Arkadaşımız Ece ÖZTAN’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU ile yaptığı söyleşi
Göreve başlamanız hepimizin yüreği ağzında beklediğimiz bir süreç oldu. Yalnızca İstanbul’un değil, tüm Türkiye’nin özlemini temsil ettiniz. Göreve geldiğinizden bu yana İstanbul’a dair sizi en heyecanlandıran girişiminiz, projeniz ne oldu?
Göreve geldikten sonra bir kamu yöneticisi olarak beni en heyecanlandıran girişimim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaptığımız zihniyet değişimi oldu. “Ben yaptım oldu” diyen, lidere ve onun yandaşlarına çalışan yönetim anlayışını kökten değiştirdik. İsraf, şatafat ve kibir düzeni yerine anlamayı, empatiyi ve liyakati koyduk. Kurumu, belli bir ideolojiye ve anlayışa hizmet eden bir yapı olmaktan çıkardık. 16 milyon İstanbulluya ayrımcılık yapmadan hizmet veren, proje ve yatırımlarını tüm paydaşları bir araya getirerek planlayan bir yönetim yapısı kurduk. Hesap vermekten kaçmak yerine hesap verebilirlik ilkesini, kurumun tüm kademelerinde egemen kıldık. Cinsiyetçi kadrolaşmaya son verdik. Kadınların, bürokratik kademelerde hak ettikleri pozisyonlara gelmelerine yardımcı olduk. Dürüst, şeffaf, denetlenebilir, yatırım ve hizmetlerini bilimsel ölçütler çerçevesinde şekillendiren bir yönetim anlayışı geliştirdik. Çıkarcılık yerine akılcılık getirdik. Har vurup harman savurmak yerine, tasarrufu esas aldık. İşte bu köklü zihniyet değişiminin hem bende, hem de İstanbullularda büyük bir heyecan uyandırdığına inanıyorum. Çünkü, bir kez bu zihniyet değişimini sağlayınca gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Birlikte başarmayı öğrendik ve başardık da…
Madem “en”lerle başladık, “en”lerle devam edelim. Göreve geldiğinizden bu yana uğraşmak zorunda kaldığınız en zorlu süreç ve sorun neydi?
Göreve geldikten sonra, çözüme ulaştırmak konusunda en büyük ve en haklı mücadelemi Kanal İstanbul konusunda verdim, hala da veriyorum; sonuna kadar da hiç yılmadan vereceğim. İstanbul’un havasına, suyuna, yeşiline, denizine, trafiğine, toplumsal barışına, turizmine; Türkiye’nin maddi birikimine, cebimizdeki paraya, vergilerimize; kısacası her alanda yurttaşlarımızın yaşam standartlarına savaş açmış bir proje ile karşı karşıyayız. Belli bir kesim zenginleşecek diye İstanbul yaşanamaz bir yere dönüşecek. İçme suyu kaynakları kirlenecek, Marmara Denizi’nde yaşam bitecek ve kent depreme karşı daha da zaaflı hale gelecek. Ayrıca bu proje yüzünden çeşitli uluslararası sorunlarla da karşılaşmamız olası… Bunları ben kendi kafamdan söylemiyorum. Her kesimden bilim insanını davet ederek düzenlediğimiz çalıştaylarda ortaya çıkan sonuç bu. Bu yüzden, Kanal İstanbul bir ihanet projesidir diyorum. Şunu da açıkça söyleyeyim; ülkemizin karşı karşıya bulunduğu bunca ulusal, uluslararası, sosyal ve ekonomik sorun varken nerden çıktı bu Kanal İstanbul? İnsanlar aç, insanlar işsiz, pandemi ile boğuşuyor. Ülkede üretim durmuş. Çiftçinin, köylünün, KOBİ’lerin desteğe gereksinimi üst düzeyde… Hangi akılla on milyarlarca lirayı kanala gömeceğiz? Kimine göre 75 milyar, kimine göre 100, kimine göre 125. Bana sorarsanız çok daha fazlası. Yazık değil mi, hem de böylesine sıkıntıların yaşandığı bir dönemde, hiç olmaması gereken bir projeye, bu devasa kaynaklarımızı yönlendirmek… Anlaşılır ve akıl alır gibi değil.
