Bugün artık hepimiz, kadın-erkek eşitsizliğinin sadece kadınlarla erkekler arasındaki bir sorun olmadığını, sadece kadınların zararına sonuçlar üretmediğini biliyoruz. Kadın-erkek eşitsizliği, daha geniş bir ifadeyle cinsiyete dayalı eşitsizlik, kadın-erkek hepimizi, bütün toplumsal kurumları ve mekanizmaları etkileyen toplumsal bir sorundur.
Nasıl bir sorundan söz ediyoruz?
Kadın-erkek eşitsizliği, örneğin demokrasinin kalitesini, siyasetin kalitesini olumsuz etkiler. Kadınların siyasette yer alma zorlukları nedeniyle tam katılım ve temsilden değil ancak “eksik katılım” ve “eksik temsil”den, “eksik demokrasi”den söz edebiliriz. Böyle olunca siyaset, yaşantıdan kaynaklanan birikimlere duyarsızlaşır; örneğin milletvekilleri, başkaları adına üstelik sormadan konuşmayı alışkanlık edinirler, siyaset ve siyasi partiler gerçekliklerden kopmaya, ihtiyaç ve hak ve temelli siyasetten uzaklaşmaya başlarlar. Siyaset, yerelden ve katılım esaslı olmaktan uzaklaşıp merkezileşir. Siyaset, birbirine çok benzer insanlar arası neredeyse yalnızca tam zamanlı bir iş haline gelir. Aynı zamanda diğer alanlarda ayrımcılıkla mücadele ve barışın savunulması zayıf kalır.
Cinsiyete dayalı eşitsizlik toplumsal kaynakların israfına yol açar. Kadınları büyük ölçüde anne ve eş olmakla sınırlandırmak, toplumun kadın insan gücünden yeterince yararlanamaması demektir. Kadının erkeğe bağımlı ve erkek tarafından denetlenen olması, aile içinde ya da dışında kadına yönelik şiddete yol açar. Bu da, diğer kabul edilmez yanlarının yanısıra, devletin elindeki ekonomik kaynakların mesela insani gelişmeyi güçlendirmek yerine şiddetin zararlarını gidermeye kullanılmasına neden olur. Ayrıca, kadınların bağımsız karar güçleri sınırlandıkça, ürün çeşitliliği de sınırlanır, piyasanın sağlıklı gelişimi olumsuz etkilenir, kaynaklar uzun dönemli olarak yanlış yönlendirilmiş olur. İşgücü piyasasındaki ve işyerindeki cinsiyete dayalı işbölümü de insan kaynaklarından sağlıklı yararlanmamaya yol açar, üretimin ve eğitimin yapısını bozar.
Cinsiyete dayalı eşitsizlik, aile sorumluluklarının yerine getirilişini de eşitlikten uzaklaştırır. Günlük bakım, çocuk-yaşlı-sakat-hasta bakımı, norm olarak kadının sorumluluğundadır. Çocuk toplumsal sorumluluk alanının dışına çıkarılmış, özelleştirilmiş, annesinin ve ailesinin varlığına bağımlı kılınmıştır. Sonuçta, çocuklara yönelik suçlar artar; çocuk bakımının sosyal kalkınmanın bir parçası olarak ele alınması zorlaşır. “Bakım” işi hem bugünkü eşitsizliğin sonucu hem de yarınki eşitsizliğin başlangıcı olur, çünkü cinsiyet eşitsizliğini kuşaklar arasında taşır.
