Vesikalik-Sezen-copy

Sosyal Demokrasi Yeniden Gündemde

Ercan Karakaş*

Sovyet sisteminin ve Doğu Avrupa’daki uzantılarının çökmesi sağcılar ve liberaller tarafından ideolojilerin sonu ve liberalizmin zaferi olarak gösterilmişti.

Liberaller, çökenin yalnızca otoriter sosyalist rejimler olmadığını; 20.yüzyılda siyasal demokrasiyi ve refah toplumunu yaratan sosyal demokrasinin de işlevlerini tamamladığını, artık yapacak bir şeyi olmadığını da ileri sürmüşlerdi.

Liberallere göre 21.yüzyıl, bu nedenle, liberalizmin yüzyılı olacaktı. Bu, kaçınılmaz olarak böyleydi. Aslında bunun böyle olmadığı kısa sürede yaşanarak gözüktü. Dünyada ne var olan eşitsizlikler azaldı, ne de dünya daha güvenli hale geldi.

Esasen sosyal demokrasinin demokrasi içerisinde sürekli bir adalet ve eşitlik arayışı olduğunu bilenler için, sosyal demokrasinin işlevinin bitmesinin söz konusu olmadığı açıktı. Sosyal demokrasinin yapması gereken şey temel değerlerden vazgeçmeden yeni duruma uygun stratejiler, politikalar ve projeler geliştirmekti.

Evrensel boyutta tartışmalar

Bu çalışma, elbette yalnız gelişmiş ülkelerin sosyal demokrat partileri ile sınırlı olamazdı. Gelişmekte olan ülkelerin sosyal demokrat partilerinin de, aynı şekilde yeni durumun üstesinden gelecek politika üretimine katılmaları gerekmekteydi. Nitekim Sosyalist Enternasyonal çerçevesinde, başta küreselleşme olgusu olmak üzere dünyadaki yeni gelişmeler tartışılmaya başlandı. Dünya hızla değişiyor. Kökleri bilimsel ve teknolojik gelişmeyle de ilgili bu büyük değişim ekonomiyi, üretimi, siyaseti ve yaşam biçimlerini, özetle her şeyi etkiliyor. O nedenle, sosyal demokratların, demokratik sol güçlerin, kendilerini ve politikalarını gözden geçirmeleri ve yeni döneme yön vermeleri önemliydi.

Bu bağlamdaki çalışmalarda ele alınan yeni kavramların başında “küreselleşme” kavramı geliyordu. 1996 yılında New York’ta toplanan Sosyalist Enternasyonal’in 20. Kongresi’nin bildirgesinde küreselleşme olgusu şöyle yorumlanıyordu.

“Küreselleşme bugünkü dünya ekonomisinin temel eğilimidir. Bu hem kaçınılmazdır, hem de bazı yönleriyle olumludur. Fakat küreselleşmenin mali karmaşa, dengesiz gelişmeler, artan eşitsizlik, yüksek işsizlik oranı, sosyal sorunlar ve huzursuzluklar gibi olumsuz etkilerini dengelemek için yeni bir Ortak Sorumluluk Sistemi’ne gerek vardır.”

Bu tespit, liberal piyasa ekonomisi ile birlikte küreselleşmenin de demokratik denetim altına alınmasının, daha adil, daha demokratik ve daha barışçı bir dünya için kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

Yeni dönemde sosyal demokratlar, dayanışma ilkesini ulusla sınırlı olmayan, uluslararası bir boyutta ele almak zorundalar. Çünkü artık ekonomi, çevre, kültür, güvenlik, yoksulluk vb. temel sorunlar ülkelerin ortak sorunları haline gelmiş bulunuyor. O nedenle, küresel sorunlara küresel yanıtlar verilmesi gerekiyor.

Bu çerçevede yapılan tartışmalar sonucunda, sosyal demokrat partiler adaletli ve barışçı bir dünya için aşağıdaki görüşlerde mutabakat sağladılar.

“- Piyasa ile eleştirel bir ilişki içinde olmak, onun her şeyi otomatikman dengeleyeceği görüşüne karşı çıkmak ve piyasa toplumuna karşı koymak;

– Ulusal sınırları aşan piyasaları ve neoliberal küreselleşmeyi demokratik denetim atına almak, zenginliği adaletli bir biçimde dağıtmak;

– İnsan haklarını ve demokrasiyi geliştirmek; halkın, sivil toplumun kararlara katılımını çoğaltmak; dünyadaki gelişmeyi uluslararası şirketlerin ya da denetimsiz mali piyasaların belirlemesine karşı çıkmak; demokratik siyaseti ve hükümetleri belirleyici konuma getirmek;

–  İnsani değerleri piyasanın kör güdüsüne bırakmamak; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kültür alanlarını ve yaşlıların, çocukların, engellilerin desteklenmesini sürdürmek; kadın-erkek eşitliğini sağlamak;

– Yaşamın doğal temeli olan çevreyi korumak, çevre felaketlerine neden olan ekonomik/teknolojik olgulara karşı çıkmak;

– Irkçılıkla mücadele etmek; kültürlerin eşdeğerliliğini savunmak; silahlanma yarışına, şiddete/savaşa, emperyal saldırılara karşı tavır almak;

– Uluslararası işbirliğini ve uluslararası dayanışmayı geliştirmek, dünyadaki açlık ve yoksullukla mücadeleye daha çok kaynak ayırmak;

– Başta BM olmak üzere, soğuk savaş ürünü olan tüm uluslararası kuruluşları yeniden yapılandırmak; onları demokratik, saydam ve tüm ülkelerin yararına çalışan kurumlar haline getirmek.”

