Küresel ölçekte istikrarsız bir dönemden geçiyoruz. Otoriter siyaset ve neopopülizm dünyamızı nefessiz bırakıyor. Freedom House’un 2019 yılı için yayınladığı Dünyada Özgürlük raporunun başlığı, milyonların yaşadığını iki kelimede özetliyor: “Demokrasiden uzaklaşma (Democracy in Retreat)”.
Rapor, 2018’in, küresel özgürlüklerin azaldığı ardışık on üçüncü yıl olduğunun altını çiziyor. Özgürlükler, otoriterliğin ve popülizmin elinde paramparça ediliyor. “Özgür olmayan” ülkelerin dünyadaki oranı, bu on üç yıl içerisinde, %23’ten %26’ya çıkarken, “özgür” ülkelerin oranı ise %46’dan %44’e gerilemiş. Özgürlüklerin yok edilişinin en belirgin olduğu alanın ise demokrasinin önemli bir parçası olan “sandıklar” olduğunun da altını çiziyor rapor. Baskıyla, hileyle, gerçek-ötesi siyasetin temeli haline gelen bilgi kirliliği ve yanlılığı ile manipüle edilen sandıklar yoluyla demokrasi yıkılıyor.
İfade özgürlüğü küresel olarak ağır bir saldırı altında. İnsan hakları popülist siyasetçiler tarafından yok sayılıyor. Gerçek-ötesi siyaset gerçeğin, kanıtın ve bilginin gücünü sollayıp geçiyor. Kült liderlik dünyanın yeni popüler akımı. Bu korkutucu gelişmelerin altında ne yatıyor? Yanıt, bir ideoloji olarak krizde olan ve dünyanın birçok yerinde krizlere yol açan neoliberalizmde gizli.
Neoliberalizm sosyal devleti yıktı. Küreselleşmenin kurumları, halkların ve emeğin faydasını gözeterek değil, sermayenin – ve özellikle finans kapitalin- faydalarını gözeterek tasarlandı. Eşitsizlikler arttı. Sosyal ve ekonomik haklar erozyona uğradı. Artan eşitsizliklerin, sosyal ve ekonomik haklardaki kaybın sorumlusunun neoliberal düzen olduğu gerçeğinin üzeri popülist siyasetçiler tarafından “bize karşı onlar” diyerek örtüldü. Korku ve nefret temelli bir neomilliyetçi akıma yöneltildi.
Demokrasiye saldıran unsurlar
Demokrasi diyen, insan hakları diyen, eşitlik diyen, özgürlük diyenler “onlar” oluverdiler. “Bize” karşı olan “onlar” bu eşitsizliklerin sorumlusu olarak gösterildiler popülist siyasetçiler tarafından. Korkular kimliklerimize yöneltildi; farklılıklarımız ötekileştirici birer unsura dönüştürüldü. Farklılıklarımızın korunması gereken haklar olduğu gerçeği yerine“biz” ve “onlar” olarak kimliklerimiz üzerinden ayrıştırılıyoruz yıllardır popülist siyasetçiler tarafından. Siyasi çerçeveyi “ötekinden korku” tanımlıyor. Otoriter siyasetçiler yabancı düşmanlığını, içe kapanmacılığı, yaşananlar için günah keçisi arayışını besliyorlar; üstelik bunu gerçek-dışı iddialar üzerine temellendirerek…
Yani bir yol ayrımındayız. Ulusal ve uluslararası/uluslar-üstü kurumları tanımlarken yanıt vermemiz gereken sorular, tam da bu yol ayrımını tarif eden sorular. Kimlikler temelli bir ayrıştırma ile bölünüp parçalanacak mıyız, yoksa insanlığın temel değerlerinde buluşacak mıyız? Popülist liderlerin peşine takılarak yanlış iddialar üzerine kurulmuş tuzaklara mı düşeceğiz, yoksa eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, haksızlıkların gerçek nedenlerini belirleyen bir çare bütünü ile değişimi mi yakalayacağız?
Sosyal demokrasiyi içselleştirenler açısından bu yol ayrımındaki tercihler çok açık. İnsanlığın buluştuğu evrensel değerleri büyütmek ve bu değerler üzerinde yükselen daha eşit, daha adil, daha özgür bir yeni düzeni kurmak tercihimiz. Ulusal ve uluslararası tüm kurumlarımızın da işte bu tercihlerin gerekliliklerini yerine getirecek şekilde tasarlanması, yeniden düzenlenmesi gerekiyorsa devrimsel nitelikte dönüştürülmesi temel hedefimiz olmak zorunda.