Cinsiyete dayanan eşitsizliklere sosyal demokrat bakış
Sosyal demokrasi, niteliği gereği, kadın-erkek eşitsizliğine duyarlı bir ideolojidir. Çünkü temel ilkeleri özgürlük, eşitlik, adalet ve dayanışmadır. Sosyal demokrat ideolojinin tarihinde farklı dönemlerde farklı eşitlik politikaları geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
Sosyal demokrasinin ilk dönemi esasen “sınıf mücadelesi”ne dayanan değerlendirmelere oturur ve işçi sınıfı iktidarında uygulanacakları ortaya koyar. Tek tek sosyal demokrat partilerin içinde, bugün CHP’nin de üye bulunduğu Sosyalist Enternasyonal bünyesinde ve Sosyalist Enternasyonal Kadın Konferansları’nda alınan somut kararlar gösteriyor ki, kadının “özgür ve eşit insan” olması temel tartışmaların kapsamındadır.
Ana eksenler ve kota
İlk dönemde, sosyal demokratların kadın-erkek eşitsizliğini de içeren tartışmalar iki ana eksende yürümüştür: (1) aşk ve aile politikaları; (2) eğitim ve çalışma/iş ile ilgili eşit haklar alanı. Her iki alan bugün de önemini koruyor ve bu alanlarda yeni politikalar ve uygulamalar geliştirme ihtiyacı sürüyor.
Sosyal demokratların demokrasi ve katılıma ilgisi arttıkça, bu alandaki ihtiyaçlara ve sorunlara cevap oluşturma gereği de arttı; karar alma mekanizmalarında “temsil ve katılım” üçüncü eksen oldu. “Kota” sosyal demokratların yaratıcı uygulamalarından biridir. Bugün sosyal demokrat partiler, kadınların siyasette ve artan bir şekilde şirketlerde en azından belirli bir düzeyde yer almalarını garanti eden bir olmazsa olmaz araç olarak kota uygulamaktalar. Kota, sosyal demokratların çok sayıda uygulama geliştirdiği “geçici özel önlemler”in bir parçasıdır.
Aile, aşk ve cinsellikte eşitsizlik
Aile, aşk ve cinsellik politikaları kadın-erkek eşitsizliği açısından önemini koruyan, sosyal demokrat ideolojinin muhafazakar ideolojiyle sınırını çizen alandır. F.Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” başlıklı çalışması da dahil ilk tartışmalardaki soru şudur: eşitler arası ve/veya özgür (isteğe bağlı) yani karşılıklı aşka dayalı gönüllü birliktelikler şeklindeki cinsel yaşam ve kadının erkekle eşit olduğu “ideal işçi/emekçi ailesi”nin aile düzeni nasıl sağlanır? Sorunun formülasyonu bile, -bugün hala mücadele ettiğimiz- zorla evlendirmenin kabul edilmediğini göstermektedir. Bugün bütün modern dünya, birleşmede ve ayrılmada kadınla erkeğin kararını eşit şekilde arıyor. Cinsellik ve beden politikaları; namus cinayetleri, çocuk doğurmaya veya doğurmamaya ya da çok çocuk doğurmaya zorlama, giyim-kuşam, güzellik ölçüleri, fuhuş, eşcinsellerin hakları gibi birçok sorunu kapsar. Ve bunlar, sosyal demokratların daha çok ilgisini ve yaratıcılığını hala bekleyen cinsiyete dayalı eşitsizlik alanlarıdır.
Aile düzeni, hepimizin yaşamını etkileyen önemli bir olgudur. Ev ve aile sorumluluklarının eşler arasında nasıl paylaşıldığı, cinsiyete dayalı işbölümünün başlangıç noktasıdır. Aile düzeninin bugünkü şekli kapitalist sistemle bütünleşmiş erkek egemen yapının temelini oluşturur. Bu düzende, ev ve aile işleri adeta yok sayılır; ev içi emek değersizdir. Toplumun, toplumun çıkarına hareket etmesi gereken devletin, insanın her gün için ve gelecek kuşaklar olarak yeniden üretiminde, çocuk-hasta-sakat-yaşlı bakımında taşıdığı sorumluluk cinsiyete dayalı eşitsizlik açısından kritik önemdedir. Kamu hizmetlerinin bu alanlara yayılması, bakım ekonomisini kapsaması gerekir. Bu, hem “dayanışma ilkesi”nin hem de bireysel insan haklarına ve özgürlüğe ilişkin sosyal demokrat bakışın bir gereğidir. Örneğin, kadınları sigorta hakkı dahi vermeden ücretlendiren bakım uygulamaları, sosyal demokrat ideolojinin kadının insan hakları anlayışına aykırıdır.
