f393e9a7-5799-4dfc-acee-ff7db50ea16f (1)

Söyleşi: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç SOYER

Yönetim Kurulu Üyemiz Zeynep ALTIOK AKATLI’nın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç SOYER’le yaptığı söyleşi:

Seçimlerden önce, İzmir’e ilişkin projelerinizi açıkladığınız toplantılar yaptınız. Bu toplantılara “1. Cemre Buluşması”, “ 2. Cemre Buluşması” gibi isimler verilmişti. Neden cemre adını verdiniz bu buluşmalara?

Cemrenin sözlük anlamının ateş (kor) olduğunu çoğumuz biliriz. Anadolu’nun kadim kültüründe bu sözcük zamanla “sıcaklığın artması” olarak yer edinmiş. Yani birer hafta arayla düşen cemreler hava, su ve toprağı ısıtırken; düşen her bir  “Cemre” baharın müjdecisi olmuş. Bildiğiniz üzere CHP Genel Merkezi tarafından belirlenen “Martın sonu bahar” sloganıyla yerel seçim kampanyamız başladı ve bu slogan tüm Türkiye’de sosyal demokrat belediyelerin yönetiminde yaşayan ya da yaşamak isteyen tüm kitleler için umut yarattı. Hatta bizlere uzun yıllardır kazanamadığımız önemli büyükşehir ve ilçe belediyelerini kazandıracak kadar etkili oldu. Velhasıl, İzmir Büyükşehir adaylığımız açıklandığında kamuoyu projelerimizi merakla beklerken, ekibimle beraber “martın sonu bahar” sloganıyla örtüşen bir dizi proje tanıtım toplantısı yapmaya karar verdik. Baharın müjdecisi “cemreler” işte bu noktada bizim ihtiyacımıza yanıt verdi ve her bir cemre buluşmamız adeta tüm İzmirlileri ısıttı, sarmaladı, bütünleştirdi… Yani İzmir’in kıyılarından Kadifekale’ye, Ödemiş’ten tüm kırsala aşkla düşen cemreler 1 Nisan sabahı İzmir’e baharı getirdi. 

İzmir genelinde refahın eşitlenmesinden bahsetmektesiniz. Bu yerel – kamucu bir sosyal politikanın mı işareti?

Bugün küresel kapitalist sistemin en büyük açmazı gelir adaletsizliğidir. Neoliberal dönemle başlayan bu açmaz, bizzat merkezi hükümet politikalarıyla yaratıldı ve bunun sonucunda küresel refahın %99’u sadece %1’lik dilimi oluşturan bir avuç azınlığa teslim edildi. Sadece sınırsız büyümenin teşvik edildiği ve küresel refahın adil paylaşımına engel olan bu sistem günümüzde büyük bir tahribat yaratmıştır, yani bir bakıma sürdürülebilir değildir… Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, küresel toplum bugün en çok geleceği konusunda karamsardır. Öyle vahim bir tablo ki, bugün dünyadaki genç nüfus bir ev sahibi olmanın büyük bir lüks olduğunu düşünmektedir. Çünkü satın alım gücü düşmüş, emeğin değeri azalmıştır. Emekle elde edilecek bir mülkiyetin bedeli de yüklü kredi ödemelerini göze almaktır ve ağırdır… O nedenle merak edenler için Noam Chomsky’nin “Amerikan Rüyası için Ağıt” belgeselini izlemesini tavsiye ediyorum…  Tabi ki sorunun farkına varmak ve tespitlerde bulunmak bir çözüm değil… Aksine zamanın hızlı ilerleyişi içerisinde acil çözümler üretmek kaçınılmaz ve tarihsel bir sorumluluk haline geliyor. İşte bu noktada çözümü yerelde görüyorum. Çünkü kentler medeniyetin beşiği demek, yani öyle ki Platon “Devlet” adlı eserinde ideal devletini ararken bile şehir devletinden (polis) yola çıkmış.  İşe buradan başlamamız gerekiyor. Seferihisar belediye başkanı görevini üstlendiğimden bu yana tüm samimiyetimle ifade ettiğim bir şey var: O da geleceğin dünyasının “kentler dünyası” olacağı gerçeğidir. Bunu her ortamda ısrarla dile getiriyorum, çünkü sorun yereldeyse, çözüm de yerelde… Sosyal demokrasi, ya da toplumcu belediyecilik kooperatifler kurarak, kırsal kalkınmayı destekleyerek, kadınların işgücü piyasalarına daha fazla katarak kapitalizmindoğurduğu yapısal krize çözüm üretmeye çalışıyor ancak bu yeterli değil. Çünkü yerelde çözüm derken kastettiğim şey, sadece günü kurtaran çözümler değil. Çözüm daha fazla yerelleşme, hatta belki yeniden yerelleşmede… Avrupa bunun adına “subsdiarite” demiş, yani “yerindelik” ilkesi. Yani ekonomi ve sosyal uyum politikalarının bir parçası olarak bir karar en iyi nerede etki yaratacaksa orada uygulanması… Şüphesiz, bu ilke her geçen gün kentlerin lehine sonuçlanıyor, hatta bu ilke bizzat insan yaşamına dokunan kentleri yaratıyor. Bugün Barselona, Kopenhag, Hamburg, Oslo gibi pek çok kent bir nevi ülkesinin imajını temsil ediyorsa, bunu en çok o şehirlere verilen güç ve yetkide aramak gerekir diye düşünüyorum. BM liderliğinde düzenlenen ve özellikle Habitat III Zirvesi’nde Yeni Kentsel Gündem adıyla çizilen çerçeveler söz konusu gücü bu kentlere sağlıyor. Fakat daha da önemlisi dünyaya mal olan, hatta “dünya şehri” diyebileceğimiz bu kentler sorunuzda bahsettiğiniz  sosyal politikaları başarıyla uygulayarak refahı büyütüyor ve adil paylaşıyor. Şayet bugün Hamburg meclis gündemine göz atarsanız, kent gündeminin ve yaklaşık 9 milyar avroluk bütçesinin büyük oranda sosyal politikalara ayrıldığını görürsünüz. Bu çarpıcı örnek Türkiye’deki sosyal demokratların merkezle olan ilişkisinde kendisini nasıl konumlandıracağı ve nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dair çarpıcı bir örnektir diye düşünüyorum… 