Eğer İBB Meclisi size muhalif olmasa ve/veya merkezi iktidar tarafından engellenmemiş olsanız en çok yapmak isteyeceğiniz ama bu yüzden yapamadığınız bir-iki icraatı açıklar mısınız?
Evet, gerçekten de finansal kaynaklarımızı arttırmaktan, cemevlerine yasal statü vermeye, pandemi döneminde yardımları yaygınlaştırmaya ve hatta şirketlerimize üst düzey yönetici atamaya kadar birçok konuda anlaşılmaz bir şekilde önümüze engel konuldu. Ancak, şu da bir gerçek ki; bizim işimiz mızmızlanmak, kenarda oturmak değil. Her şeye rağmen, yasalar çerçevesinde elimizden geldiğince alternatifler üreterek 16 milyon İstanbullunun mağdur olmaması için çalışıyoruz. Bu engellemelerle karşılaşmamış olsaydık bugün metro inşaatlarımız daha hızlı ilerleyecekti; kent daha yeşil olacaktı, pandemi döneminde mağdur olan yurttaş sayısı ve en önemli sorunlarımızdan kent yoksulluğu daha da azalacaktı. Ülkemizin kanayan yaralarından biri olan cemevlerinin statü sorunu, tüm ülkeye örnek bir modelle çözüme kavuşacaktı. Ancak, şunu da iyi bilmek gerek: “Yaptırmama, köstek olma” diye bir siyaset biçimi yok. Bu şekilde İstanbul’a, İstanbulluya kötülük yapıyorlar. Bununla bize oy veren 4.5 milyon İstanbulluyu cezalandırdıklarını düşünüyorlar; oysa hem 16 milyonu cezaladırıyorlar hem de İstanbul’a haksızlık ediyorlar. Bunun da akıl alır yanı yok. Bunun sonu da yok getirisi de… Hemşerilerimiz, milletimiz neler olduğunu görüyor. Kararlarını ona göre veriyorlar. 23 Haziran’da bunu çok açık yaşadık zaten.
COVID-19 mücadelesi, içinde bulunduğumuz dönemin en temel politika alanlarından biri. Aynı zamanda COVID-19 ile mücadele politikaları hem tüm eşitsizlik ve kırılganlıkların daha da belirginleştiği hem de üzerine yeni eşitsizlik ve kırılganlıkların eklendiği bir alan. İstanbul’un COVID-19 ile mücadelesinde bu kırılgan kesimler nasıl yer buluyor?
Doğrusu, ekonominin durumu yüzünden İstanbul’da, yoğun bir kent yoksulluğu ve derin kırılganlıklar vardı. Göreve gelmeden önce de meydanlarda sürekli buna dikkat çekiyordum. Pandemi, bu durumun üzerine tuz biber ekti. Sizin de ifade ettiğiniz gibi eşitsizlikleri ve kırılganlıkları daha da derinleştirdi. Ancak, doğru politikalar uygulanarak bu sorunlar aşılabilir. Biz, belediye olarak ekonomiyi yoluna koymaktan sorumlu değiliz. Ne böyle bir yetkimiz var ne de elimizde bu sorunu çözecek araçlar… Ama başta kadınlar ve ötekileştirilmiş toplumsal kesimlere karşı ayrımcılığa son vererek bu sorunlar karşısında ilerleme sağlayabiliriz. Örneğin Sulukule’deki kapıları ve tel örgüleri kaldırttık. Çünkü bu kentte hiç kimse ikinci sınıf yurttaş muamelesine tabi tutulamaz. Göreve geldiğimizden bu yana belediyede daha önce hiç kadın istihdam edilmemiş birimlere kadınları görevlendirdik. Otoparklarımızda, metro trenlerimizde, otobüslerimizde yüzlerce kadın görev yapıyor, kuşku olmasın ki sayıları daha da artacak. Belediyenin üst düzey yönetiminde birçok kadın karar verici var. Ne oldu? Hem ayrımcılığı ortadan kaldırdık hem de daha verimli çalışan bir kurum haline geldik. Sadece ihtiyaç sahiplerini desteklemedik, aynı zamanda bu sürece tüm toplumu kattık. Pandemi döneminde, başta ‘Askıdafatura’ olmak üzere başlattığımız yardımlaşma, dayanışma kampanyaları büyük ilgi gördü. Veren elin alan eli tanımadığı, şeffaf ve denetlenebilir bir sistemle tüm toplumu