Print

SODEV’in 2015 Yılı İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü’nün Gerekçesi

Print (Gerekçe, Ödül Seçici Kurul adına Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu tarafından hazırlanmıştır)

SODEV’in 2015 Yılı İnsan Hakları, Demokrasi,
Barış ve Dayanışma Ödülü’nün
Can Dündar/Erdem Gül ve Tahir Elçi’ye Verilmesi;
Suçlama ve Çağrı Bağlamında Gerekçelendirilmiştir.

Gazetecilik görevi gereği gerçek haberleri topluma yansıttıkları için özgürlüğünden alıkonulmuş olan Can Dündar ve Erdem Gül, savunma hakkı çerçevesinde insan hakları ve barışı savunduğu için yaşamından alıkonulan Avukat Tahir Elçi, “Türkiye sorunları”na ayna tutuyor. Şöyle ki;

1) Basın özgürlüğü ve savunma hakkı
Basın özgürlüğü, sadece gerçek haber ve olayları iletme hakkı değil, aynı zamanda toplumu bilgilendirme görevidir. Savunma hakkı, “haklı olanı ve gerçeği dile getirme” sürecinin sacayağı olarak, aynı zamanda insan hakları savunuculuğudur.
Demokrasi, hukuki alt yapısını insan haklarının oluşturduğu bir siyasal rejimdir. İnsan haklarının saygı görmediği bir toplumda demokrasiden söz edilemeyeceği gibi, basın özgürlüğü ve savunma hakkı yoksa, ne insan hakları ne de demokrasi vardır.
Bu nedenle, demokrasiyi, özünden soyutlayıp seçime dayalı sayısal çoğunluğun dilediğini yapabildiği bir yönetim tarzına indirgeyenleri suçluyorum.

2) Demokratik hukuk devletindeki ikilem
Devlet adına hareket edenler ile toplum adına hareket edenlerin şu farklı konumu geçerli:
“Hak+özgürlük+eşitlik” (birey-toplum için) ve “görev+yetki+sorumluluk” (iktidar için).
Bu ikilem, bizde, yürürlükteki hukuk ve uygulamasında tersine çevrilmiştir. Örnek olarak belirtelim: Anayasa md.19 (kişi özgürlüğü ve güvenliği), md.26 (düşünceyi ifade özgürlüğü), md.60 (sosyal güvenlik hakkı) , seçmen-seçilen dahil bütün yurttaşlar için geçerli olduğu halde, aynı konularda vekiller için ayrı düzenlemeler vardır: yasama dokunulmazlığı (md.83), yasama sorumsuzluğu (md.83) , ödenek ve yolluklar (md.86).
TCK, md.301 gibi belli suç iddialarının soruşturulması için Adalet Bakanının iznin koşulunu öngörürken, belli kişi ve kurumlara karşı da özel suç düzenlemesi var. Genel hakaret suçu öngören TCK md.125’in yanı sıra, Cumhurbaşkanına hakaret suçu (TCK, md.299) da düzenlenmiştir. Bu vb. maddeler, seçilmişleri seçmenlere göre ayrıcalıklı bir statüye yerleştirirken, yürütme organı için “damokles’in kılıcı” işlevi görmekte ve “düşünce suçu” için kaygan bir zemin oluşturmaktadır.
Bu nedenle, demokratik hukuk devleti gereği “hukukça eşit yönetilme” için bu tür düzenlemelere dokunmak bir yana, seçilmişlik fetişizmi eşliğinde, söz konusu ayrımları derinleştirdikleri halde, “darbe hukuku”na karşı çıkıyor görüntüsü verenleri suçluyorum.

3)Seçilmişlik ve yasama işlevi ilişkisi
Demokrasinin temel öğesi olan seçilmişlerin işlevi, hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde yasama faaliyetinde bulunmaktır. Meclis genellikle kapalı tutulursa, açık olduğu zaman ise, belli bir grubun ve/ya kişinin iradesi doğrultusunda kural konursa, seçilmişlik demokrasinin temeli olabilir mi? “Demokratik muhalefet”i bastırmak için kullanılan, ama güvenliği sağlayamayan “iç güvenlik paketi”, bunun tipik örneği değil mi?
Bu nedenle, seçilmişlik ayrıcalığından sonuna kadar yararlandıkları halde, TBMM’yi ortak yarar ereğinde çalıştırmayanları suçluyorum.

