Türkiye neoliberal politikaların uygulamaya alındığı 1980 sonrasında, 1994 yılında ilki yaşanan yaklaşık 7 yıllık periyotlar halinde 2008’ e kadar belli başlı üç ekonomik kriz deneyimledi. 2008 sonrası inişler ve çıkışları olan ekonomik seyri, 2021 yılından başlayarak güçlü bir şekilde hissettiğimiz ve şu anda tam göbeğinde bulunduğumuz ekonomik kriz izledi. Kriz ile mücadele için yürürlüğe konan alışılmışın dışındaki tedbirlere, risk yönetimindeki başarısızlıklara bakınca uzun süre bu krizin göbeğinde kalınacağını tahmin etmek zor değil.
Benimsenen neoliberal politikaların kriz olmasa da gelir dağılımında ciddi bozulmalara neden olduğunu, çalışanların gelirden aldığı payın sürekli düşüş gösterdiğini ortaya koyan birçok veri mevcut. Üstelik benimsenen bu politikaların etkisini sadece gelir dağılımındaki bozulmada değil, gün geçtikçe sorun yumağı haline gelen sağlık ve eğitim sisteminden ve bütçeden aldıkları payın düşüşünden de görüyoruz. Artan sosyal ve ekonomik eşitsizlikler karşısında günümüz toplumlarının varlığını sürdürebilmesi, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi giderek zorlu bir mücadeleye dönüştü. Bu tablo karşısında neoliberal politikaların sunduğu çözüm -giderek bundan da vazgeçme emarelerini gördüğümüz- doğrudan yardımların bütçe içindeki payının artırılması olmuştur. “Her şeyi” iktisadi rasyonalite gözlüğü ile gören bu sistemde, göz ardı edilen, görünmez kılınan toplumsallık doğrudan yardımlarla telafi edilmeye çalışılıyor; sanki mümkünmüş gibi… Bugün artık yönetilmesi bütçe açısından da zor olan doğrudan yardımlar, neredeyse sosyal belediyecilik kavramı ile özdeşleşti.
Doğrudan yardımların çözüm olamayacağı kadar komplike hale gelmiş bu sorunları çözebilmek için öncelikle sosyal belediyecilik kavramını gerçek anlamına uygun şekilde ele almak gerekiyor. Araştırmalar sosyal belediyeciliğin toplum tarafından muhtaçların korunması ve yoksulluğun azaltılması olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu bağlamda sünnet töreni, iftar çadırı vb. türden pragmatist uygulamaların ötesine geçmek, hizmetleri piyasalaştırmadan vermek önemli. Ama hepsinden önemlisi geleneksel belediyecilik anlayışının ötesine geçebilmek.
Sosyal hizmet kapsayıcı bir kavramdır
Belediyeler sadece altyapı hizmeti veren birimler olarak değil, insanların sosyal ve kültürel hayatlarına dokunan, katkıda bulunan yönetim birimleri olarak kendini konumlandırmalı. Bunun için belediyeler, her şeyden önce sınırları içindeki sosyal dokuyu iyi bilmeli; tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı gibi araştırma teknikleri ile elde ettiği bilgilere dayanarak hizmet sunumunda etkililik, verimlilik, adalet gibi değerleri öncelemeli. Sosyal belediyecilik sadece yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek değil, aynı zamanda onları yardıma muhtaç olmaktan çıkarmak, önleyici tedbirler almak demektir. Amaç, sosyal sorunların ortaya çıkmasına engel olmak ve önleyici tedbirler almak olunca elbette çocuklara, gençlere, kadınlara, yaşlılara, özel gereksinim sahiplerine, muhtaç ailelere hatta tüm halka yönelik sosyal hizmet projeleri üretmek; sosyal hizmet çalışmaları yapmak yapılacaklar listesinde öne çıkmaktadır.
