dis-ticaret-raporu-2015.pdf, s.37.

Ancak Çin’in bu büyümesi, sosyal ve ekolojik dampinge dayalı bir büyümedir ve bu tür bir dış ticaret rejimi dünyanın sosyal standartlarını aşağıya çekmektedir.

Dünyanın bugün geldiği konumu anlayabilmek için aşağıdaki tablodaki değişimler çok büyük önem taşımakladır. Korkut Boratav’ın hesaplamaları ile dünya cari işlem dengesinde öne çıkan değişimleri şöyle özetleyebiliriz.

Tablo: 3 Dünya Cari İşlem Dengesi (Milyar Dolar)

  1997 2006 2013 2016
ABD           -140,4           -800,6           -366,4           -469,4
Almanya             -10,0           182,1 252,9            306,4
Çin               37,0 232,8      148,2 270,9
Petrolcüler              21,7            476,6           485,2           -110,2

 

Bu tabloda da görüldüğü gibi gerçek değer yaratan mekanizmalardan koparılmış bir ABD ekonomisi, gerçek anlamda güçlü bir ekonomi üzerinden hegemonya oluşturamamaktadır. Bunun yerine içi boş bir finansallaşmanın ve ekonomi dışı güçlerin etkinliğine ağırlık vermektedir. Petrolcülerin cari fazlası, yaratılan savaş ile eritilmiş; Almanya ve Çin cari fazlalarıyla dikkat çekmişlerdir.

Dış ticarette uluslar arası savaşım

Dış ticaret bir artık aktarımı mekanizmasıdır. Bu yönü ile dünya uluslarının güç ve etkinliğini ve dünya pazarından kimlerin ne düzeyde pay alacağını dış ticaretin kuralları belirler.  ABD’nin yeni başkanı işte bu dünya dengesizlikleri ortamında seçilmiştir. Trump’ın politikasını değerlendirdiğimizde şu tür tespitleri yapmamız mümkün olmaktadır: İslamofobik, ırkçı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi. Ekonomik politikalarını değerlendirdiğimizde ise öne çıkan özellikler korumacılık, finans sermayenin kuralsızlaştırılması, emek piyasasının kuralsızlaştırılması ve sosyal hakların tırpanlanmasıdır. Korumacılık dışındaki özellikler neoliberal politikaların daha da keskin uygulanması anlamına gelmektedir. Ancak korumacılık liberal iktisadın doğrularıyla çelişmekte ve bu nedenle liberalizmin prenslerinin tepkilerini üzerine çekmektedir.

ABD’li firmaları korumaya yönelik korumacılık önlemleri, altyapı yatırımlarının hızlandırılması, vergi reformu ve kuralsızlaştırma, Trump’ın iktisadi stratejinin temel noktalarını oluşturmakladır. ABD başkanı, öncelikle bankalara ve finans yatırımcılarına büyük teveccüh göstermektedir. Hemen hemen hepsi kendi alanlarında bir kuralsızlaştırma beklentisi içindedirler. Obama döneminde, 2008 krizinden sonra yürürlüğe konan Dodd-Frank Yasa Paketi ile bankaların zarara uğradığını ve Trump’ın bunu telafi edeceğini düşünmektedirler.  (Bischoff, 2017)

Neoliberalizmin temel sermaye birikim mekanizmasına yani finansallaşmaya dair en ufak bir eleştiri getirmeyen Trump’ın, bu çevrelerin desteğini alarak iktidarını sürdüreceği söylenebilir. Sadece dünya mal ve hizmet ticaret rejimi açısından korumacı birtakım önlemler dönemi başlayabilecektir.

Dünya iktisadında rekabet üstünlüğünü ele geçiren en önemli ülke Çin’dir. Çin, neoliberal iktisadın dibe doğru yarışının kazananıdır. Neoliberalizmin diktatörlüğü olarak da nitelendirilebilir. Tam da bu nedenle, serbest piyasa ekonomisinin önde gelen savunucusu rolünü üstlenmiştir.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri ve Cumhurbaşkanı Şi Jinping, Davos’ta, emperyalizmin ekonomik kurallarını (“ekonomik küreselleşme”yi) sahiplenen; ancak, ABD hegemonyasına dayanan tek-kutuplu dünyayı reddeden bir perspektif ortaya koymuştur. (Boratav, 2017)

Türkiye ne yapmalı?