birbirine bağladık; insanların içindeki iyiliği ortaya çıkardık. Ancak bunlar, şu an için yapılan pansuman uygulamalar. Biz, sorunlara köklü çözümler getirmeyi hedefliyoruz. Turizm, kültür-sanat, hizmet, yaşam, ticaret, tarihi eserler konusunda doğru politikalar ortaya koyarak İstanbul’u maddi olarak günümüzün çok ilerisine taşıyabiliriz. Biz, gerçekten iyi planlanmış, iyi gelir getiren ve gelirin de iyi dağıldığı bir kent için çalışıyoruz. Biraz zaman alacak belki ama sonunda amacımıza ulaşacağız. Tüm toplumu statüler, inançlar, yandaşlıklar etrafında değil, birey ve yurttaş olma ortak paydasında buluşturacağız. Ötekisi olmayan bir İstanbul inşa edeceğiz. İstanbul bu değil. Başka bir İstanbul var ve biz de halkımızla el ele, emin adımlarla oraya yürüyoruz.
Pandemi sürecinde bir yandan da sosyal belediyecilik uygulamaları çok önem kazandı. Kent alanına ilişkin kamucu politikalar önemli farklılıklar yaratabilir. Bu anlamda İBB’nin hem kamusal alanı hem de kamusal imkanları ve İstanbulluların bu imkanlardan erişimini artırmaya yönelik uygulamaları neler?
Her zaman söylediğim gibi İstanbul’u, yeni nesil bir belediyecilik anlayışıyla yönetiyoruz. Kente büyük mühendislik projeleri perspektifinden bakmıyoruz. Aksine kenti; insani gereksinim ve kavramların ışığında, 21. yüzyılın ruhuna uygun bir biçimde kavramaya çalışıyoruz. Kentsel mekanları, tüm kullanıcıların katılımıyla yeniliyor; İstanbul’a yeni meydanlar, meydanlara da kimlik kazandırıyoruz. Kentin ormanlarını, hemşerilerimizin hizmetine açıyoruz. Bu bakış açısıyla, daha seçim kampanyamdan başlayarak İstanbul’un önüne ‘adil, yaratıcı ve yeşil bir kent’ olma hedefini koydum ve bu vizyon için yetki istedim. Adil bir kent sağlamak adına, göreve geldiğimizden bu yana İstanbullunun cebinden çıkan parayı mümkün olduğunca azalttık. İlk iş, filomuzdaki gereksiz araçları geri gönderdik; şatafata harcanan parayı kestik. Yandaş vakıf ve derneklere aktarılan yüz milyonlarca liraya tırpanı vurduk. İhaleleri, canlı yayında, herkese açık ve denetlenebilir bir şekilde yaparak yatımlardan büyük tasarruflar sağladık. Belediyeyi bir karadelik ile devralmamıza ve merkezi hükümetin finansal açılımlarımıza olumsuz yaklaşımlarına rağmen, İstanbullulara verilen sosyal yardımları artırdık. Bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında 1,5 milyon İstanbulluya dokunduk, en zor zamanlarında yanlarında olduk. İstanbullunun gıdaya, ulaşıma, eğitime, suya harcadığı parayı indirdik. Göreve geldiğimizden bu yana dolar, yüzde 25 değerlenmesine rağmen, bugün İstanbul’da suyun da ulaşımın da fiyatı, önceki döneme göre daha ucuz. Ayrıca, İstanbul’un kendi yakın çevresinden, kendi kırsalından ucuza ve sağlıklı beslenebilmesinin altyapısını kurmak için uygulamalar başlattık. Bir yandan desteğe ihtiyaç duyan ailelerin 100 bini aşkın çocuğuna ücretsiz süt dağıtımı yapıyoruz; çiftçimizi, süt üreticilerimizi destekliyoruz. Diğer yandan da öğrenci akbilini 50 liraya düşürüp, 0-4 yaş arası çocuğu alan kadınlar için, ücretsiz Anne Kart çıkararak toplu ulaşım masraflarını azaltıcı tedbirler alıyoruz. Hafta sonları 24 saat toplu ulaşımdan yararlanmalarını sağlıyoruz. Ama az önce de vurguladığım gibi sosyal destek ve yardımlar, geçici çözümlerdir. Asıl çözüm, istihdam ve kentin zenginliğini artıracak projelerdir.
