7 Haziran 2015 seçimleri ile muhalefet partileri 13 yıllık bir aradan sonra ilk kez parlamentoda çoğunluğu ele geçirdiğinde onlara oy veren seçmen büyük bir heyecan ile beklentiye geçmişti. Kısa bir süre sonra muhalefet partilerinin hükümet oluşturma beklentilerinin yerini karamsarlık almaya başlamışsa da temel beklentilerden biri olan meclis başkanlığının seçiminde muhalefet adayının seçilmesi ihtimali mevcuttu. Strateji temelde beklentiler yönünde olmuş olsa, parlamento çalıştırılabilir ve çıkarılabilecek yasalar ile yıllarca alternatifsizlik söylemleri üzerinden yürütülen siyasetin önünün açılması mümkün olabilirdi.
Önce meclis başkanlığı seçiminde çoğunluğa rağmen muhalefet adayının seçilememesi, sonrası yöntem ve işleyişi tartışılan AKP-CHP koalisyon görüşmelerinde gösterilen siyasi öngörüsüzlük muhalefete oy veren seçmenin beklentilerini ve dolayısı ile ümitlerini kırmıştı.
Ümitlerin yeşerebileceği seçim sonuçlarının beklenmesini önleyecek çeşitli girişimler peşi sıra gelmiş ve nihayetinde 1 Kasım erken genel seçimleri parlamentodaki kompozisyonu AKP lehine değiştirmiştir. 15 Temmuz 2016 sonrası muhalefet partilerinden birinin hükümeti destekleyen kararları ile yapılan anayasa değişiklikleri teklifi muhalefetin de bölünmesini beraberinde getirmiştir.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken anayasa referandumu öncesi sivil toplum örgütlerinin siyasi partilerin yanında“hayır” söyleminde birleşmesi, tüm eşitsiz kampanyaya ve muhalif söylemlerin medyada kısıtlı yer almasına rağmen büyük bir “hayır” blokunun oluşmuş olması siyasette yeni bir soluğun mümkün olabileceğini göstermiştir.
Ne yapmalı?
Yeni soluklanma mevcut yöntem ve söylemlerle mümkün olamayacağından muhalif siyasi partiler, siyasi figürler ve sivil toplum örgütleri yan yana gelmelidir. Oluşturacakları birlik yoluyla seferber edilecek enerji, belki de tarihimizin en yüksek kırılganlıktaki seçim yılı olan 2019’a doğru siyasi başarı hedeflemelidir.
Siyasi başarıya dönüştürülebilecek noktaların başında, seçim güvenliği konusunun bilimsel ve sistemli bir biçimde ele alınması ve hukuki gereksinimlerinin eksiksiz yerine getirilmesinin sağlanması gelmektedir. Seçmenin kafasında hiç bir soru işareti bulunmadan oy vermeye gitmesinin sağlanması önümüzdeki dönemin en önemli ödevlerden biridir. Bir diğeri ise, mutlaka seçimlerden önce kaldırılması gereken OHAL konusu ve normalleşme sürecinin bir an önce başlatılmasıdır. Toplumsal baskının artırılarak bu konunun üzerine gidilmesi, seçim güvenliği kadar önemlidir.
Siyasi partilerin sivil toplum örgütleri ile yan yana durabilmesi, doğrudan iletişim kurabilmesi ve birlikte siyaset üretebilmesi son derece kıymetli olup hedefe yönelik yolların döşeme taşlarıdır. Siyasi parti kadrolarındaki bilgi, deneyim ve çözüm odaklı yapılar sivil toplum tarafındaki birikimlerle desteklenmelidir. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz ve yalnızca iktidar saflarına has olmadığını düşündüğümüz “metal yorgunluğu” veya “paslanma” gibi sorunların yalnızca iktidara özgü olmadığını düşünüyoruz. Oysa seçmenin zihninde beliren“bu ülkede entelektüel birimi olan, rekabetçi siyaset üretebilecek kimse yok mu?” sorusuna yanıt getirebilecek yüzlerce insanın var olduğunu biliyoruz.
Muhalif kanadın on yıllardır koro halinde “karanlığa sürükleniyoruz, eğitimin durumundan endişelerimiz artık kabus haline geldi, çocuklarımızı gönderecek devlet okulu bulamıyoruz; ifade özgürlüğü, kadın hakları, adil yargılanma yok, yandaş olmayana iş de aş da yok” yakınmalarını duyuyoruz. Bunlar yerini, hak-hukuk-adalet ekseninde Adalet Yürüyüşü gibi kitlesel, barışçıl, dinamik bir eyleme bırakınca yalnızca endişeli muhalif çevreleri değil, iktidar yanlısı ve iktidarı alternatifsiz gören çevreler de harekete geçebildi.
Her ne kadar ana muhalefet partisinde bu hareketinin dinamizminin sürekliliğini korumak doğrultusunda artçıları henüz görememiş olsak da, statik bir girişim olarak gördüğüm Adalet Kurultayı da -beklentiler çerçevesinde- katılımcılığın ne derece yüksek olabileceğini sanırım tüm siyasi çevrelere yeterince gösterdi.
