Bu sayıda ele aldığımız sosyal demokrat yerel yönetim birimi Kadıköy Belediyesi. Arkadaşımız İnan Dağdelen, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu ile Haydarpaşa Garı’ndan ülkedeki yönetim krizine kadar hem Kadıköy’ün hem ülkenin gündemine ilişkin pek çok konuda görüştü.
İnan Dağdelen: Kadıköy İstanbul’un en büyük ilçelerinden biri. Kurbağalıdere, Rıhtım’a Cami planı, Haydarpaşa ve Fikirtepe’deki dönüşüm gibi İBB’nin yetki alanında olan yerlerde Kadıköylüler büyük sorunlar yaşıyorlar. İBB ile aranızda yetki çatışması ne aşamadadır?
Aykurt Nuhoğlu: Bu sorunların temelinde yatan, yerelin yetkilerinin merkeze alınmasıdır. Şimdi Kadıköy’de, Kadıköylülerin karar vermesi gereken Cami, Kurbağalıdere ve Fikirtepe’deki -Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı- dönüşüm projesine Kadıköylülerin hiçbir katılımı yok. Orada Bakanlık kararı veriyor; kentsel tasarım planları da yok, ilçe belediyesini hiç katmadan kendi başlarına bir uygulama yapıyorlar.
Haydarpaşa’da biz bunların yaptığı projeye karşı çıktık. Ulaştırma Bakanlığı ile bir uzlaşma sağlandı; orijinal haliyle Haydarpaşa planını onayladık. Haydarpaşa’nın Üsküdar tarafında, limanın arkasında yaklaşık 1000 dönüm arazi şu anda Özelleştirme İdaresi’nin elinde, satış halinde. Oysa kamu arazilerinin kesinlikle satılmaması gerekiyor. Hem Üsküdar’ın, hem Kadıköy’ün, hem de İstanbul’un bu arazilere ihtiyacı var. Bir defa prensip olarak kamu, kamu arazilerini asla satmamalı. Bu, tartışmaya açık bir konu da değildir. Çünkü bu, babadan kalan malın satılarak mirasyedi gibi ülkenin kaynaklarının, ülkenin geleceğinin satılması anlamına geliyor. Burada Özelleştirme İdaresi’nin elinde Kalamış Marina var; şu anda mahkemede. Marina yenilenebilir, sadece Marina’nın ihtiyaçları için… TCDD arazisi var, Tarım Müdürlüğü arazisi var… Sadece Kadıköy’de olması gerekmiyor. Kamu arazilerinin kesinlikle kamu ihtiyaçları için kullanılması lazım.
Yönetim modeli, yerel idarelerin güçlendirilmesi olmalı. Yetkinin apartmanlara dairelere kadar ortak kullanımı bu ülkedeki demokratik mücadeleyi geliştirir. Ülkeyi güçlendirir. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde yatan da budur. Ülkede yönetim yok şunda. Düşünün 7 Haziran’dan bu yana asker, polis, kadın, çocuk, sivil 1000’in üzerinde yurttaşımız hayatını kaybetti. Diyarbakır, Suruç, Ankara ve İstanbul’daki katliamların sorumlusu şiddet ve terör. Ama şiddet ve terörü önlemek yönetimin görevi değil mi? Yönetimin güvenlik diye önemli bir görevi var. Şu anda kamu güvenliğiyle ilgili sorumluluğunu yerine getiremiyor. Ancak hiç kimse de sorumluluk üstlenip istifa etmiyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demokrasinin de güçlendirilmesi anlamına geleceği için bu, kısa sürede merkezi yapılara da yansır.
İnan Dağdelen: Kadıköy Belediyesi bildiğim kadarıyla bir kaç binayı kamulaştırıp restore ederek kamu hizmetine açıyor. Az önce dile getirdiğiniz kamu mallarının kamu hizmetine sunulmak üzere satılmaması konusunda Kadıköy Belediyesi’nin işi bir adım ileri götürdüğünü görüyoruz.
