Arkadaşımız Ece ÖZTAN’ın Canan KAFTANCIOĞLU ile yaptığı söyleşi.
- İl başkanlığına geldiğinizden beri alışılmışın dışında CHP’li bir profille yarışıyor AKP. Bu, daha ilk dönemden size bir dava olarak yansıdı. AKP Kaftancıoğlu’nu siyaseten yenemediği için bağımlı yargı ile yok etmeye çalışıyor gibi görünüyor. Yargı süreci ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Siyasi olarak intikam almak için yargı yoluyla bir cezalandırma davası ve dolayısıyla memleketimizde hukukun üstünlüğünün değil üstünlerin hukukunun hüküm sürdüğü bir süreç yaşadığımız için böyle olması da şaşırtıcı değil her ne kadar doğru olmasa da. Ama bu sadece şahsım ile ilgili değil muktedirin duymak istemediklerini söyleyen veya önünde engel olarak gördüğü herkese yargı sopasını gösteriyor. Şahsım da bu gösterdikleri yargı sopasından bu dönem de nasibini aldığı için bu davayı bu anlamıyla çok da önemsemiyorum. Çünkü belki sopa olarak kullandıkları yargı eliyle şahsımı cezalandıracaklardır ama tarih de ve de toplumun vicdanında yargılanacak onlar olacaktır. Çünkü ben kendi adıma ne yaptığımı ne yapmadığımı ne söylediğimi ve neden söylediğimi biliyorum. Bir siyasetçi olarak muhalefet partisinde siyaset yapan bir il başkanı olarak iktidarın yaptıklarını ve yanlış yaptıklarını eleştirmeseydim o zaman kendim ile ilgili birtakım çekincelerim olurdu. Bundan dolayı süreci hep birlikte takip edeceğiz.
- Farklı siyasi aidiyetleri toplayan Millet ittifakını bir arada tutmakta yaşadığınız zorluklar oldu mu? Bu ittifakın yakın gelecekte devam edeceğini düşünüyor musunuz?
Millet İttifakı, Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun stratejik dehası ve siyasi öngörüsü sonucu oluşmuş bir ittifak olup ilk adımı da aslında Adalet Yürüyüşü’nden itibaren atılmıştı. İstanbul özelinde ittifakın devamında çok zorluk yaşadığımı söyleyemem. Bunda Millet İttifakı’nın İyi Parti İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun ortak aklı bulmaya çalışan iş birliği ve dayanışmayı önceleyen bakışının da anlaşmamızda büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu ittifakın yakın süreçte genişleyerek devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye’deki siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu böyle devam ettiği sürece dediğim gibi genişleyerek devam edecektir.
- İstanbul seçimleri iyi bir takım oyunu ile kazanıldı. Merkez seçmene de hitap eden yenilikçi bir aday ile sol ve Kürt oylarını tutan bir il başkanı olarak, bu takım oyunundan Türkiye siyaseti için çıkarılacak ne gibi dersler olabilir?
Aslında bu seçimlerde Türkiye siyaseti için çıkarılacak birçok dersler veya notlar olabilir. İlk aklıma gelenler birincisi artık Türkiye toplumu kesinlikle ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir siyaseti tercih etmiyor. Türkiye toplumu artık farklılıkları hakikaten zenginlik olarak gören ve bu zenginlikleri demokrasi çatısı altında bir araya gelerek ortak paydalarda buluşan bir siyasi anlayışı tercih ediyor. Ve yine bu seçimler özelinde bakacak olursam metodik çalışıldığında “mış gibi” iş yapmayıp hakikaten iş üretildiğinde ve yapılacak olan işe inanıldığında topluma ayar veren azarlayan parmak gösteren değil insanları dinleyen anlayan mümkünse sorununu çözen mümkün değilse de neden sorununu çözemediğini anlatan siyasete ve bu anlayışla yola çıkan siyasetçilere halkın daha fazla destek verdiğini gördük. Bundan sonra bence siyasetin kutuplaştırıcı dilinin değişerek siyasetçilerin olduğu gibi sahici ve samimi şekilde halk için siyaset yaptıklarını hissettirdiklerinde ve inançsal ve etnik bir takım kimliklerin siyaset malzemesi yapılmayıp vatandaşın reel sorunları üzerine ekonomik sorunu gibi ulaşım sorunu gibi ve bunun gibi vatandaşın sorunları üzerine eğilerek siyaset yapıldığında sonuç alınabildiğini gördük umarız bu anlayışla yapılan siyaset iktidar olur ve bu siyasi anlayış da toplumdaki değişimin önünü açar.
- Değişimin temsilcisi olarak Türkiye’de ilk neyin değişmesini istersiniz?
Türkiye’de değişmesini istediğim istemekle kalmayıp bunun için mücadele ettiğim birçok husus var. Ama ilk neyin değişmesini isterim diye düşündüğümde bir kere günlük toplumsal dilin dolayısıyla siyasetin dilinin değişmesini isterim. Çünkü bütün değişimler aslında bir zihniyet ve dil değişimiyle başlar bu değişimler olduktan sonra zaten değişmesi gereken birçok nokta değişecektir.