Kurumlarımızın hangi ilkelere dayanması gerektiğinin de, bu hedeflere uygun tasarımının nasıl olması gerektiğinin yanıtı da dünya tarihinde ve uluslararası deneyimlerimizde yatıyor. Demokraside yatıyor. Daha çok diyaloga imkan veren platformların varlığında yatıyor. Yanıtı evrensel değerlere dayalı sosyal demokrat siyaseti büyütmekte yatıyor. Ve yanıtı bu evrensel değerlerin eşitlik, özgürlük, laiklik, insan hakları, barış ve adalet olduğunu yüksek sesle söyleyen bir yeni siyaseti var etmekte yatıyor.
Bundan önce de dünya, popülizmin doğurduğu faşizmin yıkımından kendisini yeniden var etmek zorunda kalmıştı. Avrupa’nın ırkçılığın küllerinden yeniden doğarken ortaya çıkardığı deneyim, kurumsal çerçeve ve onların dayandığı değerler tam da böyle bir örneği teşkil ediyor. Farklı kültürlere sahip, farklı diller konuşan, bu farklılıkları nedeniyle ayrıştırılmış ve hatta düşmanlaştırılmış olan milyonlar Avrupa’yı buluşturan ve ortaklaştıran kurumlarla yeniden bir arada yaşayacakları bir barışı var ettiler.
Bu yapılar da, kuşkusuz her kurumsal yapı gibi, elbette zaman içerisinde dönüşüm ihtiyacı barındırıyordu. Ancak kimilerine göre ortak bir geleceği tanımlayan ve birleştirici işlev gören ortak sosyal ve ekonomik değerlerin yerini, ayrıştırıcı bir unsura dönüşmüş olan ortak bir bürokrasi ve ortak bir para birimi aldı. Hatta itirazlar halkın iktidarını mümkün kılan bir demokrasinin yerini bürokrasinin aldığı konusunda birleşiyor. Ancak Avrupa’nın kurumsal yapılarının çağın gerekleri ile uyumlu bir dönüşüm sağlayamadığına dair eleştirileri ortaya koyanların bir bölümü, -bunun en somut temsilcisi olarak İngiltere’deki Brexit tartışmaları gibi- bu yapıların sonlandırılmasını savunurken bir bölümü ise – bunun en somut temsilcisi olarak DİEM25 hareketi- yapıların devrimsel nitelikte bir dönüşümle devam etmesi gerektiğine işaret ediyor.
Bu tartışmaların etkin yapılabilmesi için mutlaka kanıta ve bilgiye dayalı bir değerlendirme ile kurumların başarıya ulaşan yönleri ve başarısız oldukları alanlar ve nedenleri etraflıca ortaya konulmalı. Böyle bir tartışma elbette salt Avrupa kurumları için değil, bugün faşizmin ağır yıkımını günlük hayatının her alanında yoğun bir biçimde hisseden bizler için ulusal düzeyde de büyük önem arz ediyor.
Demokratik Avrupa’yı var eden kurumlar; AKPM
Avrupa’nın faşizmin yıkımının ardından bu yeniden inşasının öncü ve en eski kurumu Avrupa Konseyi (Council of Europe) bu sene 70. yılını kutluyor. Şu anda 47 üye ülkesi olan Avrupa Konseyi’nin kuruluş amacı faşizmin ayrıştıran, ötekileştiren, düşmanlaştıran yıkımından bir yeniyi hak temelli, barış üzerinde yükselen bir demokrasi ile var etmekti. Avrupa Konseyi’nin bu amaca hizmet eden dört temel hedefi var. Her şeyden önce Konsey’in hedefi insan haklarını, çoğulcu demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü korumak. Bir diğeri de farklılıkları düşmanlaştırıcı bir unsur olarak gören anlayışın yerine Avrupa’nın kültürel çeşitliliğine dayalı bir kimliğin geliştirilmesini teşvik etmek ve farkındalık yaratmak. 47 Avrupa ülkesini buluşturan Konsey, Avrupa toplumunun karşı karşıya bulunduğu azınlıklara karşı ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlük, biyoetik ve klonlama, terör, insan ticareti, organize suçlar ve yolsuzluk, siber-suçlar, çocuklara karşı şiddet gibi ortak sorunlara ortak çözümler üretmeyi hedefliyor. Bunları yaparken de demokratik istikrarı güvence altına alarak siyasi, hukuki ve anayasal reformları desteklemeyi öncelikli hedefler arasında sıralıyor.
Avrupa Konseyi’nin bu hedefleri sağlamasından sorumlu olan kurumsal organlarını ise Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi oluşturuyor. Avrupa Konseyi’nin karar organı olan Bakanlar Komitesi üye ülkelerin dışişleri bakanları veya Strazburg’da bulunan daimi temsilciler veya elçilerden oluşuyor. Avrupa Konseyi’nin müzakere ve danışma organı ise AKPM. Hatta, Konsey’in pek çok önemli aracı AKPM tarafından tasarlandığı için genelde Avrupa Konseyi’nin “motoru” olarak da adlandırılıyor. 1994 yılında kurulan Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi ise yerel ve bölgesel politikaların tartışıldığı, Avrupa’nın bölgelerinin ve belediyelerinin Konsey’deki sesi.
