SEÇİMLERİ HANGİ PARTİ KAZANIR?

Şenol Onay*

 

Egemen güçlerce halka kakalanan resmi ideoloji beyinlerimizi dümura uğratıyor. İlköğretimde, ortaöğretimde, kampüslerde, tapınaklarda, fabrikalarda, rafinerilerde, şantiyelerde, obalarda, marinalarda, öğretmenevlerinde, lokal derneklerde, sefaretlerde, temsilciliklerde, kurultaylarda, malikanelerde, … kesintisiz süren propagandalardan korunabilen sendikalı bir sırdaşın, “Seçimleri kim kazanır?” sualine vereceği tasalı cevabı duyar gibiyim: “Hangi partinin kazanacağını bilemem, ancak körcesine oy veren yerleşik halk kaybeder.” Cuk oturan bu peşin cevap kimini hırslandırabilir, kimini uzlaştırabilir; kişioğlunun tepkisi önceden kestirilemez.

Sendikalı arkadaşa katılıyorum ama gülmekten katılıyorum. T.C. uyruğuna giren bir adem babanın zincirlerinden başka neyi var ki kaybetsin! Miskinliğime bakmayın, şahsen mensubiyetimle gururlanıyorum; zira mazisi şan ve şerefle yazılmış bir ecdadın ahfadıyım. Dört bir yanı baba dolu Anadolu’nun bağrından yüzlerce kahraman çıktığını biliyorum. Ne ki arka arkaya gelen yenilgilerle puslu hayatım pürüzlendi; okumak, araştırmak ve bilgilenmek gibi kötü alışkanlıklarım var, kefaretini ödüyorum. Cüzi bir yevmiyeyle yetkilendirdiğim kartaloş muhasebecimin tuttuğu envanterimde ön ödemeli kampanyayla aldığım maroken koltuğum, oya işlemeli kırlentim, ceviz kaplamalı kitaplığım, markasız konsolum, oyuklu komodinim ve ötücü kanaryamın iri kamışının dışında mal görünmüyor; yani para nanay diyebilirim. Bilgi, yetenek ve karakter anlamında her şeyi olmasına karşın malvarlığına gelince hiçbir şeyi olmayan fertlerle, temayüz eden hiçbir şeyi olmadığı halde her şeyi sahiplenen yoz maddeciler aynı havayı soluyorlar; toplam gelirin yüzde ellisi nüfusun yüzde birlik dilimine paylaştırılmış, siz hala minnettarca memnunluk, nikbinlik türküleri söyleyebiliyor ve adalet için kolunuzu kımıldatmıyorsanız ya paranız çoktur ya aklınız yoktur.

İliklerine kadar sömürülen ve gittikçe mutaassıplaşan halkımızın kaygısızlığını fırsat biliyorlar. Monopol piyasasında makroekonomiyi, mikroekonomiyi kimse umursamıyor. Milletvekilliği için aranan şartlar kolaylaştırıldı; irili ufaklı servet sahiplerinin mebus adayı olabildiği bir seçim sistemini dayatıyorlar. Birleşik oy pusulası önümüze konuluyor, seçenekler arasından tercih yapıyoruz. Bu mecburi oylamayla kuklavari reayanın kendi kendini yönettiği, özgürleştiği varsayılıyor ve yasa koyucular bu kurmacaya demokrasi diyorlar. Sistemsizliğin ta kendisi olan bu patolojik sistem bugünlere kadar gelebildi, maamafih iltihaplandı. Bu kütlesel sorunu madde madde listelesem, minimum yedi ciltlik bir ansiklopedi ortaya çıkar. İstikrarsızlığın kendisi istikrar diye kabul gördüğünden yani kanıksandığından, küçük çaplı yolsuzlukların veya laçkalıkların hesabını sormaya yeltenen mecmuacılarla değişiklik arayışına giren namazcılar, uzaktan kumandalı kriminologlarca istikrar ve devamlılık düşmanı diye adlandırılıyorlar. Kalubeladan beri, “Nispi temsilin ismi var cismi yok, sınıflı toplumları referandumlarla şahlandırıyorlar,” diyorum. Köpekleşen kirli çıkılara sorsanız, beni de kötümserlikle yahut maharetsizlikle suçlarlar; aramızın mayhoş olması normaldir. Serseri övgücülerin de uzlaşmaz rötuşçuların da gıdıklarını öpeyim. Bariz biçimde kim vurduya giden kıl kuyruk devrimciler ile mıhlanan kooperatifçileri ne siz sorun ne ben yazayım. İşkencelerde çıtırdatılan kemikleri bir araya getirilebilen niyaziler şanslıymış, hiç olmazsa kabirlerini ziyaret edebiliyoruz.

Millileştirilen ideoloji haricindeki argümanlara meyil veren anarşistlere, nihilistlere, şamanistlere, paganlara yaşam hakkı tanınmazken; masumca, “Şu legal parti, son zamanlarda liberalleşen bu partiden farklıdır,” diyen masalcıların ütopik vaatlerini somutlaştıramıyorum. Eğer anlamsızlığın kendisi de bir anlamsa, bu köhnelik anlamlı görünüyor. Haklarını yemeyeyim, sözde laikleştirilen partilerin sembolik tabelalarında farklılık var. “Bre şabalak tafracı! Ucuzca oy verdiğin yiyici vekiller sana değil belirli zümrelere hizmet ediyorlar” diyemem; çünkü köktenci yasaların boşluğundan ve mapusların doluluğundan yararlanacak pimpirik rantiyeciler, saplantılı bir yazmanın hazırlayacağı okunaksız bir mazbataya binaen çultutmaz Şenol Onay’ı anında içeri tıkarlar yahut kurşunlatırlar.

Seçmenliğe övgü düzen düzen partilerinin mecazlı adı bile işlevleri hakkında kara kara düşünmeme yol açıyor. İsme dönüşen fiile bak, hizaya gel! Kuruntucu bir Yörükseniz ve “Neyi, kimi, neden ve kaça düzüyorsunuz?” diye rasyonelleştirmeye kalksanız, matemli bir kafadan askere dönüşmeniz an meselesidir, çünkü jurnal edilirsiniz. Sövüp saydıktan sonra pişman olsanız ve “Affedin, gayri metin olacağım. Yeter ki eski hâlime döneyim, kusmuk yemeye, hatta uzunluğuna kısalığına bakmadan, başından sonuna kadar üç Orhan Pamuk ile iki Elif Şafak kitabı okumaya dahi razıyım,” deseniz bile artık iş işten geçmiştir. Gestaponun infazcılarını aratmayan vurucu timlerdeki rambolardan biri nanik yapıp, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye,” derse şaşılaşmayın. Eyvah ki ne eyvah!

Uzayda kapladığımız hacmin farkında olmayan dolar milyonerlerini temsilcilerimiz olarak seçmemizin adı bir seçimse, matematiksel bir analiz yapayım. Maalesef ısmarlama doktrinleri deli gömleği misali halkın boynuna doluyorlar; kendini külyutmaz sanan avanak seçmenlerimiz de reyleriyle memleketi idare ettiklerini zannediyorlar. Vay şabanlar vay!

 

*Yazar, senolonay@yahoo.com

Bir cevap yazın