4) Anayasal çelişki: ihlal ve fetiş ikilemi
“Yeni Anayasa” sloganı ve yürürlükteki Anayasa’ya saygı göstermeme arasındaki çelişki bağlamında, mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen Anayasa md.138’in çökertilmesi ile Dündar/Gül/Elçi vak’aları arasında doğrudan ilişki vardır. Bu nedenle, yargılama öncesinde, esnasında ve sonrasında, maddenin kaçınma ve ifa etme yükümlülüklerini yerine getirmeyen sorumluların, büyük haksızlıklar ve hukuk skandalları sonrasında, “yanıldık, aldatıldık, tutuksuz yargılanmaları gerekirdi, kumpas kuruldu” vb. açıklamalarla sorumluluktan kaçmaya çalışmaların suçluyorum.

5) “Hedef gösterme”yi yöntem tarzı haline getirenler
Anayasa’nın doğrudan muhatabı olan kurum mensupları, Anayasayı ihlal ile yetinmeyip, hedef göstererek, kendileri gibi düşünmeyenleri fiziğinden yoksun kılma riskini yaratanlar, sadece CB, Başbakan ve bakanlar gibi yürütme organı mensupları değil; Anayasa’ya aykırı yasalarla mahkemeleri bağımsız ve tarafsızlıktan uzaklaştırıcı düzenlemeler yapan yasama organı ve, çoğunluk partisi misyoneri gibi soruşturma başlatan ve karar veren yargı mensuplarının kendileridir aynı zamanda.
Can Dündar ve Erdem Gül hakkında apar topar dava açıldı; koşulları bulunmadığı halde tutuklandı; ama iki aydır iddianame bile hazırlanmadı. Tahir Elçi hakkında ise, söylediği üç cümle için neredeyse üç günde dava açıldı. Katledilişinin ardından Diyarbakır Barosunca oluşturulan soruşturma komisyonu, defalarca başvuruda bulunduğu halde, savcılık bilgi bile iletmedi. Aynı gün öldürülen iki polisle ilgili soruşturmada kısa sürede gözaltılar ve tutuklamalar oldu; ne var ki, aradan iki ay geçtiği halde Tahir Elçi hakkında “şüpheli ifadesi” bile alınmadı.
Bu nedenle, hak ve özgürlükleri koruma sorumluluğunda bulunan kişilerin, tam tersine kendileri gibi düşünmeyenleri hedef gösterip, basını, kolluk güçlerini ve yargıyı, bu yönde seferber ederek, hedef gösterilenlerin “fiziğinden alıkonulma veya yaşamdan koparılma” sonucunu yaratanları ve etkili soruşturmayı engelleyenleri suçluyorum.

6) Suç işlemeyi alışkanlık haline getiren yöneticiler/valiler
Avrupa Sözleşmesi ve uygulamasına göre, en geniş ifade özgürlüğünden, muhatabı yöneticiler olan toplumsal sorunlarda gazeteciler yararlanıyor olmasına karşılık, özellikle üst makamlardaki yöneticilerin açıklamaları görev ve sorumlulukları gerekli kıldığı halde; bizde, bu durum tersine dönmüş bulunuyor. Ayrımcı/hakaretamiz/nefret söylemi ile suç teşkil eden işlem ve eylemleri alışkanlık haline getiren yöneticiler, yaptırım uygulamak yerine, “maksadını aştı; münferit hadise, kişisel görüşünü dile getirdi” vb. sözlerle, üstlerince aklanmaya çalışılıyor. Özellikle valilerin kamuoyuna sıkça yansıyan söylem ve işlemleri, sadece özgürlüklere müdahale ile sınırlı kalmayıp, Anayasa md. 137’ye göre “konusu suç teşkil eden” emir şekline dönüşmekte; hatta muhatapların yaşam hakkına mal olabilecek onarılmaz ve tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir.
Bu nedenle, yaşam hakkı ihlaline kadar sürekli mağduriyete neden olan görev+yetki dışı söylem ve eylem sahipleri, onlara yaptırım uygulamayan hiyerarşik amirleri suçluyorum.

7) Hangisi doğru?: Resmi söylem mi / TIR resmi mi?
“İnsancıl yardım” resmî söylemine rağmen “silah resmi” çıkınca, bunu haber yapan ve yayınlayanları hapse atan ve attıranların söylem, işlem ve eylemleri, “sansür ve basın özgürlüğü ihlali” kavramlarını çok geride bıraktı. Basılmamış kitabın yargılandığı, dağıtılmamış derginin toplatıldığı, özgürlüğünden alıkonulmuş gazeteciler için, “gazetecilikten değil” sözleriyle mesleğin sürekli itibarsızlaştırıldığı bir ortamda, Anayasa’nın ilgili maddelerinden söz etmenin de anlamı kalmıyor. Çünkü Anayasa, “düşünce alanı”nı, savaş ortamında bile “insan haklarının sert çekirdeği” olarak güvence altına alıyor.
Ülkeyi, darbe ortamından beter bir “hukuk dışı” mekâna çevirenleri suçluyorum.

