16441777_303

Sevil Becan – 2017 Yılında Türkiye – Avrupa ve Türkiye – AB İlişkileri

EU4A0208 Türkiye ile Avrupa ilişkileri ne durumda? Bu sorunun yanıtı, “Avrupa“dan ne anladığımıza bağlı.

5 Mayıs 1949’da kurulmuş olan Avrupa Konseyi’ne (Council of Europe, Conseil de l’Europe, www.coe.int) Türkiye 13 Nisan 1950’de 13. üye olarak katılmıştı. Bugün Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi var.

T.C. Dışişleri Bakanlığı web sayfasına göre “Avrupa Konseyi, ülkemizin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yla kurduğu ilk kurumsal bağı temsil etmektedir.” “… Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kuruluş ve gelişim yıllarında, Avrupa’nın savaş sonrası psikolojisinden çıkması ve yeniden birleşme yoluna gitmesi için çaba göstermiştir. Örneğin, Almanya Federal Cumhuriyeti ve Avusturya’nın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Konseyi’ne katılımlarını desteklemiştir. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin çalışmalarına katılarak, Avrupa entegrasyonuna yönelik katkılarını gerek hükümetler arası, gerek parlamenter platformda dile getirmiştir. Türk milletvekilleri, kurulduğu günden bu yana Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yer almış ve Avrupa’nın inşası, ortak Avrupa kimliği ve vizyonu gibi tartışmalara da temel katkıda bulunmuşlardır.”

Avrupa Konseyi’nde bu kadar önemli bir rol oynayan Türkiye neden Avrupa Birliği’nde yer almıyor?

Türkiye’nin Avrupa güzergahı

Avrupa Birliği (AB)’nin temelleri, 23 Temmuz 1952’de imzalanan Paris Anlaşması ile oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile atılmıştı. Böylece, savaşın ham maddeleri olan kömür ve çelik, barışın araçları oluyor; dünya tarihinde ilk defa devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını ulus üstü bir kuruma devrediyordu.

Türkiye, AB düşüncesinin, bazı egemenlik haklarını kendi iradesi ile söz sahibi olacağı ulus üstü bir kuruma devretmekle eşanlamlı olduğunu zaman zaman unutma hakkı olduğunu düşündüğünden, AB ile ters düşmeye devam ediyor.

1963 yılında imzalanıp 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması çerçevesinde kurulan ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin teknik düzeyde takibini yürüten Ortaklık Komitesi bugüne kadar 124 kez toplandı. Buradan anlıyoruz ki, AB’ye entegrasyon arzusu sonlanmış değil.

2013 yılında Hırvatistan’ın katılımı ile bugün 28 üyesi bulunan AB’ye Türkiye, 1999 yılında resmi başvuru yaparak adaylık statüsü almış ve 2005 yılında da resmi görüşmeler başlamıştı. Türk hükümeti de görüşmelerde alınan kararlar doğrultusunda üzerine düşen görevleri yerine getirme konusunda çok istekli davranmıştı; ama ilişkiler inişli çıkışlı devam etti. Türkiye’nin üyeliği konusunda geniş bir görüş birliği olmasına karşın üye ülkeler arasında karşı çıkanlar halen var. Gerçi AB, Türk hükümetinin insan hakları ve ifade özgürlüğü konularındaki tutumunu ve yaklaşımlarını raporlarında kabul edilemez bulduğunu bildirerek bu konuların üyeliği zorlaştırdığını belirtiyor. Ancak, ev ödevlerini yaparken de Türkiye’ye hiç olumlu yaklaşılmadığını gözden kaçırmamamız gerekir.

Avrupa’nın kendi içinde izlediği yol

Avrupa’da yıllarca süren savaşlar sonrası, 1957’de, Roma anlaşmasına imza koyan 6 kurucu ülke ile Ekonomik Topluluk olarak başlayan Birlik, Salazar ve Franco’nun ölümleri sonrası Batı Avrupa’da diktatörlükler ortadan kalktığında, bölgesel destek politikaları ile daha fazla siyasi konum almış ve Avrupa Parlamentosu kuvvetli konuma gelmeye başlamıştı. Topluluk, ilk kez 1973 yılında genişlemeye başlamış; yıllar boyu kapıda bekletilen Büyük Britanya’nın yanısıra İrlanda ve Danimarka da Topluluğa katılmışlardır. Kapıda bekletmek, Avrupa Birliği’nin kötü huylarından biridir.

1979 yılında, ülkelerin kendi seçtikleri parlamento üyelerini göndermeleri suretiyle halkların doğrudan söz hakkı olan parlamenter rejime doğru yol alınmıştır. 1993 yılında, Schengen Anlaşması ile birlikte ülkeler arası pasaportsuz sınır geçişi ve serbest dolaşım başlamış; 1998 yılında, ortak para politikası yönetimi amacı ile Avrupa Merkez Bankası kurularak 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren ortak para birimi Avro devreye sokulmuş; üye ülkeler -tercihlerine göre- ardı ardına Avro kullanmaya başlamışlardır.

