photo-5

Sema Erder – Gecekondudan Kentsel Dönüşüme: Yerel Siyasetin Değişimi

ULUSLARARASI GOC VE GOCMEN KADINLAR PANELI 

 

 

 

 

 

1990 yılında TÜSES için İstanbul’da yerel iktidardaki SHP’li ilçe belediye başkanlarının “gecekondu” algısını ve politikalarını anlamaya çalışan, görüşmelere dayalı bir alan araştırması yapmıştım. Görüşmelerde, Dalan sonrası, umulmadık bir seçim başarısı kazanan belediye başkanlarına, “gecekondu” ve “gecekondulu” konusundaki algıları, düşünceleri, önerileri ve uygulamaları hakkında bir dizi soru sorulmuştu. Başkanların hepsi, söylem düzeyinde, “yoksuldan yana” olduklarını ifade etmişler ve ilk dönem gecekondularını “yoksulların çaresizlikten yaptıkları” konutlar olarak tanımlamışlardı. Ancak, başkanlar, araştırmanın yapıldığı tarihlerde yapılan gecekondular konusunda artık ortak kanıya sahip değillerdi. Başkanların bir kesimi, yeni gecekonducuları, kentsel ranta el koymak isteyen ve gerçek hak sahibi olmayan “gaspçılar” olarak tanımlıyordu. Bu yanıtı veren belediye başkanlarının kentin merkezindeki ilçelerde seçim kazanmış oldukları dikkati çekiyordu. Buna karşılık, gecekonduda yaşayan ya da buradaki yaşama tanıklık etmiş olan başkanlar, gecekonduluları “yoksullar” olarak tanımlamaya devam etmekteydiler.

Araştırmanın ortaya çıkardığı gerçekler

Bu araştırmada yaptığımız bir başka gözlem ise, başkanların; “gecekondu”, “yoksulluk”, “haklılık-haksızlık” , “yasallaştırma” gibi kavramları kullanırken ve çözüm önerilerini tartışırken, popülist dil kullanmaları ve kısa vadeli – mikro ölçekli- çözüm önerileri geliştirmeleriydi. Araştırmada başkanların, 1980 öncesinde, sosyal demokrat çevrelerde revaçta olan “planlama”, “makro plan”, “kooperatifleşme”, “toplu konut” gibi kurumsal ve makro çözümleri önermekten çok “yerel” sorunları çözmeye yönelmiş olmaları dikkati çekmişti. Sonuçta, sosyal demokrat kadroların, 1980 sonrası ANAP belediyeciliğinin “iş bitirici” yerel politikalarından etkilendikleri ve onun yoksuldan yana bir versiyonunu oluşturma çabasında oldukları kanısına varmıştık.

Bu araştırma o dönemde ilgi çekmediği için, sonuçları, maalesef ne uygulamacılarla ne de akademik çevrelerle tartışılabildi. Daha sonra, yerel siyasal kadrolarla aynı konuda yeni bir araştırma yapılmadığı için, bu eğilimin değişip değişmediğini bilmiyoruz. Ancak, diğer araştırma ve gözlemlerden, gecekondu bölgelerinde yerel siyasetin çok canlı olduğunu, belediyelerin buralarda yaşayanlar için çok önemli kurumlar olduğunu ve siyasal partilerin bu alanların sorunlarını çözmek için birbirleriyle yarıştıklarını anlıyoruz.

İstanbul’da ve diğer büyüyen kentlerde yerel siyasette gecekondulaşma sürecinin önemli etkileri olduğu açıktır. 1950 sonrası artan iç göç ve yeniden yerleşme dalgası, kentlerde enformel dayanışma ilişkilerini güçlendirmiş; hemşehri ağlarının, etnik ağların ve dinsel cemaat ağlarının siyasetteki ağırlığını arttırmıştır. Siyasal partiler, kent hukuku dışında gelişen ve devletle yerleşenler arasında var olan “zımni” bir anlaşmayla “meşru” olduğu kabul edilen bu alanlara, ancak enformel ilişki ağları ve kayırmacılıkla hizmet götürülebilmiştir. Böylece siyasal partiler, bu ağları destekleyerek “iş bitiricilik” konusunda birbirleriyle yarışmışlardır. Yerel siyasette uzun bir dönem etkili olan bu siyaseti destekleyenler, sonuçta AKP’yi merkeze taşıyarak “taçlandırmıştır” ve dinsel cemaat ağlarını ödüllendirmiştir.

“Gecekondulaşma” hareketi, zaman içinde, kamuoyu nezdinde toplumsal meşruiyetini yitirmiş, “yoksul” hareketi olarak kabul edilmekten çıkmış ve “gaspçıların” kentsel ranta el koyması olarak tanımlanmaya başlamıştır. 2000’li yıllara geldiğimizde yerel yönetimler ve özellikle AKP yönetimi, yeni gecekondu yapılmasını teşvik etmemeye; buna karşılık enerjilerini ve kaynaklarını bu alanların iyileştirilmesine; yaşanabilir hale gelmesine harcamaya başlamışlardır. 1999 depremi, bu sürece İstanbul’da bir başka boyut katmış ve “kentsel dönüşüm”, “afet” uygulamasıyla birleştirilmiş ve “yıkım/imar” faaliyetleri hızlanmıştır.