8) Savunma hakkından sanık sandalyesine
6572 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle,-belli suçlarda- müdafiin soruşturma dosyasının içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecekse savcının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilecektir. Avukatın soruşturma dosyasını inceleme yetkisinin kısıtlanması, başta “silahların eşitliği” ilkesini ve hak arama özgürlüğünü ihlal etmekte olup, Avrupa Sözleşmesi ve Anayasaya aykırıdır.
Uygulamada ise, çok daha uzağa gidilmekte. Sadece bir örnek: Camına kartopu atılması sonucu bir gazeteciyi öldüren sanığın duruşmasında, “Recep Tayyip Erdoğan’ın tam da Ali İsmail Korkmaz duruşmasının yapıldığı gün söylediği esnaf polistir Alperendir, mahallenin bekçisidir vs. lafından etkilendiğiniz için mi polisi çağırmayıp kendi adaletinizi kendiniz sağlamaya çalıştınız” sorusunu soran avukat hakkında cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma açıldı.
Sav/savunma/hüküm diyalektiği yerine, yargılama faaliyetini “sav/hüküm” ikilemine indirgeyen, savunmayı ise kriminalize eden işlem ve eylem sahiplerini suçluyorum.

9) İnsan hakları ve demokratik toplum adına…
Hak ve özgürlüklere saygı yerine, yaygın ve özgün ihlal yol ve yöntemlerine her gün yenisini ekleyenleri,
“Molotof kokteyli mi savunuyorsunuz?” sloganıyla çoğunluk dayatması ile kabul edilen 6638 sy.lı yasayı, güvenliği sağlamak bir yana, demokratik muhalefeti bastırmak için kullananları,
Gezi gibi, “demokratik muhalefet” zeminlerini sürekli karalayanları; anma ve yas toplantılarını bile yasaklayanları,
Hatta, “olağanüstü hali biz kaldırdık” resmi yalanıyla, gerektiği halde, anayasal kuralları işletmedikleri ve hukuksuzluk ortamı yarattıkları için, (başta sevgili Elçi gelmek üzere) yüzlerce kişinin ölümüne neden olanları,
Sürekli darbe söylemini iktidarı “pekiştirme aracı” olarak kullanıp, asıl anayasal ve hukuk darbesi yapanları suçluyorum.

Yarınlarımızın çalınmaması için dayanışmaya çağrı:

1) Rejim değişikliği için anayasayı araçsallaştırmaya karşı
Parlamenter rejimi çökertmek için “darbe Anayasası” sloganını, bilgi kirliliği eşliğinde kullanarak “dayatma yoluyla rejim değişikliği” yerine, demokratikleşme için dayanışmaya,

2) Siyasal münavebe yolunun kapatılmasına karşı
Anayasal denge ve denetim düzeneğini kaldırmak suretiyle, tek parti iktidarını sürekli kılmak için “siyasal münavebe” (eldeğiştirme) yolunun kapatılmasına karşı örgütlü dayanışmaya,

3) Yurtta ve bölgede barış için dayanışmaya
Eğer yurtta ve bölgede barış olmaz ise, dünya’da da barışın sağlanamayacağı gerçeğinden hareketle, “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyişi ışığında geliştirilen “gerçekçi ve pragmatist” dış politikaya dönülmesi için dayanışmaya, ÇAĞIRIYORUM.
Tahir Elçi, Can Dündar ve Erdem Gül adına, demokratik toplum ve hukuk devleti yolunda
DAYANIŞMA’nın geleceğe dönük olarak pekişmesi amacıyla “demokrasi, barış ve dayanışma ödülü”, yukarıda sayılan nedenlerle, bütün insan hakları savunucuları ve mağdurları adına Tahir Elçi, Can Dündar ve Erdem Gül’e verilmiştir.

Ödül Seçiçi Kurul Üyeleri: Aydın Cıngı, Ayhan Kaya, Burhan Şenatalar, Deniz Kavukçuoğlu, Ercan Karakaş, İbrahim Kaboğlu, Meryem Koray, Vecdi Sayar