Akıllı yerleşimlere ilişkin dijital olanaklar ile kamucu-sosyal politikaları bir araya getirmeye yönelik bir projeniz var mı? Özellikle kentin ortak verisi üzerinden bazı hizmetlerin kamusal yarar perspektifi ile sunulmasına yönelik. Bu alanda İBB’nin takip ettiği, esinlendiği örnekler neler?
Büyükşehir Belediyesi olarak teknolojik açıdan tüm dünyayı izliyoruz. İstanbul’da yurttaşlarımızın yaşam standartlarını yükseltecek her türlü gelişme üzerinde de çalışıyoruz. Mayıs ayında düzenlenen G20 Davos Zirvesi’nde “Pilot Akıllı Şehir” olarak seçilmiş olmamız, çabalarımızın dünyada da beğeni topladığını gösteriyor. Göreve geldiğimden bu yana, bu alanda birçok proje ürettik. Bunların hepsini burada saymak olanaklı değil. Ancak herkesin bildiği bir İstanbulkart var örneğin. Biz ‘İstanbulkart’ı, bir kent kartı haline getirdik ve yeni versiyonunu çıkarttık. Bu yeni uygulama sayesinde kullanıcılar, dijital hesap oluşturabiliyor, QR kod ile ödeme yapabiliyor, işlem hareketlerini izleyebiliyor ve sanal İstanbulkart üreterek kartları yanlarında olmadan ulaşım hizmetlerinden yararlanabiliyor. Yine Beyaz Masa için, yurttaşların yakınma ve dileklerini ilettiği yapay zeka temelli bir uygulama geliştirdik. Gelen talep ve yakınmaları doğru anlayıp ilgili birimlere hızla sevkini olanaklı kılıyor. Uygulama sayesinde İstanbulluların taleplerine 7 gün 24 saat yanıt verilmesini, isteklerin toplanma süreçlerinin otomatikleştirilmesini sağladık. Hizmet kalitesini artırdık. Yine engelli hizmetlerinin yurttaşlara daha hızlı ulaştırılmasında, iyileştirilmesinde ve geliştirilmesinde kullanılacak bir otomasyon sistemi hazırladık. Kullanıma açılan sistem geliştirmeyi sürdürüyoruz. Ayrıca, pandemi sürecinde yurttaşların dijital platformlarda doğru, güvenilir kaynaklardan bilgi alabilmesini sağlamak, doğru olmayan bilgilerin yayılmasını önlemek amacıyla portal hazırladık. Portaldan gün gün salgın ile ilgili güncel bilgileri paylaştık. Ayrıca İstanbulluların hayatını kolaylaştıracak dijital arşivleme hizmetleri, bulut veri depolama, LoRaWAN uzaktan sayaç okuma, robotik süreç otomasyonu gibi yeni teknolojik uygulamaların çalışmasını başlattık.
Dergi söyleşimize katıldığınız için tüm Sosyal Demokrat Dergi Ekibi ve okurları adına size teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.