Türkiye’de devletin AKP döneminde önemli bir dönüşümden geçtiği, üzerinde büyük oranda ortaklaşılan bir tespit olsa da bu dönüşümün dinamikleri konusunda farklı analizler görüyoruz. Daha çok yakın döneme odaklanarak olağanüstü hal uygulamalarının etkisine vurgu yapan analizlerin yanında, bu dönüşümü sınıfsal ve kurumsal değişimler ile belirli siyasetlerin geçirdiği seyir açısından ele alan okumalar da var. Devletin dönüşümüne tarihsel ve bütünsel bir çerçeveden bakıldığında dikkat çeken en önemli bileşenlerden biri, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın muazzam kurumsal genişlemesi ve bu genişlemeye paralel olarak artan siyasi ve toplumsal etkisidir.
Türkiye’de laiklik tartışmalarının her zaman odağında olmuş olan Diyanet’in finansal ve kurumsal kapasitesinin sürekli ve sistemli olarak artan bir grafik izlemesi elbette yeni bir olgu değil. Ne var ki kurumun, AKP’nin yirmi yıla yaklaşan iktidarında gerçekleştirdiği büyümenin hem ölçek hem de nitelik olarak kimi özgül tarafları var. Diyanet’in, ailenin düzenlenmesi ve kadınlar odağında kendine devşirdiği yeni rol bunların en önemlilerinden biri. Denilebilir ki Diyanet’in devletin aile ve kadın politikasında üstlendiği merkezi konum, kurumun genişlemesinde itici bir güç ve bir ana kanal haline gelmiş durumda. Bu da dini pratik ve öğretilerin aile ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini şekillendirmek amacıyla seferber edilmesini, dolayısıyla da dini alanın genişlemesini beraberinde getiriyor. Bu genişlemenin laiklik bağlamında önemli sonuçları olacağı şüphesiz.
Diyanet’in dönüşümü
2010 yılında yürürlüğe giren ve Diyanet’in görevlerini yeniden belirleyen kanun, kurumun misyonlarından birini “aile, kadın, gençlik ve toplumun diğer kesimlerine yönelik dini konularda aydınlatma ve rehberlik yapmak” olarak tanımlıyor. Kurumun hedef kitlesi olarak aile, kadın ve gençliğin özel olarak vurgulanması, aslında halen süregiden bir değişimin yasal çerçeve içinde de açıkça dile getirilmesi olarak görülmeli. Bu değişim ilkin, Diyanet’in daha önce özel olarak odaklanmadığı ve alışılmış hizmet alanı içine çok da girmeyen toplumsal gruplara erişmeye çalışmasını içeriyor. İkinci olarak da temelde ibadet odaklı, daha geleneksel denebilecek dini hizmet anlayışından dini rehberlik gibi daha muğlak ve dolayısıyla yeni pratiklere imkan veren bir faaliyet alanına geçişi öngörüyor.
Diyanet’in yayımladığı performans raporlarına bakıldığında, “cami dışı alanlara açılım” olarak tanımlanan bu sürecin, kurumun önceliklerinden biri olarak açıkça dile getirildiği; cami dışında yapılan etkinliklerin ve verilen hizmetlerin yıldan yıla büyük artış gösterdiği saptanacaktır. Bu açılım, bir yandan erişilmek istenen grupları camiye çekmek amacını güderken, bir yandan da bu gruplarla cami dışı alanlarda buluşmayı ve dini rehberlik faaliyetlerinin dini olmayan alanlara da yayılmasını öngörüyor. Örneğin hem “Gençler Camide” buluşmalarıyla daha fazla sayıda gencin camiye gitmesi sağlanmaya çalışılıyor, hem de Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzalanan protokol sayesinde öğrenci yurtlarında ya da Bakanlığın düzenlediği yaz kamplarında gençlere “manevi danışmanlık” yapılıyor.
Burada dikkat çeken bir nokta, Diyanet’in genişlemesinin bakanlıklarla yapılan protokoller yoluyla gerçekleşmesi. Bu protokoller, Diyanet personelinin bakanlıkların çalışma alanlarında faaliyet göstermesine; onların denetimindeki kurumlara girmesine; hatta bakanlık çalışmalarının Diyanet’in dini rehberlik süzgecinden geçerek düzenlenmesine olanak veriyor. Yani Diyanet, bir taraftan kendi sınırları içerisinde personel sayısı ve bütçe olarak daha önce görülmemiş oranlarda büyürken bir taraftan da devletin diğer kurumlarına yayılıyor. Bu yayılma, hiç şüphesiz en berrak biçimde, Diyanet ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı işbirliğinde görülebilir. Ailenin güçlendirilmesi olarak ifade bulan aileci siyaset etrafında birlikte çalışan bu iki kurum arası geçişlilikler, “rehberlik faaliyetleri”nin çok daha geniş bir kapsamda düşünülmesini; aile ve kadınlarla ile ilgili politikaların dini rehberlikle harmanlanmasını olanaklı kılıyor.