Aykurt Nuhoğlu: Gençlik Sanat Merkezi’nin binası tarihidir; satın aldık. Şu anda restore ediliyor, büyük ihtimalle 19 Mayıs’a yetiştireceğiz. Karikatür Evi var, o da tarihi eser; da tahminen 1 ay içerisinde biter. Ahmet Haşim’in evi var; onun da ihalesi yapıldı. Kadıköy Akademi’nin binası da tarihi eser; o da yaklaşık 2000 m2 arazinin içinde. Tarihi Suadiye Dükkanları bitti, buralar bir sanat çarşısına dönüştürülüyor. Bahriye Üçok Ekolojik Çocuk Yuvası’nın inşaatı devam ediyor; Mayıs’ın sonuna kadar bitirmeyi planlıyoruz. Fenerbahçe’de bir çocuk yuvası var. Proje çok. Bir yüzme havuzu projesi, kapalı spor salonu projesi var. Stratejik plan yapılırken 6 ay içinde 52 proje hazırlamıştık. Bu 52 proje için -ki model olarak bu ihtiyaçlar çok katılımcı bir modelle belirlendi- çalıştaylar yapıldı ve yaklaşık bine yakın insan katıldı. 5 yıl için planlanan bu 52 projenin tamamı yaklaşık 3 yıl içerisinde bitecek. Burada temel mesele Kadıköy’ü yurttaşlarla birlikte yönetmek. Bu katılımcılık kavram olarak çok kullanılır, fakat pratikte bunu hayata geçirmek çok kolay değil. Bir defa biz burada stratejik plan oluştururken bunu başardık. Mahallelerdeki uygulamalarda bu yöntemi her zaman kullanıyoruz. Mahallelerde proje yapılacaksa mahallelinin ihtiyaçlarını ve taleplerini dinliyoruz; itirazları varsa projeyi değiştirebiliyoruz çok karşı çıkıyorlarsa projeyi iptal edebiliyoruz.
Sürekli gündemde olan bir soru var: Kaynak nerede? Kadıköy Belediyesi bu kadar proje için kaynak bulabiliyor mu? Belediye bunları borçlanarak mı yapıyor?Kadıköy Belediyesi’nin şu anda vatandaşa, tedarikçisine, personeline hiç kimseye borcu yok. Vergi, SGK borcu da yok. Bütün bu projeleri kendi bütçemizle yapacak güce sahibiz. Kaynakları verimli kullanıp ekonomik alımlar yaparak iyi bir bütçe oluşturulur. Şu anda mesela hizmetlerimizde artış olmasına rağmen bütçemizde bir sıkıntı yok. Üstelik bizim ücretlerimiz de diğer belediyelere göre yüksektir. İşçi ve memurlarımız arasında asgari ücret alan yoktur. CHP’li belediyeler asgari ücreti 1500 olarak uyguluyor; Kadıköy’de ise en düşük ücret zaten 1500’den fazlaydı. Yani işçi maaşlarıyla belediye çökmüyor.
İnan Dağdelen: Kadıköy, “Yaşlı Dostu Kent” seçildi. “Yaşlı Dostu Kent” derken Kadıköy yaşlılar için yaşanılabilir bir yer midir?
Aykurt Nuhoğlu: Kadıköy, nüfusu İstanbul’un en yaşlı ilçelerinden biri. Yaklaşık 40 bin kişi yalnız yaşıyor. 90 yaşın üzerinde 2 bin yurttaşımız var. Yaşlılarla kim ilgilenecek diye baktığımız zaman, Sağlık Bakanlığı mı, Sosyal Hizmetler mi, Belediyeler mi? Biz kendi işimiz sayarak yaşlılarla iletişime geçmeye çalışıyoruz. Bir Sosyal Yaşam Merkezi’miz var. Şimdi bu merkezleri mahallelere yaymaya çalışıyoruz. İnsanları yalnızlıklarından kurtarıp sosyalleştirmek bizim görevimiz. Asfalt, yol, imar vb belediyeler için zaten rutin işlerdir. Bizler asfalt yapıyoruz, temizlik yapıyoruz diye övünmüyoruz; bunlar zaten esas işimiz. Mesela Kadıköy’de 102 okul var bunların boya, badana, temizlik, tadilat ne işi varsa biz yapıyoruz. Biz bunu neden yapıyoruz? Devletin politikaları, eğitimin özelleştirilmesine ve kamu okullarının eğitim kalitesinin düşürülmesine dönük. Biz eğitimin kamu hizmeti olduğunu ve devletin yapması gerektiğini savunuyoruz. Eğitim ve sağlık kesinlikle ihale edilemez ve rekabet konusu olamaz hizmetlerdir. Bu hizmetleri devlet vermelidir. Sağlıkta yaşanan temel sorun da bu.