Bugün neoliberalizmin birtakım özelliklerinin ABD’nin çıkarları ile çeliştiği bir döneme gelinmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin çıkarlarının nasıl şekillendiğini inceleyecek olursak, Çin ile ticaretin Türkiye ekonomisinde etkin bir rol oynadığı görülmektedir.

Türkiye’nin dış ticaret açığı 2001’de 10,065 milyar dolar iken 2011’de 105,935 milyar dolara çıkmış, 2016 rakamları ile 56 milyar dolar olmuştur. Dış ticaret verilerini incelediğimizde ihracatın yıllar içerisinde arttığını ancak bu artışın ithalata bağımlı olarak gerçekleştiğini ve dış ticaret açığımızın yıllar içerisinde yükseldiğini görebiliriz.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın 2015 verilerine göre en çok ihracat yapılan ülke 13,417 milyar dolar ile Almanya ve 10,556 milyar dolar ile İngiltere olmaktadır. 24,873milyar dolar ile Çin ise en çok ithalat yapılan ülkelerin başında yer almaktadır. Türkiye’nin dış ticaret açığının, asıl olarak Çin ile yaptığı ticarete bağımlı olarak geliştiği ve bu açığın büyük bir hızla arttığı ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’nin bir spekülatif kazanç ve ithalat cennetine dönüştürüldüğü bu ortamda, yerli üretim ve istihdam yerine, dış dünyadaki üretim ve istihdam beslenmektedir. Ucuz ithalat, diğer bir yandan da yurt içinde yan sanayileri ve yerli ara malı ve girdi üreticilerinin kazançlarını eritmekte, ucuz ithal girdileri yerli sanayileri piyasadan dışlamaktadır. (Yeldan, 2009: 21)

Neoliberalizmin değişimi finans piyasalarına uluslararası düzeyde müdahaleyi gerekli kılmaktadır. Ancak bugünden yarına ulusal politika düzeyinde yapılabilecek ilk şey borç batağından kurtulmaya çalışmaktır. İthalata kısıtlama getirilmesi ve üretim ekonomisini teşvik eden bir modelin desteklenmesi şarttır. Bu anlamda korumacılık türü önlemlerden başka bir çare yoktur. Türkiye kendi emek piyasasındaki ücretlerden daha düşük ücretler ile üretilmiş malların ülkeye girmesine kısıtlama getirmelidir. Türkiye’de üretimi teşvik etmenin işsizlik ile mücadelenin, korumacılık olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Neoliberalizmin serbest piyasa özgürlüğü olarak lanse ettiği bu özgürlük, ülkelerin işçi sınıfları için birer prangadır. Sosyal dampinge izin vermeyen bir ticaret rejiminin kurulması, dünyada sosyal adaletin olmazsa olmaz şartıdır. Türkiye yerli üretimi teşvik edip planlı bir ekonomik kalkınma hamlesini sanayide ve tarımda örgütlemek durumundadır.

KAYNAKÇA

Bischoff , Joachim (2017) Zeitenwende: “America first !” Sozialismus, 23.01.2017http://www.linksnet.de/en/artikel/46915

Boratav, Korkut. (2017) . Donald Trump, Şi Jinping ve Küreselleşme,  Birgün,  27.01.2017 http://www.birgun.net/haber-detay/donald-trump-si-jinping-ve-kuresellesme-144699.html

Yeldan, E. (2009). Kapitalizmin Yeniden Finansallaşması ve 2007/2008 Krizi: Türkiye Krizin Neresinde? Çalışma ve Toplum, 1, 11-28.

*Doç. Dr. Şule DALDAL
Marmara Üniversitesi
sulenecef@yahoo.com