Eğitimden çalışmaya bireysel insan hakları
Sosyal demokrasi ilkesel olarak kadınların bireysel insan haklarından tam yararlanmasını öngörür. İşçi kadınların eşit ücret, çalışma ve dinlenme saatleri, hamilelikte koruma gibi işçilik hakları ile başlayan kadınlara yönelik ayrımcılık ve eşitsizlikleri sona erdirme ilgisi ve isteği, bugün artık çalışma hayatı dışındaki alanları da kapsayacak şekilde genişlemiştir. Kamu hizmetlerine erişimde ayrımcılığın engellenmesi yani fırsat eşitliği, eğitimden sağlığa, adaletten sosyal yardım ve hizmetlere birçok alanı kapsar. Bu geniş alanlardaki politikaların nihai hedefi eşitliğin bir gerçek olarak yaşamın içinde yaşanır hale gelmesidir. Sosyal demokrat iktidarlar, bu kısa yazıda tek tek saymayacağımız birçok eşitlikçi gelişmeyi gerçekleştirmiştir.
Bugün bütün dünyada anılan/kutlanan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sosyalist, sosyal demokrat kadınların bizlere hediyesidir. 1857’de Amerika’da 8 saatlik işgünü, ara dinlenme gibi en temel işçilik hakları için greve giden tekstil işçisi kadınların 100’den fazlasının çıkan yangında ölmelerinin anısına -işçi/emekçi kadınların hak mücadelesini anımsatmak ve yaşatmak için- 1910’da II.Enternasyonal Kadın Konferası’nda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin’in önerisi ile kabul edilmiştir.
Evrensel değerlerle uluslararası dayanışma ve sonuç
Sosyal demokrat hareket evrensel değerlere sahip ve güçlü uluslararası bağlar geliştirmiş bir harekettir. Kadın-erkek eşitsizliği sosyal demokrat partilerin uluslararası ortak gündemlerinin daimi bir parçasıdır. Sosyalist Enternasyonal-Kadın(SIW) ve Avrupa Sol Partisi-Kadın (PES-Women) gibi uluslararası örgütlenmeler kadın hareketi açısından önemli örgütlenmelerdir. Örneğin PES-Women, 2012’de kadın üreme sağlığı ve kürtaj konusunu özel olarak ele aldı ve üye partiler eşzamanlı bir kampanya gerçekleştirdiler.
Bugün kadın-erkek eşitsizliği bir kadın sorunu olmaktan çıkmıştır. Cinsiyet eşitliği hedefi her alanda alınan kararlara, politikalara ve uygulamalara en başından itibaren dahil edilmesi -yaygın İngilizce terimiyle ‘’gender mainstreaming’’- yani “ana-akıma katılması” gereken bir hal almıştır. Toplumsal gelişme açısından bu ilerlemenin genç kuşağı en geniş şekilde kapsaması büsbütün önem kazanmıştır. Elbette tek tek olguları düzeltmek hala önemlidir. Modernleşmenin yeni hattı, “norm”un erkek değil insan olmasını sağlayan yönde ilerlemeyi gerektiriyor. Bu çerçevede, CHP’nin 2012’de cinsiyet kotasını kritik eşiğe (%33 oranına) yükseltmesinin; “Kadınlar: Her Alanda Eşit ve Güçlü” başlığıyla yayınlanan politikalar setinin özel bir önem taşıdığına inanıyorum.
*Seniye Nazik Işık, CHP Parti Meclisi üyesi, nyisik@gmail.com