İnan Dağdelen: Normalde belediye deyince akla gratifi silen, afiş söken “muhafazakar” bir yapı geliyor. Ancak Kadıköy Belediyesi merdiven boyuyor; hatta Mural Festivali yapıp kendi duvarlarını da sanatçılara açıyor…Aykurt Nuhoğlu: Siz artık belediyeyi 10-15 tane müdürlükle yönetemezsiniz. Kültür-Sanat Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, Strateji Geliştirme Müdürlüğü, Kentsel Tasarım Müdürlüğü gibi yeni birimler kurduk. Bu ilçede yaklaşık 500.000 insan yaşıyor. Burada kadın, çocuk, yaşlı, genç ve dezavantajlı gruplardan hepsinin bir şekilde bu belediyede temsil edilmesi gerekiyor. Sadece bu birimleri açmak yetmez, kadro da yetiştirmek lazım. Kadıköy’de 3 binin üzerinde personelimiz var. Şimdi vatandaşa “siz belediyeden çöp, yolların temizliği gibi sıradan işlerin dışında hangi hizmetleri alıyorsunuz?” diye sorduğunuz zaman bunun bir cevabı olmalı. Eğer sadece altyapı hizmetleri yapacaksa belediyeye ne gerek var? Belediye olmasının esprisi, onun, burada yaşayan insanların tüm yaşamları boyunca sorunlarıyla ilgilenip onların hayatının bir parçası, ailesinin bir ferdi olmasıdır. Biz bunu kendimize hedef olarak koyduk ve bu doğrultuda yürüyoruz.
Şu anda Türkiye’nin en temel sorunu güvenlik. Şimdi biz “yol temizledik, asfalt yaptık, şu kadar bina kazandırdık” desek vatandaş için bir anlamı var mı? Sonuçta biz vatandaşın siyasal anlamdaki taleplerini de üstlenmek zorundayız. Vatandaş sokakta yürümeye korkuyor. Özellikle gençlerde büyük bir korku ve tedirginlik var. Bu bir müddet sonra ekonomiye de yansıyor. İnsanlar sokağa çıkmadığı, alışveriş yapmadığı zaman bu, istihdama da yansıyacak. Bunun bir sorumlusu olmalı. Memleket siyasi partilerin babasının malı değil ki. Adam oturmuş Ankara’da, “anayasayı tanımam, hukuku tanımam, beğendim-beğenmedim” tartışmaları içerisinde bir yönetim boşluğu oluşturuyor. Bu yönetim boşluğunun giderilmesi gerekiyor. Bunun yolu da kısa vadede sorunları çözmek, uzun vadede de sorunlara yol açan şartları ortadan kaldırmaktan geçiyor. Siz eğer siyasi partiler yasasını değiştirmezseniz, demokratik bir şekilde yönetimi aşağıdan yukarıya doğru oluşturmazsanız ve bu siyasetin içindeki kadroları -ilçelerimizi okul gibi kullanıp- eğitemezseniz bu ülkeyi yönetemezsiniz.
Bu iş danışmanlarla olmaz, akademisyenlerle de olmaz. Siyasetçi bir kimliktir. Siyasetin temel sorunu bu. Mesleğinde başarılı olan akademisyenler, sanatçılar, kültür insanları, tesisatçılar yani meslek sahipleri, mesleğinde başarılı olan insanlar partiye üye olup buralarda eğitilmeliler. İlçelerin mutfak gibi çalışıp bu insanları geliştirmeleri gerekiyor. Siyaset işsiz güçsüz insanın işi değildir. Türkiye’de temel sorun, meslek sahibi kimliklerin siyaset yapmaması. Eğer siz bir akademisyeni alıp da direkt parlamentoya koyarsanız gene ülkeyi yönetemezsiniz. Bu akademisyenler gelip bir siyasi partiye üye olacaklar, parti içerisinde çalışacaklar, belirli bir eğitim alacaklar, hem mesleklerinde başarılı olacaklar hem partide çalışacaklar. Aşağıdan yukarıya örgütleyeceksiniz ve bu şekilde bu ülkenin sağlıklı yönetilmesini sağlarsınız. Şu anda Türkiye’de ciddi bir yönetim sorunu var. Siyasette boşluk var. Siyasi kimlikler yetersiz. Şu anda bütün kaosun nedeni bu.
