Cenk Sidar*
2002 yılından itibaren Türkiye`yi yöneten ve kendini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gelecek genel seçimlerde sandıkta yenilebilmesi için uygulanması gereken taktik ve stratejileri ele alan kitap ve makalelerin sayısında son dönemde ciddi bir artış mevcut. Bu olgu, son yıllarda bu partinin otokratik siyasal tarzı benimseyip samimi demokratlar nezdinde güven kaybetmesi ve insan hakları, dış politika, ekonomi, Kürt meselesi ve yargı bağımsızlığı gibi temel konulardaki son derece kötü performansı ile açıklanabilir. Bunun haricinde makro ölçekte yaşanan küresel değişim de, demokratik solun önünü açmakta. 2008 ekonomik krizi ve gelişmekte olan iletişim teknolojilerinin tetiklediği demokratik halk ayaklanmaları küresel alanda sol bir siyasetin gerekliliğini gösteriyor. Sadece Türkiye`nin değil, dünyanın sol ve insani bir siyasete ihtiyacı var. 1980 sonrası neoliberal ideolojinin baskın hale gelmesiyle yaşam alanı kısıtlanan sol, mevcut küresel konjonktürel gelişmeler nedeniyle ön plana çıkma potansiyeline sahip.
Sol için oluşan potansiyeli Türkiye özelinde gerçekleştirmek için AKP`yi mevcut duruma sürükleyen durumun iyi irdelenmesi ve demokratik mücadele için gerçekçi bir yol haritasının hazırlanması en önemli koşul. “AKP’den nasıl kurtuluruz” temalı yazıların büyük çoğunluğu, solun/sosyal demokrasinin mevcut eksikliklerini yüzeysel bir analizle sadece bir algı yönetimi, siyasal kampanya ve reklam meselesi olarak değerlendirmek hatasına düşmekte; ihtiyaç duyulan zihniyet devrimini ve ideolojik yenilenmeyi sağlıklı olarak tanımlayamamakta. Türk solunda ve hatta topyekün siyasetinde göz ardı edilen ve günden güne itibarsızlaştırılan “siyasal ideoloji” olgusunun güçlendirilmesi gerekiyor. Tabanla ilişkiler, siyasi sloganlar, kadrolar, projeler ve solun halk nezdinde oluşturduğu algı başarı için kuşkusuz önemli faktörlerdir. Fakat bütün bu konulardaki belirleyici koşulları türetecek asli unsur, düşünsel çerçevedir.
Tüm siyasal faktörleri koşullayan temel unsur ideolojik doğrultudur
Geçtiğimiz yıllarda ideolojilerden uzaklaşma, “biz ideolojilerden arınmış siyaset yapıyoruz” gibi temelsiz bir sloganın ortaya çıkmasına ve bunun halk arasında prim yapmasına yol açtı. Sadece ülkemizde değil bütün dünyada ideolojilerin sonunun geldiği, artık ideolojik değil pragmatik siyasetin egemen olduğu yönünde kapsamlı bir kitlesel propaganda mevcut. Sol cenahtan bazı siyasetçilerin ve kurumların da bu tuzağa düştüğünü, kapsamlı ve düşünsel temele dayanan muhalefetten ziyade günübirlik siyasal gelişmeler ışığında muhalefet yapmanın gerekliliğini öne sürdüğünü görüyoruz. Seçim zaferini salt günlük projelere ve algı meselesine hapsetmek, özünde halkı kolayca manipüle edilebilen eğitimsiz kitleler bütünü olarak görmenin temel bir yansıması. Türk seçmeni genelde karar verme sürecinde ideolojik etikete dikkat etmese de, partilerin ve liderlerin söylemlerinin derinliğini, çözümlerinin inandırıcılığını ve bu politikaların birbirleriyle bağdaşıklığını çok iyi kavramaktadır.
Dolayısıyla herşeyden önce sol siyasetin mutfağında ciddi bir istişarenin yapılması, güncel siyasi parametreler ışığında yeni ve çağdaş bir sosyal demokrat ideolojinin Türkiye ekseninde yaratılması bu anlamda olmazsa olmaz koşuldur. Bazılarının iddia ettiği gibi önce projeleri üretip ideolojiyi sonra yenileriz diyemeyiz. Ayağı yere basan bir düşünsel çerçevenin kılavuzluğunda yapılacak projeler çok daha etkili olacaktır.