Konsey’e ev sahipliği yapan şehir ise Strazburg. Şehrin seçimi de kuruma atfedilen önem ve değeri yansıtıyor. Zira Strazburg’un başkenti olduğu Alsas Bölgesi, 17’inci yüzyılda toplu yıkımlara yol açan 30 Yıl savaşlarından itibaren hep çatışmalara ve yıkımlara şahit olmuş. Tam da bu nedenle kurucu üyelerinin barışa, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı bir yeniyi inşa etme iddialarının kurumlarından birisi olan Avrupa Konseyi’ne ev sahipliği yapmak üzere seçilmiş.
Konsey’in parlamenter meclisi 324 parlamenterden oluşuyor. Bu parlamenterlerin her birisi kendi ülkesinin meclisine demokratik olarak seçilmiş olan delegeler. Üye ülkelerin delegasyonlarının delege sayısı ülkelerin nüfusuna göre belirlenirken, delegasyonların ulusal parlamentolarındaki siyasi yelpazeyi dengeli bir biçimde temsil etmeleri bir zorunluluk.
AKPM’de görev alan parlamenterler bir yandan ülke delegasyonlarının parçası iken bir yandan da dilerlerse farklı ülke temsilcilerinin bir araya geldikleri siyasi gruplara da üye olabilirler. Güncel dönemde AKPM çatısı altında böyle 5 siyasi grup bulunuyor, bunlar büyüklük sırasına göre Avrupa Halklarının Partisi Grubu (EPP/CD), Sosyalistler, Sosyal Demokratlar ve Yeşiller Grubu (SOC), Avrupa Liberal ve Demokratlarının İttifakı (ALDE), Avrupalı Muhafazakarlar Grubu (EC) ve Birleşik Sol Grubu (UEL).
Avrupa’nın en önemli ve acil sosyal, ekonomik ve siyasi konularını tartışan AKPM üç farklı metin türünü benimseyebiliyor. Uygulanması ulusal hükümetlerin yetkisi dahilinde olan Bakanlar Komitesi’ne sunulacak “Öneriler”, Bakanlar Komitesi tarafından AKPM’ye iletilmiş olan sorulara yanıtları barındıran “Görüşler” ve AKPM’nin kendisinin uygulamaya geçireceği “Kararlar” AKPM’nin kullandığı üç temel araç.
AKPM temel görevi olan “insan hakları gözlemcisi” olarak Avrupa’nın ortak değerlerini güçlendiren birçok olumlu değişime yol açan fikirlerin doğduğu, geliştiği ve uygulamaya geçirildiği bir kurum. Bunların hepsini hak ettikleri detayda burada sunmak mümkün olmaz, ancak önemli olan bazılarının altını çizmek mümkün.
Avrupa Konseyi’nin 200’ün üzerindeki sözleşmelerin veya çok-taraflı anlaşmaların %40’ı AKPM’nin öncülüğünde gerçekleşmiş ve üye ülkelerin ulusal yasalarını değiştiren veya yenilerine de öncülük eden bir yasal çerçevenin de taşıyıcısı olmuş durumda.
Konsey, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile bölgede insan haklarının hukuki/yasal temelini oluşturmakta öncü. Bugün üye devletlerin insan hakları ihlallerine karşı konseyin parçası olan 830 milyon insanın, insan haklarının savunulmasının en önemli kurumsal yapısı Konsey. Bu sözleşmeyi takip eden başka sözleşmeler de Konsey’in hak temelli görev alanını ve etkisini arttırdı. Konsey kadına şiddet, kişisel veri korunması gibi alanlarda küresel standartları belirleyen kurum oldu.
İnsan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün Konsey üyesi ülkelerde gözetilmesi için dünyanın en güçlü insan hakları mahkemesi olan AİHM, Avrupa’nın en yüksek anayasal hukuk organı Venedik Komisyon’u ve İnsan Hakları Komiseri Konsey’in kurumsal yapısının en önemli yapı taşlarından.
Konsey, kendi içindeki temsiliyetten başlayarak toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan öncü kuruluşlardan. Öte yandan idam cezasının kaldırılmasını Avrupa kurumlarına üyelik koşullarından birisi yaparak kıtada idam cezasının son bulmasında da etken bir rolü oldu.