İnan Dağdelen: Güvenlik sorunu dediniz. Tayyip Erdoğan süren çatışmalarla ilgili “ya bizdensiniz ya onlardan” dedi. Üçüncü bir seçeneği de düşman ilan etti. Ne düşünüyorsunuz?
Aykurt Nuhoğlu: Peki ya sen kimsin? Tayyip Erdoğan kimi temsil ediyor? Aslına baktığın zaman Tayyip Erdoğan yanındaki 3-5 şirketle beraber ticari bir organizasyon. Yani neyi temsil ediyor. Sadece aldığınız oylar halkı temsil ettiğiniz anlamına gelmez ki. Sen vekalet aldığın zaman her şeyi yapma hakkına sahip değilsin ki. Vekalet demek belirli bir süreçte yönetmek demek. Mesela Artvin’de halk “ben bu madenin burada açılmasını istemiyorum” dedi. Esas vekaleti veren itiraz ederken Ankara’da oturanın “sen vekaleti bana verdin beni azledemezsin, senin adına istediğimi yaparım” deme hakkı var mı? Mesela mahalleye gittik “buraya park yapacağız” dedik; mahalleli ayaklanınca “biz seçimi kazandık istediğimizi yaparız” deme hakkımız var mı? Demokrasi bir yetkinin alınıp sınırsız bir şekilde kullanılması değil ki. Anayasa diye bir şey var; bu yetkinin bir tanımlanması var. Nedir işte TBMM, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi… Belirli kurallara göre o yetkileri kullanacaksınız, evrensel normlara uymak zorundasınız. Bir iktidar oluşturulmuş herkes kendi koltuğunu korumaya uğraşıyor. Bir bütün halinde düşünülmesi lazım bunun. Biz siyasi kimliklerle partilerde -sağda veya solda- demokratik bir işleyiş kazandıramazsak bu süreç her zaman merkezi yapının güçlenmesini ve diktatörlüğe doğru bir eğilimi yaratır.
CHP Parlamento seçimleri öncesi bir önseçim yaptı ama diğer 3 parti yapmadı. CHP’de de bir miktar atama var ama en azından bir sandık koydu önseçimini yaptı, bir gelenek oluşturdu. İyi ön seçim yapılmıyor diye bir şey yok. Siz sağlıklı bir üye yapısı oluşturursanız insanların önseçimi öğrenmesi de bir kültürdür. Bu, bir günde öğrenilmez.
İnan Dağdelen: Kadıköy özellikle Anadolu yakası için kültür sanatın üretildiği bir merkez; aynı zamanda politikanın da merkezi. Muhalif hareketlerin kendilerine nispeten özgürlük alanı bulduğu bir ilçe. Barıştan söz etmenin bedelinin olduğu bu dönemde Kadıköy Belediyesi 23 Nisan için çocuklar arasında bir Barış Resimleri Şenliği düzenliyor. Bu cesareti nerden alıyorsunuz?
Aykurt Nuhoğlu: Barış kelimesinden de bir rahatsızlık var. Bizim temelde “amasız” reddetmemiz gereken bir şiddet ve terör var. Bunun tartışması yok. Barış kelimesini, Mustafa Kemal Atatürk şu şekilde kullanıyor: “Yurtta sulh cihanda sulh”. Yani siz evinizde, sokağınızda, mahallenizde barış içinde yaşamalısınız. Bütün yaşamını savaşta geçiren bir başkomutan olarak bunu söylüyor. Savaşın getirdiği kayıpları, acıları yaşayan biri olarak bunu söylüyor.