Fiziki olarak katılım sağlayamayanların da yapılan canlı yayınlarla sosyal medya üzerinden izleyebildikleri Adalet Kurultayı çerçevesinde adalet arayışı, özellikle sivil toplum-siyasi parti işbirliğinde büyük bir umut haline gelmiş durumda.
Ana paneller ve çalıştaylarda ortaya konan adalet arayışı, sivil toplum kuruluşlarından temsilciler, siyasi partiler, akademisyenler ve sanatçılardan gelen katkılarla çözüm önerilerine dönüşmüş; hepsinden önce geleceğe yönelik benzer aktivitelerdeki işbirliğine ışık tutmuştur.
Gölge hükümet
Rekabetçi siyaset üretebilecek kadrolar konusuna tekrar dönersek, burada yıllardır söylediğimiz ve oluşturulmama nedenini bir türlü anlayamadığımız gölge kabine konusuna değinmek isterim.
Gölge hükümet, siyasi kültürümüzde var veya yok olduğuna bakmadan oylarını ilk seçimlerindeki %34 ten 1 Kasım 2015 seçimlerdeki %49,5 oranına artıran hükümet partisinin belirlediği politikalara karşı alternatifsizlik algısını kıracak bir faktördür. Ana muhalefet partisinin, etkin, demokratik ve aktif siyaset enstrümanlarından olan bu yapıyı içinde bulunduğumuz bu konjonktürde hayata geçirmesi çok zor olmasa gerek.
Geçmişi de bir yana bırakarak önümüzdeki iki yıllık süre için oluşturulacak gölge kabine, mevcut duruma karşı hükümet kurabildikleri durumda yapabileceklerini seçmene anlatmaya başlayacaklardır. Partili veya partisiz aydın kesimlerden katkı alarak, halkı ve sivil toplum kanaat önderlerini dinleyerek programlarını oluşturacak; seçmen beklentilerine cevap arayacaklardır. Ayrıca erken seçim söylemlerine yönelik endişeli seçmen kitlelerine de umut kapılarını aralayacaklardır.
Salı günleri TBMM grup toplantılarında gündeme dair açıklamaları yapan Genel Başkanın yanında gölge kabine bakanları söz alarak, halkın beklentilerine dair kendilerine ulaşan görüşler doğrultusunda araştırma ve çözüm önerilerini dile getirebilirler.
Toplumu ikiye bölen referandum ile getirilen anayasa değişikliklerinin geriye döndürülmesi ve toplumun tüm kesimlerini kucaklayan yeni bir anayasa taslağı yapılması zorunludur. Bu konuda çalışma başlatan anayasa uzmanları ile birlikte yaptıkları çalışmalarını aktaran partili ekiplerin yeniden hukuk devleti olma doğrultusunda toplumdaki beklentiye cevap verecek açıklamalar vermelerini sağlayan bir ortamın yaratılması önemlidir.
CHP Adalet Kurultayı sonuç bildirgesinde “Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı. Cesaret ve umudu ateşledi ‘’ diyor. Bu cesaret siyasi partilerin yanında korkusuzca yer alan sivil toplum örgütlerinin ve vatandaşların beklentilerine denk düşmektedir. Bu beklentiler, başta siyasi partilerin ülkenin geleceğine, huzur ve barış ortamına yönelik atacağı doğru, öngörülü adımlardır.
İçinde bulunduğumuz günümüz ortamında anti demokratik uygulamalar kol geziyor. Önümüzdeki dönemde ancak kesin ve köklü demokratik reformları yönetecek bir oluşum başarılı olabilir. Liderlerin, Hak-Hukuk-Adalet sloganı doğrultusunda ortaya çıkan ve her kesimdeki seçmeni derinden yakalayan talepleri görmezden gelmesi artık mümkün değildir.
Sadece parti içi iktidarı düşünen zihniyete “dur” diyecek ve partiyi tüm muhalif cephenin asgari müştereklerinde birleştirip önümüzdeki önemli seçime muhalif seçmenleri birleştirerek götürebilmek hayati önem taşımaktadır. Bu bilinçle davranan yönetimlerin iş başına gelmesini sağlamak yaşamsaldır. Özlenen ve beklenen, işte tam bu vizyona sahip liderliktir.
2019’daki seçimlere şimdiden hazırlanma eğiliminde olmayanlar bilmelidirler ki, bu durumda gerek yerel yönetimler gerekse cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şimdiye kadar yaşadığımız seçimlerden farklı bir sonuç elde edilemeyecektir.
Kimilerinin sıkça dile getirdikleri aday belirleme, isimlendirme gibi telaşlar bir yana, önümüzdeki iki yıllık dönemde yapılması gereken, demokratik toplumsal muhalefetin sesini -yarın seçimler olacakmış gibi- siyasal ve kitlesel eylemlerle sürekli duyurmaktır. Bu da, bir siyasi parti önderliğinde sivil toplum örgütleri ile birlikte mümkün olacaktır.
*Sevil BECAN
SODEV Yönetim Kurulu Üyesi
sevil.becan@atuva.com