- Muhafazakar seçmenleri kazanmak için muhafazakarlaşma hattından somut sorunlara sol politik yanıtlar geliştirmeye yönelik bir siyasi hattın güçlenmesi gerektiği sık sık dile getiriliyor. Bu konuda umutlanabilir miyiz?
İster muhafazakar seçmen olsun isterse kendini farklı şekilde tanımlayan seçmen olsun o seçmenlerin oylarını kazanmak için o seçmenler gibi davranmaya hiç gerek yoktur. Siz sadece o seçmenin sorunlarını doğru bir hattan gören sosyal demokrasiyi içselleştiren hukukun üstünlüğünü kabul eden ve emek eksenli bir siyaset ile o seçmenlere ulaştığınızda zaten o seçmenlerin önce yüreğini sonra oyunu alabiliyorsunuz. İnsanların oyunu almak için kim olursa olsun onlar gibi davranmanın adı takiyedir. Ve takiye yaparak siyaset yapmanın hiçbir uzun vadede kazanımı olmayacağı da aşikardır. Burada şunu ifade etmek lazım muhafazakar seçmen ifadesi aslına üzerinde uzun uzun tartışılması gereken bir ifadedir. Çünkü muhafazakarlıkla dindarlık ne yazık ki eş anlamda kullanılan ifadeler olarak görülüyor. Halbuki muhafazakarlık mevcudu muhafaza etme tutuculuğudur. Dindarlık ise apayrı bir durumdur. Dolayısıyla dindar seçmeni de diğer seçmenleri de kazanmanın yolu onları anladığını hissettirip düşünceleri her neyse saygı duyarak onların inandıkları şekilde yaşam haklarını savunarak ancak herkese bu düşünceyi ifade ederek ve insanların oldukları gibi değil ekonomik sorunları üzerinden bir çözüm üreterek ve insanların sorunları üzerinden çözüm üreterek siyaset yapıldığı zaman birçok şeyin değişebileceğini görüyoruz. Son yerel seçimler de aslında bunun olabileceğini gösterdi. Yeter ki bizim inandığımız ideolojimize dair özgüvenimiz tam olsun. İnananın inancına saygımızı, inanmayanın inanmama özgürlüğüne dair haklarını koruyacağımızı ve etnik köken konusunda kör olduğumuzu anlatıp kimlik ve inanç siyasetine dair net bir tavır gösterelim. Ve çok kez sağ siyasetin bize kurduğu siyasi pusulara kapılmayıp inanç siyaseti yerine sol’un varlık nedeni olan üretim ve bölüşüm tartışması içinde kalalım, refahı nasıl artıracağımızı ve ülkemizin yapısal sorunlarını sol siyaset ile nasıl çözeceğimizi anlatalım. Unutmayalım ki İmamoğlu Fatih’te inanç yarıştırdığı için kazanmadı. Fatih’teki çocuğa Kadıköy’deki çocuğun fırsat eşitliğini vaad ettiği için kazandı.
- Toplum birini kahramanlaştırdığı zaman ona insanüstü vasıflar da yüklemeye başlıyor. Siz de Türkiye’nin belli bir kesimin kahramanısınız. Bu konumu taşımanın bazı zorlukları oluyor mu yaşamınızda?
Ben kendi adıma toplumlar yaşamın hiçbir alanında kahraman yaratmasınlar ya da kahramanlara ihtiyaç duymasınlar diye siyaset yapıyorum. Ancak günümüz gerçekliği ne yazık ki siyasette de sanatta da yaşamın birtakım alanlarında da birtakım kahramanlar yaratabiliyor. Vatandaş kimi siyasetçilere ya da kişilere böyle bir kahraman gözüyle bakılabiliyor. Aslında bakıldığında şahsım adına çok mutluluk verici bir durum değil. Çünkü bir süre sonra sizden kahramanlar gibi bir takım insan üstü davranışlarda ya da söylemlerde bulunmanız bekleniyor. Bu nedenle siyasetçinin de insan olduğu zaman zaman hata yapabileceği insan üstü güçlerinin olmadığı ve bir başarı olacaksa eğer bir kahramanın başarısı değil tam tersi halkın bir arada ortak mücadelesinin başarısı olduğunu gösterebilmesi açısından bu kahramanlaştırmayı içselleştiremiyorum. Yine bu sosyal medyada nereden ilk çıktığını bilmediğim şahsım ile ilgili bir Trinity benzetmesi var bunu da şöyle açıklayabilirim. Bir süre sonra vatandaşlar bunun çok iyi niyetle ve sevgi ile yapılan bir benzetme olduğunu görüyorum. Zaman zaman da gülüyorum ancak insanlar böyle giderse Trinity gibi uçmamı bekleyecekler. Hepimiz insanız kahramanlara ya da kahramanlıklara ihtiyaç duymadan inandığımız doğrultuda mücadele eder siyaset yapar ya da yaşlarsak eğer kahramanlaşmak yerine hep birlikte daha fazla insan olarak insan kalarak mücadeleye devam ederiz diyebilirim. Çok teşekkür ederim SODEV’e röportajından ötürü.