AB, 2012 yılında, Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Ödülün gerekçesi, Alfred Nobel’in 1895 tarihindeki vasiyetinde belirttiği barış kriterine uygun olarak, “Ulusların Kardeşliği“ söylemi ile Avrupa’yı savaşan bir kıtadan barış ve dostluğun, demokrasi ve insan haklarının yerleştirildiği bir kıtaya dönüştüren rolüdür.

Türkiye-AB ilişkilerinde son gelişme ve beklentiler

AB’nin insan hakları, demokrasi, kadın hakları, bireysel özgürlükler konularındaki standartları Türkiye ile üyelik müzakerelerini yürütmenin kolay olmadığını her zaman göstermişti. Özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde toplamda yaklaşık 150 bin kişinin işten çıkarılması, gözaltına alınması veya tutuklanması, Türkiye’ye sert eleştirilerde bulunulmasına ve Kasım 2016 Türkiye İlerleme Raporu’nda ciddi eleştirilere yol açmıştır.

Kasım raporunda; Türkiye’nin AB ile ekonomik ve ticari entegrasyonunun çok yüksek olduğu ve daha da arttığı anımsatılarak, AB’nin 5. büyük ticaret ortağının Türkiye olduğu, dış politika kısmında Kıbrıs’ta bir çözümün bulunmasına yönelik görüşmeleri desteklemeye devam ettiği, Ankara’nın bu konudaki taahhüdü ve bağlılığının hayati önemini koruduğu gibi olumlu ifadeler yer alırken Türkiye’deki hukuk devleti ve ifade özgürlüğündeki gerilemeye dikkat çekiliyordu.

Ayrıca 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çok sayıda gazetecinin tutuklanması ve medya kuruluşunun kapatılmasının ifade özgürlüğüne yaptığı etkinin kaygı ile izlendiğine vurgu yapılıyordu. Sonunda, Avrupa Parlamentosu raportörü Kati Piri’den Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulm önerisi geldi. Karşılıklı açıklamalardan sonra gelinen durum önümüzdeki yılda şunu gösteriyor:

İki taraf bugün Gümrük Birliği anlaşmasını “modernize” etmek istiyor. Vize serbestisi için gerekli 72 kriterin tamamının gerçekleştirilmesi halinde Türk vatandaşlarının Schengen alanına vizesiz giriş yapabileceği açıklanmış durumda. Avrupa Komisyonu 8 Aralık’ta yayımladığı bir raporda Türkiye’nin söz konusu kriterlerden 7’sini hala yerine getirmediğini bildirdi. Ankara, bu kriterlerden biri olan terör kavramının tanımı konusunda şimdilik geri adım atmayacağı sinyalini veriyor.

Vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonu dışında, AB üyesi ülkelerin içerisine gireceği seçim süreçleri, Suriye’deki savaşın sona ermesi ile AB’yi rahatlatacak göçmen sorununun hafifleyeceği bir konjonktür ve yeni Amerika yönetiminin alacağı kararlar, belki de tam üyelik konusunu görüşmek için bazı şeylerin değişmesini, şartların olgunlaşmasını getirebilir.

Öte yandan, Türkiye’deki anayasa ve referandum konusundaki gelişmeler ilişkilerde değişiklikler yaratabilir. İdam cezasının geri getirilmesi gibi bir tutum, AB üyeliği sürecini tamamen durduracağı gibi Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini de temelden sarsabilir. AB ile idam cezası gibi Trump’vari popülist ve içi boş bir söylem uğruna Türkiye, 1950’lerden bu yana oluşturmayı başardığı seküler, „medeni“ imajını yıkabilir.

Halbuki yalnız kültürel değil, doğal güçler de Türkiye’nin Avrupa ile birleşmesinden yana baskı yapıyor. Ölçümler gösteriyor ki, Türkiye’nin ana yarımadası, Anadolu, her yıl, Avrupa’ya 3 cm yaklaşıyor. Bütün mesele, bu fiziki yaklaşmayı, kültürel ve ekonomik açıdan hızlandıracak tedbirleri almakta. “Dört nala gelip uzak Asya’dan, Avrupa’ya bir at başı gibi uzanan“ ülkemiz, 1839’dan bu yana, Slav kültür değerlerini değil, Batı Avrupa değerlerini kendi değerleriyle harmanlamaya karar vermişken, Avrupa’ya altmış yıl önce gidenlerin önemli bir kısmı, bulundukları ülkelerde hem ekonomik hem de politik alanlarda kendini kabul ettirmişken, atacağımız dikkatli adımlar bizi Avrupa ile dengeli bir ortaklığa taşıyabilir. Avrupa Konseyinde başardığımız dengeyi ve katkıyı, değişen konjonktürden yararlanarak, 2017 yılında yakalayabiliriz. Bütün mesele, Özgürlük ve Demokrasi Platformunda sarsılmaz bir birlik oluşturacak olanların elindedir.

*Sevil BECAN
SODEV Yönetim Kurulu Üyesi, Önce Demokrasi Girişimi
sevil.becan@atuva.com