Fakat Diyanet’in kadınları ve aileyi hedef alan çalışmalarının kurumun dönüşümündeki merkezi rolünü bütünüyle kavramak için bu işbirliği pratiklerinin ötesine de bakmalıyız. Bir başka deyişle, Diyanet’i aile siyasetinde bakanlığın yanında ikincil bir konumda ya da bir destek birimi gibi görmek yerine bu politikaları belirleyen ve alanda uygulayan bir kurum olarak düşünmeliyiz. Bu güçlü konum, bu alandaki çalışmaların Diyanet’in “kadınlaşması” ile eşzamanlı ve paralel yürümesinden beslenmekte. Son yıllarda özellikle Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde çokça tartışılan dini alanın kadınlaşması olgusunun Türkiye’de bir devlet kurumu aracılığı ile gerçekleşmesi gibi biraz özgün bir durumla karşı karşıyayız aslında. Elbette bu, yalnızca tepeden bir süreç değil; ilahiyat alanında eğitim görmüş binlerce eğitimli dindar kadının yıllar içerisinde kendilerine alan açmasının da bir sonucu. Fakat yine de dini alanın kadınlaşmasının en azından en görünür ve güçlü şeklinin bir devlet kurumu içerisinde ve dindar kadınların bu kurumsal yapıya eklemlenmesi ile gerçekleşmesi altı çizilmesi gereken bir nokta. Bunun bir ayağını AKP iktidarı ile birlikte artan sayıda kadının “vaize” olarak Diyanet kadrolarında çalışmaya başlaması oluşturuyor. Kadın vaizeler, kadınların daha çok Kuran kurslarında öğretici, dolayısıyla çeperde yer aldığı bir Diyanet’ten, müftü yardımcısı ve hatta kurumun başkan yardımcısı olabildiği bir Diyanet’e geçişin itici gücünü oluşturuyor.
Vaizelerin çalışmaları camilerde kadınlara vaaz vermekle sınırlı değil; hastanelerden sığınma evlerine dini rehberlik yapıyor, Diyanet’in “kadınlara kadınlar aracılığıyla ulaşmak” politikasını hayata geçiriyorlar. Bu politika, Diyanet’in kadın vaizelerinde vücut bulan “modern ve eğitimli dindar kadın” söylemiyle birlikte yürüse de temelde kadınları aile içinde konumlandıran, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini İslami bir modernlik düşüncesiyle uyumlulaştırılmış bir biçimde yeniden üreten, ahlakçı bir toplumsal cinsiyet rejimini öngörüyor.
Kadın vaize istihdamına paralel olarak ortaya çıkan bir başka kurumsal kanal, Aile ve Dini Rehberlik Büroları. İl müftülüklerine bağlı olarak çalışan ve halihazırda çoğunlukla müftülük binalarında kurulan bu büroların bazılarının ayrı bir merkeze dönüşmesinin öngörüldüğünü; Ocak 2019’da çıkan çalışma yönergesinin ilçelerdeki üniversite kampüslerinde dahi aile bürosu kurulmasına olanak sağladığını biliyoruz. Sayıları 400’e yaklaşan büroların çalışanlarının çoğunluğu; kadın vaizelerden, kadın din uzmanlarından ve kadın Kuran öğreticilerinden oluşuyor. Yani Diyanet’in aile alanına girmesi, kendi içinde kurumsal olarak çeşitlenmesini, yeni birimlerin oluşmasını ve -bu birimler geleneksel vaizlik hizmetleri dışında faaliyetler yürüttüğü için de- daha fazla kadını istihdam etmesini sağlıyor. Diyanet’in kadrolu kadın çalışanları yanında “fahri” kadın Kuran öğreticileri olduğu da düşünülürse, Diyanet teşkilatında çok önemli oranda bir kadın varlığından bahsediyoruz. İki yıl önce yapılan İslam ve Kadın Çalıştayı’nda konuşan Diyanet Başkanı Ali Erbaş, kurumda kadrolu çalışan kadın sayısının 20 ile 25 bin, toplam sayının ise 40 bin civarında olduğunu belirtmişti. Sayılardaki muğlaklık ve bunların, Diyanet’in yayımladığı resmi rakamlardan oldukça yüksek olması dikkat çekicidir.