Belediye faaliyetlerinin şeffaflığı ile ilgili düşündüğünüz önlemler neler? 

Geçtiğimiz sene Seferihisar Belediyesi başkanlığımda şeffaf belediyecilik ödülüne layık görüldük. Bu ödül elbet gurur verici ama tesadüfen olmadı. Uluslararası Şeffaflık Derneğiyle beraber uzun soluklu çalışmalarımızın bir ürünü diyebilirim. Öyle ki şeffaflık konusunda kurumsal farkındalık çalışmalarının yanı sıra şahsım ve belediye başkan yardımcılarımızın, hatta müdürlerimizin mal varlığı bildirimlerine, mal ve hizmet satın alımlarından açık ihalelere kadar her türlü sürecin kamuoyuyla paylaşılmasıyla yürütülen bir süreç bu. Bugün Seferihisar Belediyesinin web sayfasını ziyaret edenler “Şeffaf Belediyecilik” kategorisi altında tüm bu bilgi ve verilere erişebilirler… Kısacası bu bilgiler bütün vatandaşlarımızın erişimine açık… Ancak açık konuşmak gerekirse, Seferihisar ölçeğinde başarıyla uyguladığımız şeffaflık politikaları İzmir Büyükşehir Belediyesi özelinde yeterli olmayabilir. O nedenle iki temel adımı en kısa sürede atacağız. İlki kent hayatına dair tüm sosyal, ekonomik, tarihsel verilerin “büyük veri” adı altında paylaşıldığı bir platformu kurmak. İkincisi kurumsal şeffaflığı sağlamak için bağımsız denetim şirketleriyle ortak çalışmalar yürütebilecek bir Şeffaflık Komisyonu’nu sivil bileşenlerin de katılımıyla ve İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hayata geçirmek.  İnanıyorum ki, bu ikisini uygulamaya başladığımız andan itibaren süreç mutlaka İzmir halkı tarafından kabul gören ve kendine özgü yeni modeller ortaya çıkaracaktır. Buna yürekten inanıyorum…

BİT’ler ve belediye hizmetlerinde çalışan taşeron işçilere ilişkin olarak neler düşünüyorsunuz?

Bundan birkaç yıl evvel sayın genel başkanımızın verdiği talimat ile İzmir Büyükşehir belediyesinde taşeron olarak çalışmakta olan tüm işçi kardeşlerimiz, belediyenin şirketlerine daha iyi imkan ve şartlarda geçiş yaparak çalışmaya devam etmektedir. Ne anlamlı ki,  sayın genel başkanımızın bu öngörüsü sayesinde atacağımız daha çok adım var. Her şeyden evvel, işçiler ve emekçi kardeşlerimiz için hakça ve adil bir düzeni mümkün kılacağız. Hiç şüpheleri olmasın ki, bu yolda canla başla aşkla çalışmaya devam edeceğiz. Fakat öncelikle en başından beri söylemlerimde çokça değindiğim ‘’arka sıradakilere” önem verecek, onların yaşam standartlarını ve imkânlarını geliştirme konusunda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. İzmir Büyükşehir Belediyesi emeğe ve emek eksenli politikalara hakkaniyetle sahip çıkacaktır. 

Daha önce SODEM bünyesindeki çalışmalarınızı biliyoruz. İzmir’i bir “dünya kenti” yapma perspektifinizi de biliyoruz. Peki İzmir’i nasıl dünya kenti yapacaksınız? Spesifik projelerinizden bahseder misiniz bununla ilgili? 