AKP Türkiye için soruna dönüşüyor
Pragmatik siyaseti ana unsur olan gören ve ideolojiyi itibarsızlaştıran çevreler, AKP’nin halktan “ideolojisiz siyaset” retoriği sayesinde oy aldığını iddia etmekte, partinin dayandığı ideolojik altyapıyı görememekte. AKP, kurulduğu dönemde ideolojik olarak ciddi bir eksikliğe sahip olsa da, geleneksel bir partinin devamı olarak geçtiğimiz on sene içerisinde kendine ait melez bir ideolojik altyapıyı hasbelkader kurdu. AKP, neoliberal ekonomik politikaları ilke edindi. Buna muhafazakar altyapısından kaynaklanan ilişkiler ağı ve paylaşıma ve sürdürülebilirliğe önem vermeyen salt büyüme odaklı bir yaklaşım ekleyerek, yüksek cari açık ve artan enflasyon gibi unsurlarla ulusal güvenliği ciddi tehlikeye sürükleyebilecek bir makroekonomik iklim yarattı. Yoksulluk, gelir adaletsizliği ve işsizlik gibi temel insani sorunları göz ardı etti, kalkınmayı salt zekat kültürünün bir parçası gibi gördü. Yoksulun niteliklerini arttırmaktansa, onun günlük ihtiyacını karşılayacak projelerle kendine tutsak bir seçmen kesimi yarattı.
İç siyasette asker-sivil ilişkileri ve laiklik gibi salt kendi önceliklerini ele alarak, demokratikleşmenin savunuculuğunu yaptığını iddia etti. Fakat son dönemde basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, yargının muhalefeti susturmak için silah olarak kullanılması, yasaklanan internet siteleri, Kürt meselesinde sorunların daha derinleşip terörün ana unsur haline gelmesi ve hükümetin eleştiriye olan tahammülsüzlüğü, “demokratikleştirici” söyleminin inandırıcılığına ciddi zarar verdi.
Bu gelişmeler ışığında sağ muhafazakar partinin son üç yılda bütün “sözde başarı” kaleleri tek tek düşerken, güvenilirliği ve inanılırlığı ciddi ölçüde azaldı. Türkiye demokratik solunun yapması gereken, bu alanlarda sil baştan bir yol haritası ve pusulası yaratmak ve çağdaş sol ekseninde yeni bir düşünsel altyapı ve parti programı hazırlamak olmalıdır. Bu programın en önemli niteliği ise içeriğinin tepkisel olmaması ve kapsadığı konuların birbirleriyle uyumlu ve bağdaşık olması gerekliliğidir. Maalesef bugüne kadar değişik uzman kişiler tarafından sol parti programı olarak hazırlanan belge bölümlerinin eşgüdüm içinde yapılmamış ve tamamen kişisel düşünceler ve motifler ile eklektik bir biçimde ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz.
Türkiye solunun üzerine düşen öncelikli görevler
Solun, öncelikle ekonomi alanında ciddi bir program oluşturması gerekiyor. Bu yol haritası hem makroekonomik hem de reel ekonomik boyuta sahip olmalı ve ayrıntılı bir yol haritası çizmeli. Bugünün dünyasında sol ekonomik ilkeleri benimsemek ile güçlü bir ekonomiye sahip olmayı arzu etmek birbirleriyle çelişen ulusal hedefler değil. Maalesef Türkiye’de sadece sağ siyasetin iktisadi kalkınmadan bahsettiğini, sol siyasetin ise iktisadi kalkınma önünde bir engel teşkil ettiği mantalitesiyle yetiştik. Keza piyasa ekonomisini ve küreselleşmeyi mevcut şartlarda sol prensiplerden ayrıştırmak çok yanlış bir düşünce olur. Artık sosyal demokratlar olarak küreselleşmeye topyekün karşı çıkmak yerine, sosyal adaleti ve meritokrasi merkezli sistemi küreselleştirmemiz gerekiyor. Piyasa ekonomisi etik ve ahlaki çerçeve dahilinde regüle edildiğinde, meritokrasi ekseninde yeniden paylaştıran bir kanal olduğu için de demokratik bir sistem olarak görülebilir. Bu yüzden sol ekonomiyi sosyal adaleti hedefleyen sürdürülebilir bir büyümeye yöneltmek için teknolojik atılım, iş gücünün niteliklerinin geliştirilmesi, KOBİ’lerin güçlendirilmesi, inovasyonun arttırılması ve iyi işleyen finansal piyasalar yaratma konusunda yoğun çalışmalarda bulunmalı. Türkiye solu nasıl sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlayacağı ve ülke insanının ekonomik refahını sağlayacağı konusunda halkı ikna etmeli. Yoksulluk ve gelir adaletsizliği siyasetin insana dokunan meselelerine bir çözüm sunabilmeli.