Sosyal hizmet sosyal olarak dezavantajlı olan kesime –ki, bu sadece gelir konusu değildir- sosyal ortam hazırlamakla, örneğin kreş ve mesleki kurslar açmakla, spor imkanları sağlamakla, hizmeti mahallelere götürmekle, özel gereksinimlileri, yaşlıları, kadın ve çocukları öncelemekle, eğitimlerinin devamı için gençleri desteklemekle, uygun beslenme ve barınma imkanları sağlamakla yani kısaca onları desteklemekle ilgilidir ve geniş kitlelere hitap eder. Daha az nakdi daha fazla ayni yardım içerir. Sosyal hizmet ve sosyal yardımı iyi anlamak, daha doğru bir ifade ile ayırmak gerekir. Her ikisi de karşılıksızlık ilkesi üzerine kurulan bu hizmetlerden sosyal hizmet sosyal yardımı da içerir. Çok basit bir tanımlama ile sosyal hizmetlerin parasal olanına sosyal yardım demek mümkündür.
1990’lara kadar merkezi yönetimin idaresinde olan sosyal hizmet ve yardımlar merkezi hükümetin sosyal devlet olma işlevinden uzaklaşmak istemesi, hizmetleri ülkenin tamamına etkin ve verimli götürme sorunu ve bu hizmetlerin yerel niteliğinin genel niteliğinden fazla olması dikkate alınarak, 1994’ ten itibaren gündeme gelen sosyal belediyecilik kavramı ile belediyelere devredilmeye başladı. Ancak belediyelerin sosyal ve kültürel alanda yaptıklarına bakıldığında Türkiye’de sosyal belediyeciliğin birçok eksiği göze çarpıyor. Bunların en önemlisi de sosyal belediyecilik kavramının ayni ve nakdi yardıma indirgenmesi. Bunda halkın algısı kadar belediye başkanlarının yetersiz bilinç düzeyi, geniş kapsamlı sosyal belediyecilik anlayışına negatif yaklaşımları ve gereksiz harcama olarak değerlendirmelerinin yanı sıra sosyal politikaları merkezi yönetimin görevi olarak görmeleri de etkilidir.
Bunlar kadar etkili başka sebep de 1994’ten itibaren neoliberal politikaların temsilcileri olarak seçimlerden başarı ile çıkan sağ kökenli muhafazakar yöneticiler eliyle uygulamaya konan sosyal belediyeciliğin, halkın ihtiyaçları gözetilerek değil, patronaj ve klientalist ilişkilere –yani kurulan yakınlık veya akraba ilişkilerine- dayanılarak ve sosyal hizmeti bir hak değil, lütuf veya oy sağlama aracı gibi görerek yapmalarıdır. Sağ kökenli politikacıların tüm uygulama sıkıntılarına rağmen sosyal demokratların 1973’ten itibaren başlattıkları, o dönem toplumcu belediyecilik olarak seslendirilen mükemmel uygulamalarını hatırlatamamaları önemli bir eksiklik. Bu çerçevede halk ekmek, halk plajı, Tanzim Satış Mağazaları, kendi üretimlerini yapacak işletmeler oluşturmaları, halka ucuz konut satmak için kooperatif kurulması vb. ala gelebilir. Aynı zamanda sosyal demokratların, insanı istisnai bir varlık olarak görüp var olan kapasitelerine odaklanmanın halkın doğal ihtiyaçlarına odaklanmadan başarılamayacağını, bu nihai hedef için doğal ihtiyaçların giderilmesinin olmazsa olmaz koşul olduğunu da halka uygun bir dille anlattıklarını söylemek zor. Kendini uygun dille ifade edememe sorunu, sağ politikacıların “sosyal demokratlar gelirse sosyal yardımlarınız kesilir” mitini kullanmalarının önünü açmıştır. Bugün sosyal demokratların kazandığı 11 büyükşehir belediyesi, bu mitin yıkılması için önemli bir araç niteliği kazanmıştır.
Somut örnekleriyle sosyal belediyecilik
Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinden örneklendirecek olursak, sosyal belediyecilik için önemli olan siyasi iradenin varlığı üzerinden bütünlüklü çalışmalar yapıldığını söylemek mümkün. İstanbul’un sosyal dokusunu araştırmalarla ortaya koyan İBB, aynı zamanda 5 yıl boyu yürüyeceği yolu gösteren Stratejik Planı ve farklılıkları gören, eşitsizlikleri gidermek üzere detaylara yoğunlaşan Yerel Eşitlik Eylem Planını halka, akademiye, STK’lara sorarak oluşturmuştur. Bu çerçevede öncelikle sosyal yardımlar, bilimsel verilere dayanarak oluşturulan sistem doğrultusunda ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmaktadır. Üç yıllık hizmet süresi içinde dört kattan daha fazla artış gösteren sosyal yardımlar sistemli olması, şeffaf kriterler üzerinden yürütülmesi ile önceki uygulamalardan farklılaşmıştır.