Avrupalı sosyal demokratlar

Avrupalı sosyal demokratlar bunlara ek olarak AB’nin “ Yurttaşların Sosyal Avrupa’sı” olarak şekillenmesini savunuyor.

Bu temel görüşler çerçevesinde politikalarını, programlarını ve örgüt yapılarını yenileyen sosyal demokrat partiler 2000’li yıllara doğru neoliberal politikaların çözüm olmadığını gören kitlelerin desteğini yeniden kazandılar ve 2000’li yıllarda AB’nin 27 ülkesinden 15’inde iktidar oldular. Ancak başta İngiltere, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin sosyal demokrat partileri de liberal piyasacılığın rüzgarına kapıldılar. Bu durum, çalışanların kazanılmış haklarının törpülenmesine ve sosyal devletin zayıflatılmasına neden olarak sosyal demokrasiye zarar verdi. Çünkü başta çalışanlar olmak üzere toplumun dinamik kesimleri için, sosyal demokrasinin kimler ve hangi hedefler için siyaset yaptığı tartışmalı hale gelmişti.  Sonuçta bu kesimler sosyal demokrat partilerden desteklerini çektiler. Böylece birçok ülkede sosyal demokrat partilerin iktidarı 2000 ortalarında son buldu.

Neyse ki, 2008 yılında ABD’de başlayan ve bütün ülkeleri etkileyen finansal ve ekonomik kriz, bir kez daha, herkese -liberal tezlere yönelen sosyal demokrat lider kadrolara da -“piyasanın görünmez elinin” ve “denetimsiz küreselleşmenin” kriz ve işsizlik yaratan bir model olduğunu gösterdi. Nitekim 2010’lu yıllara doğru sosyal demokrat partiler yakın geçmişin liberal esintili politikalarını gözden geçirdiler ve sosyal demokrat siyasi kimliklerini öne çıkarmaya ve programlarını, kadrolarını bu doğrultuda yenilemeye başladılar.

Bu gelişmelerle birlikte, Güney Amerika’dan sonra Avrupa’da da ibre yeniden sola dönmeye başladı. Bu ülkelerde, halk finansal ekonomik krizin sonuçlarından ve liberallerin, krizi çözme adına uyguladığı politikalarından bunalmış durumda. İnsanlar ekonomik krizin canlandırdığı ırkçı-milliyetçi akımların güçlenmesinden de endişe duymaktalar. Bu durum sola yönelişi güçlendiriyor.

Nitekim, Fransa’da Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı François Hollande’in seçimleri kazanması, Almanya’da bir çok eyalette ve en son Almanya’nın en büyük eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya’da Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’nin zaferle çıkması, yine İtalya yerel seçimlerinde solun büyük başarı elde etmesi, Hollanda’da ve Yunanistan’da sosyalist partilerin yükselişi vb. Avrupa’da ibrenin sola döndüğünü gösteriyor.

Bu ülkelerin halkları kendilerinin neden olmadığı, ekonomik krizlere önlem olarak sağın getirdiği eşitsizlikleri daha da arttıran kemer sıkma politikalarında son derece tepkililer. Bu tepkiyi 2008’de ortaya çıkan finansal ve ekonomik krizi yaratan liberal ekonomik modele de bir tepki olarak görmek gerekir.

O nedenle sosyal demokratların, farklı sosyo-ekonomik politikalarını ayrıntılı hale getirmeleri ve toplumla paylaşmaları önem kazanıyor. Artık, sosyal hakları ve sosyal devleti gerileterek seçim kazanılmayacağının çok iyi bilinmesi gerekiyor.

CHP sosyal demokrat kimliğini güçlendirmelidir

Ülkemizdeki duruma gelince; 10 yıldır iktidarda olan AKP’nin muhafazakar milliyetçiliğini yanısıra neoliberal bir parti olduğu daha iyi görülmektedir. AKP’nin özgürlükleri kısıtlayan, çoğulcu demokrasi yerine çoğunlukçu otoriter bir yönetim anlayışına sahip olduğu ve kuvvetler ayrılığını yok saydığı yaşanarak görüldü. Elbette, bu anlayışa karşı  özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi ve eşit yurttaşlığı tüm gerekleriyle savunmak, ana muhalefet partisi olarak CHP’nin görevidir.

Diğer yandan, Türkiye’de yolsuzlukları, haksız kazançları, rantları, cari açığı, eşitsizlikleri, kent yağmasını, kayırmacılığı, adaletsizlikleri, işsizliği, yoksulluğu yaratan şey, AKP’nin uyguladığı neoliberal ekonomi politikalarıdır. O nedenle CHP’nin, bu neoliberal ekonomi politikalarını teşhir etmesi ve alternatif ekonomi politikasını toplumla paylaşması önem taşımaktadır.

Parti programının bu çerçevede yenilenmesi için çalışmaların başlatılması yerinde bir harekettir. Bu kez programın, üyelerin ve toplumun katılımının açık bir biçimde yenilenmesi her bakımdan yararlı olacaktır.

CHP’nin yakın tarihi bize, CHP’nin gelecekteki başarısının, büyük ölçüde sosyal demokrat kimliğini netleştirmesine, diğer siyasi ideolojilerden ve siyasi pratiklerden farklılığını ortaya koyabilmesine bağlı olacağını göstermektedir.

*CHP PM Üyesi, ercan.karakas@hotmail.com