Türkiye sosyal demokrasisi evrensel aydınlanmacı sol ilkeler ve yerel değerler ışığında oluşturacağı politikalarla kronikleşmiş sorunlarla ilgili çözümler öne sürebilmeli. Kürt sorununda demokratik çerçeve içerisinde çözümü için kritik bir eşikteyiz. Kürt meselesi, bütün paydaşları kapsayarak, sorunun kültürel, siyasi ve etnik boyutları gözardı edilmeden, ekonomik kalkınma projeleri ile ele alınmalıdır. AKP hükümetinin, uzun tutukluluk süreleri ve yargının bir silah olarak cemaatler ve benzeri çıkar grupları tarafından kullanılmasına samimi olarak tepki göstermediği, tüm bunlara siyasi geleceği için göz yumduğu ve gerekli önlemleri almadığı açık. Türk solu yargı sistemindeki sorunları nasıl çözeceği konusunda kapsamlı bir yol haritası hazırlamak zorunda.
Mevcut hükümetin ciddi çelişkiler yaşadığı dış politikada sol siyaset evrensel değerleri ön plana alarak proaktif hareket edebilme yetisi yaratmalı. Türkiye’nin kendi tarihsel, kültürel ve sosyolojik mirasından beslenen barışçı, insan merkezli, adil ve dayanışmacı sol bir dış politika izlemesi şart. Coğrafyamızdaki insanların kanı akarken mezhep çatışmalarından kaçınarak çözüm için samimi adımlar atmalıyız. Solun demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel prensiplerini kendimize şiar edinip, bu temel ilkelerden sapmadan dış politika üretirsek, insanlık lehine önemli kazanımlar yaratabiliriz. Türkiye siyasetinin çağdaş solun kılavuzluğunda yeni bir dış politika zihniyetine ve pratiğine ihtiyacı var. Bu, tohumlarını İsmail Cem’in attığı dış politikanın çağdaş normlar ve meseleler ile zenginleştirilmiş, yine tarihten beslenen cesur ve bağdaşık bir siyasettir.
Enerji konusu da, 21. yüzyılda ülkeyi yönetmeye ve daha ileri götürmeye aday sol için üzerinde ciddi şekilde durması gereken konulardan birisidir. Mevcut iktidarın geleceğimizi ve bağımsızlığımızı tehdit eden sorumsuz politikaları nedeniyle artan enerji bağımlılığı konusunda enerji üretimi ve verimliliğine odaklanan somut projeler üretmeliyiz. 21. yüzyılın dünyasında geçmişin tehditlerinden büyük farklar gösteren, hem insan hem de doğadan kaynaklanan önemli riskler mevcut. Bu riskleri çok iyi irdeleyip onları, kısa vadeli taktik ve uzun vadeli stratejiler ile en düşük mertebeye indirmemiz şart. Günümüz güvenlik tehditlerini ulus-devletler ve bloklar arası topyekün savaş, nükleer silahlanma konvansiyonel-nükleer-biyolojik-kimyasal terörizm, kısmi-bölgesel etnik/dini/ekonomik çatışmalar, yoksulluk, salgın hastalıklar, doğal afetler, iklim değişikliği ve siber saldırılar olarak sıralayabiliriz. Zaman geçtikçe ve teknoloji geliştikçe yeni tehditler de bunlara mutlaka eklenmeye devam edecek. Einstein’ın dediği gibi tehditleri yaratan zihniyet ile bu tehditlere karşı koymak mümkün değil. Tehdidi yaratan aklın ötesinde daha ileri bir anlayışa sahip olmalıyız.
Sonuç olarak; “sol, yeniden!” diyebilmemiz için mevcut iktidarın hatalarından ders almamız, küresel konjonktürün Türk soluna sunduğu fırsatı iyi değerlendirmemiz ve Cumhuriyet’in temel değerleri çerçevesinde ideolojik yenilenmeyi bugünden itibaren başlatmamız gerekiyor. Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılında Türkiye’yi; insanlarının mutlu, huzurlu ve varlıklı olduğu, sosyal adaletin sağlandığı, bölgede ve dünyada bir istikrar unsuru ve örnek bir küresel aktör konumuna getirmek solun en önemli misyonu olmalıdır. 2014 ve 2015 yılında yapılacak seçimlere kadar Türk solu ideolojik bir alternatif ortaya koyamazsa makas daha da açılacak. Merkeze sağlam bir şekilde oturmuş olan otoriter bir “muhafazakâr demokrasi” ideolojisi ekseninde, Türkiye’nin yeniden inşa süreci devam ettirilecek ve geri dönüş çok zor olacak. Solun amacı, son on yılda yapılan ve küresel rüzgarın da tetiklediği olumlu gelişmeleri benimseyip ülkeyi mevcut durumundan daha da ileri götürme yolunda kitleleri ikna etmek olmalıdır. İnsan merkezli ve çağdaş sol siyaset Türkiye`nin ve dünyanın çıkış yoludur.
*Sidar Global Advisors (SGA) Kurucu & Yönetici, cenk@sidarglobal.com