Geleceğin dünyası kentler dünyası derken vurguladığım husus sadece kentlerin kendi kimliğiyle kazandığı bir önem ve ağırlık değil. Aksine kendi aralarında işbirliği yapabilme ve bu işbirliğinden doğan kurumlar yaratabilme becerileri kentlerin öncü rolünü şüphesiz pekiştirecek. Bu noktada, bizim bir vizyonumuz ve iddiamız var. İzmir’in tarihsel konumuna denk düşen bir Akdeniz Kentler Birliği projesini hayata geçirebilmek. Bu noktada, konuyu yakından takip edenler tarafından böyle bir birliğin zaten var olduğuna dair bazı eleştiriler almıyor değilim. Halbuki bunun farkındayım, hatta somut konuşmak gerekirse bu hedefimizle ilintili MedCities ağını biliyor ve yıllardır yakından takip ediyorum. Ama aynı zamanda İzmir’in bu ağ içerisinde arzulamadığımız bir konumda olduğunu biliyorum. O nedenle, geçtiğimiz günlerde Akdeniz kentlerine hitap eden ve iyi niyet ifadesi olarak kaleme aldığımız mektuplar uzun bir yolculuğun başlangıcı diyebilirim. Hiç şüpheniz olmasın, bu yolculukta izleyeceğimiz rota kültürel ve sosyal ilişkilerin yanı sıra ekonomik derinleşmeleri de beraberinde getirecek. Öyle bir yol haritası oluşturacağız ki, Akdeniz kentleri arasında kurulacak ilişkiler yatırım çeken, refah yaratan ve kültürel canlanmayı sağlayan kurumsal mekanizmalar yaratacak. İzmir’den başlatmak istediğim bu hikayenin heyecan verici kısmı, sınıraşan ilişkileri özgün kurumlar oluşturarak zenginleştirebilmektir. Bu zenginleşme aynı zamanda insan hayatına dokunan bir zenginleşme sürecinin ilk kıvılcımını yakabilme gayretidir. Bu noktada, buraya anlatmakla sığdıramayacağım pek çok düşünce ve projelerim var. Ama Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM), Uluslararası Kentler ve Yerel Yönetimler Ağı (UCLG) ve Cittaslow gibi pek çok uluslararası ağ bu hususta bizim için son derece büyük fırsatların kapısını aralıyor. Bu fırsatları kaçırmamak için İzmir Ticaret Odası, Ege İhracatçı Birlikleri, EBSO, üniversiteler ve diğer özel sektör ve kamu kuruluş temsilcileriyle beraber hareket ederek İzmir vizyonumuza uygun tüm fırsatları yakalamaya çalışacağız. 3 kıtada İzmir ofisleri açarak bu vizyonu tanıtacak, genç elçilerimizi kent diplomasisi yolunda önemli bir aktör haline getireceğiz. 

Hükümetin sizin icraatınıza yapacağı engelleri (metro ve deniz ulaşımındaki iskele gibi somut engelleri) aşma hususunda neler düşünüyorsunuz? 

İzmir halkının oylarıyla 1 Nisan 2019 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye başkanı seçildim. Bu görev aynı zamanda tarifsiz bir sorumluluğu da omzuma yüklüyor. Yani bu kentte harcanan her bir kuruşun hesabını vermekle mükellef olduğum ağır ama bir o kadar da gurur verici bir sorumluluk bu… Yani, öyle bir sorumluluk ki, İzmir halkı verdiğioylarla bu kentin geleceğini şahsıma emanet etmiş. Böyle bir durumda  bu kentin geleceğini etkileyen herhangi bir engeli bahane etmek mümkün mü? 

Kesinlikle değil. Bilakis, bu kentin pastasını büyütmek ve refahı adil bir şekilde bölüşebilmek için canla, başla çalışacağım. Hükümetin bu hususlarda engel olabileceğini zannetmiyorum ama şayet bu konuda bir engel çıkartırlarsa bunu da olağanca gücümle İzmirlilere anlatacağım. Anlatmakla da mükellefim çünkü bilsinler ki Tunç Soyer, İzmir’i ve İzmir halkının çıkarlarını temsil ediyor. Dolayısıyla, bu şehrin doğası, tarihi ve beklentilerine zarar veren ne kadar yıkıcı politika varsa karşısındayım ve hukuki bir çerçeve içerisinde örgütlü mücadeleyle yanıt vereceğim. 

Nasıl Sığacık Körfezi’nde kurulmaya çalışılan Orkinos Çiftliklerine, nasıl Orhanlı köyünde Erkence zeytinini bitirmeye çalışan taş ocaklarına direndiysek; İzmir’in geleceğini olumsuz etkileyeceğini düşündüğümüz hiçbir gelişmede kayıtsız kalamayız. 

Küçük bir ilçedeki zorlu ama hakkımızın teslim edildiği tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, İzmir Büyükşehir Belediye başkanlığı dönemimde İzmir halkının çıkarları korunduğu müddetçe hiçbir sıkıntı yaşanmayacak. Fakat ilk önceliğimiz, 4 lira vergi verip karşılığında 1 lira yatırım alan İzmir’in milli refahtan daha adil bir pay almasını sağlamak olacak. Bunu tüm samimiyetimle paylaşmak isterim…