Gecekondu araştırmaları; buralarda yaşayanların sınıfsal yapı, etnik köken ve kentteki deneyimler açısından karmaşık olduğunu ve gecekondu alanlarının konumlarının kentsel değer artışı açısından farklı olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde, kentin merkezine yakın olan eski gecekondu alanlarında gözlenen değer artışlarıyla kentin çeperlerindeki gecekondu alanların değer artışı farklı olabilir. Rantın paylaşımına dahil olma açısından da gecekondu alanlarında yaşayanlar arasında farklılıklar olduğu açıktır. Dolayısıyla, kamuoyunda “gaspçı” olarak tanımlanmalarına karşın, bu alanlarda yaşayarak “zenginleşenlerin” göreli olarak küçük bir grup olduğunu, diğer taraftan bu alanlarda yaşamlarını zorlukla sürdüren eski ve yeni yoksul sayısının küçümsenmeyecek kadar fazla olduğunu varsaymak mümkündür.

Kentsel dönüşümün etkileri

Kentsel dönüşümün ilk etkilerinin, gecekondulaşma sürecinde “zenginleşen” grupların bu bölgede yaşayan “yoksulları” ve “güçsüzleri” tasfiyesi yönünde olduğunu söylemek mümkündür. Son uygulamalar, kentin merkezine yakın ve değer kazanmış alanlardan başlayarak, kent hukuku karşısında da güçsüz olan grupların yaşam alanlarının savaşı andıran zorlamalarla, “robokop” havalı polislerce ya da diğer dolaylı acımasız yöntemlerle “temizlenerek” yeni kullanıcılara açılmaya başladığını göstermektedir. Bu uygulamalara şehirciler, mimarlar, hukukçular, sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları tepki göstermektedirler. Gezi hareketinin kitleselleşmesinde bütün bunlara gösterilen tepkilerin de etkili olduğu kanısındayım.
Diğer taraftan, gecekondu yapımının meşruiyetinin yitirilmesinden sonra kentlere yeni göç eden yoksulların ve kentin merkezindeki çöküntü alanlarında yaşayan yeni yoksulların barınma amacıyla konut edinmesi, artık eskisine göre çok zor hale gelmiştir. Yeni göçmenlere ve yeni yoksullara, gecekondu alanlarındaki kullanım haklarını kaybedenleri, yıkımlarla tasfiye edilenleri ve sayıları gün geçtikçe artan yabancı işçileri de eklememiz gerekir. Bütün bu yoksul ve güçsüz gruplar artık ucuz konut alanlarının “kiracıları” haline gelmişlerdir. Gecekondulaşmanın meşruiyetini yitirmesinden sonra, bu alanlarda yaşayanlarla devlet arasında var olan zımni anlaşmanın bozulması, bugüne kadar kendilerini “hak sahibi” olarak görenlerin durumlarını da sallantılı hale gelmiştir. Kentsel dönüşüm uygulamaları, “hak sahibi” olmayanlara, artık sadece kiracıları değil zilyetlik hakkı gibi geleneksel kullanım haklarını kaybedenleri de eklemiştir. Üstüne üstlük, bugünlerde kentin merkezinde, kent hukukuna dayanarak oluşmuş alanlarda yaşayan alt orta sınıf “kat malikleri” de kendilerini tehdit altında hissetmeye başlamışlardır. Bir bakıma, Süleyman Demirel döneminden beri yerleşmiş, küçük mülkiyeti destekleyen, popülist “tapu delinmez” anlayışı terkedilmeye başlamıştır.

Sonuçta, kentsel dönüşüm uygulamaları, “inşaat ve imar” faaliyetlerini merkeze alan bir ekonomi politikasıyla “inşaat- siyaset” ilişkisini güçlendirmiş ve toplumsal değişimin bir sonucu oluşan kentsel rantın savurganca dağıtılmasının aracı haline dönüşmeye başlamıştır. Son yolsuzluk skandalları, kentsel rantın sadece kayıt dışı ekonominin değil, aynı zamanda siyasetin finansmanı için de kullanıldığını göstermektedir.

Bütün bu koşullar altında alternatif politikaların acilen tartışılmasının gerekli olduğu açıktır. Bu tartışmaya, öncelikle “gayrimenkul-inşaat” ekonomisine dayanan bir kalkınma stratejisinin sürdürülebilir olup olmadığının sorgulanmasıyla başlamak gerekir. Bu amaçla yapılması gereken ikinci önemli tartışma, tamamen toplumsal değişimin ürünü olan kentsel ranta karşı çıkmak yerine, halihazırda kayıt dışı ekonominin dinamosu olan bu rantın, formel kamu kaynağı haline nasıl dönüştürülebileceğinin araştırılmasıdır. Kentsel rant, piyasanın acımasız kurallarının yerini alacak yeni kurallarla belki kamu yararına kullanılabilir. Bu iki tartışmayı kaçınılmaz olarak izleyecek bir başka tartışma ise, “gayrimenkul-inşaat-siyaset” ilişkilerinden oluşan saadet zincirinin girdabından nasıl kurtulunacağı ile ilgili olmalıdır. Ancak, bu tartışmalar ve getirilecek önerilerle yerel siyasetteki “inşaat-emlak” ağırlığının azalması ve kentlilerin yerel taleplerini ve yerel demokratik dinamiklerini dikkati alan yeni katılımcı kentsel dönüşüm modellerinin oluşturulması mümkün olabilir.

*Sema Erder,
Prof. Dr.
erdersema@gmail.com