Ancak, küresel olarak, demokrasi ve insan haklarının maruz kaldığı ağır saldırılardan elbette Konsey’in başarıları ve etkinliği de nasibini alıyor. Üye ülkelerin ulusal düzeyde içinden geçtikleri demokrasi ve hukuk krizi Konsey’in de kurumsal yapısına yansıyor. Üye ülkeler demokrasiden ve hukuktan uzaklaştıkça Konsey’in elindeki araçlar sınanıyor. İnsan hakları ihlalleri arttıkça AİHM’in dava yükü ağırlaşıyor. İstanbul Sözleşmesi ağır saldırı altında. Bu değişen koşullara karşı üye ülkelerin Konsey’in kuruluş ilkelerinden ayrılmadığının güvencesini oluşturacak yeni kurumsal mekanizmalara ve tasarımlara ihtiyaç belirginleşiyor.
Bu gelişmeler karşısında yapılması gereken belli. Ötekileştiren, bölen-parçalayan, “bize karşı onlar” diyerek ayrıştıran bir popülizm dalgasına karşı hepimizin ortak hedefi insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü hem ulusal hem de uluslararası düzlemde savunmak ve bizi ayrıştıran popülist dalganın karşısında buluşturucu gücün temeli yapmak olmalı.
Bunun için daha çok meclislere ihtiyacımız var. İletişim kanallarını açık tutan, diyalogu mümkün kılan meclislere… Ulusal düzeyde de uluslararası düzeyde de… Yani Türkiye’de eksikleri giderilmiş bir parlamenter demokrasi için verdiğimiz mücadele, uluslararası kurumların da demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve halkların yönetimini savunan ve sağlayan ilkelerden kopmaması mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmalı.
Ulusal düzeyde de uluslararası düzeyde de demokrasi adı altında bizleri birbirimizden ayrıştıran, bölen ve parçalayan kararlar ve tavırların karşısında sıkı bir mücadele hattı oluşturmalıyız. Eşitlik, adalet, özgürlük, insan hakları, barış, laiklik ve demokrasi değerleri etrafında, bir başka deyişle evrensel sol değerlerde buluşan bir gücü hep birlikte var etmeliyiz.
Bu kapsamda Avrupa Konseyi’nin kendi rolünü ve misyonunu yeniden tanımlama tartışmalarının bir parçası olmalıyız. Konsey üyesi ülkelerde demokrasi zayıfladıkça, muhalif siyasi partiler de sivil toplum kuruluşları da ulusal düzeyde yok edilecek seviyeye ulaşacak kadar ağır bir saldırıya maruz kaldıkça farklı seslerin, görüşlerin ve bireylerin bir araya gelmesine imkan veren Konsey ve benzeri platformlara var etmeli ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde dönüşümlerini sağlamalıyız.
Özellikle biz sosyal demokratların görevi hem ulusal hem uluslararası zeminde demokrasinin, insan haklarının, evrensel değerlerin, evrensel gerçekler olarak yaşayabilmesini sağlayacak her zemini güçlendirmek olmalı. Bugüne kadar Avrupa Konseyi’nin başarıları diye adlandırılan kazanımların insan hakları, eşitlik ve hukukun üstünlüğü temelinde sol değerleri yansıttığı göz önüne alınırsa, Konsey’in ilkelerinden uzaklaşmadığı bir geleceği yaratmanın bizim değerlerimizin yaygınlaşması anlamına geleceğinin bilinci ile bu mücadeleyi büyütmeliyiz.
Ben de Avrupa Konseyi’nin Parlamenter Meclisi’nde Türkiye delegasyonunun CHP’yi temsil eden üyelerinden birisi olarak 2018 yılsonundan bu yana parlamenter olarak, 2019 Haziran’dan beri de oy birliği ile seçildiğim Sosyalist Grup Başkanvekili olarak görev alıyorum. Kararları, kimi zaman parçası olduğumuz siyasi partinin, kimi zaman temsil ettiğimiz ulusal delegasyonun hassasiyetleri, kimi zaman üyesi olduğumuz siyasi grupların ortak kararları belirliyor. Belirleyici kararlar bu mücadelenin süresini uzatsa ve zorlaştırsa da yapılması gerekeni yerine getirmeliyiz. Yapılması gereken, ait olduğumuz siyasi partilerin, parçası olduğumuz ulusal temsiliyetin, ilkelerinde buluştuğumuz siyasi hatların, bu ilkelerin özünden kopmaması için her birisinin içerisinde bu sınırları aşan bir mücadeleyi vermek.
Şimdi her zamankinden daha da önemli. Şimdi bize dayatılan faşizan tavırlara, ırkçılığa, ayrımcılığa, anti-demokratik susturmalara karşı meydan okumanın tam da zamanı. Şimdi ilkelerimizi öne çıkartan, bu ilkeleri kendisine her şeyin ötesinde temel alacak bir siyaseti mahallemizde, partilerimizde, ulusal ve uluslararası kurumlarımızda var etmenin tam da zamanı…
*Selin SAYEK BÖKE
İzmir Milletvekili, CHP PM Üyesi
selinsayekboke@gmail.com