Biz ateşe ve kana alıştırılmaya çalışıyoruz. Ama yakınlarını kaybeden aileler bütün yaşamları boyunca bu acıları yaşayacaklar. Çocuklar, üniversite öğrencileri, her yaştan olursa insanlar hayatını kaybetti. “Bu acıyı niye yaşıyoruz?” sorusunu insanlar sorarlar. “7 Haziran’da bu ülkenin %60’ı iktidara muhalif olmasına rağmen muhalefet niye bir meclis başkanı seçemedi?” sorusunu sorar insanlar. İşte Kürt Meselesi’ne ilişkin birçok talebin yerine getirilmesine rağmen neden tekrar şiddete başvurulduğunu sorarlar. Gerekçesi ne olursa olsun, şiddet ve terörü reddetmemiz lazım. Reddetmediğimiz takdirde bütün bu kaos, diktatörlerin ve faşizmin işine yarar. Biz demokratik mücadeleyi sonuna kadar savunacağız ve demokratik mücadele sınırları içerisinde bu sorunları çözeceğiz. Aslında 7 Haziran’da halk bu sorunu çözdü ama siyasetçiler çözemedi. Bence bu işin başlıca sorumlusu siyasetçilerdir. Bu, sadece güvenlikle çözülecek bir mesele değildir. Eğer siyaset burada yeterli irade gösteremezse gelecekte de bu sorunu çözemeyiz.
İnan Dağdelen: Cevaplarınızda CHP’ye de atıflar var. Sadece CHP’nin değil genel olarak sosyal demokrat politikanın da belirli sorunları var. Siyaset işsiz güçsüz insanın işi değil dediniz, siyasetin yeni güçlü figürler üretmesi gerektiğini söylediniz. Ülkede siyasetin aktif unsurlarının ya çok genç öğrencilerden ya da emeklilerden oluştuğunu görüyoruz. İlçe örgütlerini bunlar dolduruyor. Özellikle aktif işgücünün, örgütlü emekçilerin CHP’de çok fazla yer almadığını görüyoruz. Siyaset boş zaman faaliyeti ya da emeklilik sonrası bir uğraş olarak görülüyor. Bu sizce nasıl değişir? Nereden kırılır?
Aykurt Nuhoğlu: Siyasetin tanımını ele alalım. Siyaset nedir? Biz neden siyaset yapıyoruz? Temel neden, yönetme hakkının kullanılması. Aslında siyaset yapmak; belediye başkanı olmak, imar komisyonu üyesi olmak, meclis üyesi olmak, milletvekili olmak, bakan olmak, hükümet olmak yönetmek üzerine kurulu. Siz eğer bir siyasi parti içinde çalışıyorsanız, aslında orda yaptığınız çalışmaları bir okul gibi görüp yönetim hakkınızı kullanmak için burada eğitim göredüğünüzü ve kendinizi geliştirdiğinizi düşünmeniz gerek Sadece delege seçilmek veya ilçe yöneticiliği yapmak siyaset yapmak değil. Bunlar gelecekte yönetici olmak için yapılan hazırlıklar. Aslında sen orda delege, ilçe yöneticisi olurken okulda bir öğrencisin.
Siz eğer yönetici olacaksanız bu ülkede herhangi bir meslek sahibi olmanız lazım. Eğer çevre bakanı, ulaştırma bakanı, bir müsteşar ya da burada bir müdür olacaksanız o konuda uzman olmanız lazım. Siz şimdi ilçede o eğitimleri almazsanız yani orada kendinizi öğrenci olarak düşünmezseniz buraları nasıl yöneteceksiniz? Geldiniz belediye meclis üyesi oldunuz… Temelde sosyal demokrasinin yaşadığı en önemli sorunlardan biri; diyorlar ki üç günlük eğitim. Bu üç günlük bir kursiyerlikle olmaz ki. 17-18 yaşında partiye gelip on yıl boyunca siyasette ve mesleğinizde kendinizi eğitip başarılı olamazsanız ülkeyi yönetemezsiniz. Bir defa bunu kesin bir şekilde ortaya koymamız lazım. Bir de en az on yıl partide çalışacaksınız. “Ben 40 yıldır bu partide çalışıyorum” demenin bir manası yok. Demek ki 40 yıl çalışmışsın ama bu işi öğrenememişsin. Eğer bunu yapamıyorsan yapabileceğin başka bir işi yapacaksın ve aşağıdan yukarıya mekanizma işleyecek. Şu da doğru değil; ben gencim önümü açmıyorlar. Siyaset bu kendi iç mekanizmalarıyla döndüğü zaman bu genç arkadaşımız da bu mekanizmaya uyduğu takdirde önünü zaten kendi açacaktır.
İnan Dağdelen: Buna gerçekten inanıyor musunuz? Yani CHP’de kadınlar ve gençler dezavantajlı bir durumda değil mi?