Diyanet’in cami dışına taşmasının en özgül kurumsal mekanizması olan aile büroları, aileyi güçlendirmeyi temel alan bir anlayışla özellikle boşanmaları önlemeyi ve evliliği özendirmeyi amaçlıyor. Büroların düzenlediği evlilik okulu, evlilik öncesi aile kursları gibi faaliyetlerin müftülerin resmi nikah kıymasına olanak sağlayan yeni yasal düzenleme sonrası ivme kazandığını; müftülüklerle belediyeler arasındaki işbirliği protokollerinin arttığını da not edelim. Bu protokoller sayesinde, aile büro personelinin, yalnızca evlenmek üzere olan çiftlere değil örneğin belediyelerin düzenlediği meslek kursları gibi faaliyetlerin katılımcılarına ulaşarak onlara da rehberlik hizmeti vermesinin önü açılıyor. Diyanet’in aile bürolarının merkezinde olduğu aileci siyaset ve pratikler; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan belediyelere uzanan bu resmi kurumsal yapının yanı sıra Kadın, Aile ve Gençlik Merkezi (KAGEM) ve Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) gibi hükümete yakın sivil toplum örgütlerini de içeren büyük bir ağ içinde yürüyor. İşte bu kamu-sivil toplum düzleminde, formel ve enformel bileşenlerden oluşan geniş kurumsal ağ, Diyanet’in hem kendi içinde büyüme hem de sınırları dışına genişleme dinamiklerinin zeminini oluşturuyor; ayrıca, dini rehberlik faaliyetlerinin ve bu faaliyetlerin temel aldığı muhafazakar toplumsal cinsiyet söyleminin de yayılmasını beraberinde getiriyor.
“Laik Devlet” eliyle de-sekülerizasyon?
Diyanet’in genişlemesini, yarattığı sonuçları bakımından nasıl yorumlamalıyız? Hangi kavramsal çerçeve bu genişlemenin dinamiklerini daha iyi betimler? Bu konuda sıklıkla başvurulan iki kavram; İslamileşme (Islamisation) ve dinselleşmedir. Özellikle eğitim alanında yaşanan dönüşüme odaklanan analizlerde İslamileşme ya da dinselleşme vurgusunun öne çıktığını; ya da bu kavramların daha çok nüfus çoğunluğunun Müslüman olduğu coğrafyalardaki toplumsal ve siyasal değişimin bir parçası, özellikle de siyasal İslam’ın dönüşümüyle alakalı olarak düşünüldüğünü görüyoruz. Tekil örnekleri küresel düzeyde dinin kamusal görünürlüğünün artması ve alanının genişlemesi olgusu içinde değerlendirmeyi önceleyen özellikle din sosyolojisi alanındaki analizlerde ise, de-sekülerizasyon kavramı öne çıkıyor.
Türkçede kullanımı daha sınırlı olan de-sekülarizasyon kavramı, dinin sekülerizasyon karşısında kendini yeniden toparlama kapasitesine vurgu yapan tartışmalar bağlamında çokça kullanıldı. Fakat de-sekülerizasyon aynı zamanda sekülerizasyon dinamiklerine karşıt giden (counter-secularizing) sistemli eğilimleri ifade ediyor. Bu eğilimler, arkalarındaki özneler ve kullanılan yöntemler temelinde, tepeden ya da alttan de-sekülerizasyon olarak tanımlanabiliyor. Buna göre mesela Rusya’da kilisenin hem devlet içinde hem de toplumsal hayatta alanını genişletmesi, daha önce sekülerleşmiş kurumların dini değer ve normlarla uyumlulaşmaya başlaması, tepeden de-sekülarizasyon olarak tanımlanıyor. Bu analizlere bakıldığında, Rusya’da bu süreci mümkün kılan kurumsal mekanizmalar Türkiye ile şaşırtıcı biçimde benzer. Örneğin Rus Ortodoks kilisesinin eğitim alanında kazandığı yeni etki, Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı işbirliği anlaşmaları yoluyla gerçekleşiyor.
Türkiye’de zaten devlet içinde konumlanmış Diyanet’in kurumsal genişlemesi ve buna paralel olarak dini alanı genişletmesi, laik devlet tanımını ya da yasal çerçevesini değiştirmeden sürdürülebilen bir “tepeden de-sekülerizasyon” sürecini mümkün kılıyor. En başat haliyle aile siyaseti ve toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında izlenebilen bu süreç, elbette içinde Türkiye’ye özgü dinamikleri de barındırıyor. Örneğin, her ne kadar bu alanda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olsa da, eldeki veriler bu sürecin toplumsal düzeyde bir dindarlaşma ile birlikte gitmediğine; dolayısıyla da halihazırda toplumsal ilişkileri biçimlendirme kapasitesinin oldukça sınırlı kaldığına işaret ediyor. Fakat Diyanet’in büyüme ve yayılma eğiliminin, tam da kurumsal bir dönüşüm olması ve devletin yeniden biçimlenmesindeki etkileri bakımından uzun soluklu hatta kalıcı etkileri olabileceğini akılda tutmakta fayda var.
*Sevgi ADAK
Aga Khan Üniversitesi, Dr.,
sevgi.adak@aku.edu