Ancak -yukarıda da belirttiğim gibi- esas olan, yardıma muhtaçlıktan çıkarmak ve yoksunlukları görmek olduğundan, yine elde edilen veriler ışığında sosyoekonomik olarak dezavantajlı mahallelerde yeni öğretim döneminde sayısı 50’yi aşacak kreş, kapasitesi beş bine yaklaşan öğrenci yurdu, hizmeti mahalleye götürecek mahalle evleri, mesleki beceriler kazandıracak Enstitü İstanbul birimleri, kent lokantaları, özel gereksinimli bireylerin aileleri için kısa mola merkezleri, bağımlılıkla mücadele kapsamında SUDEM merkezleri, İstihdam Ofisleri aracılığı ile yapılan işe yerleştirmeler, mahallelere yaygınlaştırılan spor olanakları, artan yeşil alanlar belli başlı sosyal belediyecilik örnekleri olma niteliği ile kısa zamanda literatüre giren hizmetler olarak yerini almıştır. Bir planlama dahilinde, bütünlüklü olarak, bilimsel veriler ışığında etkili, verimli ve adil olma kriterleri üzerinden işinin ehli meslek elemanlarınca yürütülen bu çalışmaların iyi örnek oluşturmasına rağmen üst düzeyde alınacak tedbirlerle çözümlenemeyecek bir hususun hala varlığını sürdürdüğü de bir gerçek. O da, fiziksel ve sosyokültürel hizmetlerin bir bütün olarak algılanmaması. Çalışanlarda zihniyet değişimi gerektiren bu durum için de tedbirler alınmış, çalışmalar başlatılmıştır.
Birçok makalede belediyelerin verdiği hizmetler kabaca kültür-sanat; sosyalleştirme, sosyal kontrol ve rehabilitasyon; mobilize etme, yönlendirme, rehberlik etme; yardım ve gözetme ve yatırım olarak sıralanıyor. Yatırım ve rutin hizmetler tüm belediyelerce yapılan görevler. Bu nedenle kamu harcamalarını konut, sağlık, eğitim ve çevrenin korunmasına kanalize eden; işsiz ve kimsesizlere destek veren, sosyal dayanışma ve entegrasyonun tesis edilmesi için gerekli altyapı yatırımlarını yapan, bireyler ve toplum arasındaki zayıflayan “adalet” konusunu güçlendiren, sosyal alanda planlama ve düzenleme yapan belediyeler öne çıkacaktır. Artık belediyeler sadece yatırım yapan, belediyeye özgülenmiş klasik hizmetleri veren kurumlar olarak değil, sosyal sorunların çözümünde de birebir sorumlu kurumlar olarak görülüyor. Zira belediyelerin sosyal yönlerini güçlendirmesi için her türlü yasal dayanak mevcut.
Yasal çerçevede sosyal ve kültürel açıdan geniş bir çerçeve çizilerek verilen yetkiyi tüm belediyelerin anlaması ve içinde bulunduğumuz bu ekonomik şartlarda en etkin biçimde kullanması esastır. Sosyal yardımların özel durumunu bir yana bırakırsak, sosyal hizmet sadece toplumun belirli kesimlerine yönelik faaliyet olmaktan çıkarılıp tüm topluma mal edilmeli. Tabi ki patronaj ve klientalist ilişkilere dayanmayan, hak temelli bir sosyal hizmet anlayışı ile. Özellikle sosyal yardımların yerine ulaştırılmasında, bu ilkeler göz önünde bulundurulup duygular göz ardı edilmese de bilimsel verilere dayanan bir sistem oluşturulması ve bu sistemin aşındırılmaması için ısrarcı olunması, hem sosyal demokrat söyleme uyacak hem de siyasi görüşe ve yöneticiye olan güveni arttıracaktır.