Aykurt Nuhoğlu: Şu anda CHP bir emekli partisi. Emeklilerin hakim olduğu bir parti. Bunu söylemek ne kadar doğru ne kadar değil bilmiyorum; ama ne kadar iyi niyetli olsalar da emekliler ülkeyi yönetebilirler mi? Emeklilere ülkeyi teslim etsek yönetebilirler mi?
İnan Dağdelen: Yönetiyorlar şu anda.
Aykurt Nuhoğlu: Ama yönetemiyorlar. Sadece CHP’de değil sağda da aynı şey geçerli; orada da siyasi figür eksikliği var. Düşün mesela bu kadar olumsuzluklar oluyor, Cumhurbaşkanı kalkıp anayasa ile ilgili neler söylüyor; çevresinde “bu doğru mudur, değil midir” diyen bir kişi çıktı mı? 300’ün üzerinde milletvekilleri var; burada da acaba yanlış mı yaptı diyen biri var mı?
Şimdi gelelim bize, CHP’ye. CHP’de de bu sistem her ne kadar ilerideyse de bence daha ileride olması lazım. Bunları görmezlikten gelmek olmaz. Gerçek gücümüzü bilirsek oradan hareket ederek güçlenip gelişebiliriz. Bu zor bir şey değil. Bize ciddi bir oy geliyor. O oy verenlerin partide çalışmasını, yönetimlerde temsil edilmesini sağlarsak bence CHP -değil %25- %40’ları hatta 50’leri bulur. Yani “iyi yapsak da doğuyu söylesek de halk bize oy vermez” yaklaşımı doğru değil. Bize herkes oy verir; yeter ki ülkeyi iyi yönetebileceğimize önce kendimiz inanalım. Vatandaş da inanır.İnan Dağdelen: Son bir soru. Kadıköy ilçesi her seçim oylarını artırarak CHP’ye yeni seçmen kazandıran bir bölge. Çevresindeki Ümraniye, Üsküdar gibi ilçelerden gençler buraya geliyor ve buralarda sosyalleşiyorlar. Siz bu durumun zincirleme bir etki doğuracağını ve bu çevre ilçelerde de partinin oylarını artıracağını düşünüyor musunuz?
Aykurt Nuhoğlu: Mesela Kadıköy Üsküdar’ı ne kadar etkiler? Etkiler, ama ne kadar etkiler? Üsküdar’ın başarısı aslen Üsküdar İlçe Örgütü’nün çalışmasına bağlı. Eğer o örgüt, Kadıköy Örgütü ile bu şekilde çalışırsa elbette başarı getirir. Elbette çevre belediyelerdeki iyi örnekler insanları etkiler ama bu sadece Kadıköy Belediyesi’nin yapacağı iş değildir. Bunu bir bütün halinde diğer belediyelerin, milletvekillerinin de yapması lazım. Yani siyasal kimliklerin çıkması lazım. Vatandaş demeli ki: “X milletvekili, bundan ne güzel bakan olur! Bu alsa ekonomiyi götürür. Öbürü sağlığı, diğeri güvenliği”… Yani bu tür kimliklerin artması lazım. Bizim çalışkan, üretken insanlar olmamız lazım. Bu basına çıkıp konuşmayla olacak bir şey değil.
Ben sonuçta sana istediğim kadar anlatayım sen çıkıp bakacaksın gerçekten yapmış mı yapmamış mı diye. Bak burada Kadıköy Akademi’nin yaptığı yurtiçinde yurtdışında belediyelerin yaptıkları derleyen bir belge var. Ben de dünyada ve Türkiye’de neler olduğunu okuyorum bu şekilde. Yeni bir hizmet mesela. Biz bunu isteyen herkese gönderiyoruz; bütün milletvekillerine, belediye başkanlarına, ilçelere hatta diğer partilere. Yeter ki ülkedeki standart yükselsin. İnsanlar biz neler yapıyoruz, Avrupa’daki Latin Amerika’daki, Türkiye’deki diğer belediyeler neler yapıyor bakıp mukayese etsin ve bu mukayeseyi tatlı bir rekabete dönüştürsün. Sonuçta halk hizmet alacaksa bu kaliteli olsun. Bu çatışma ortamında “bizden misin onlardan mı”dan öte, burada eğitimin sağlığın kalitesini yükselttik; burada parklarımız, spor salonlarımız, yaşlılar için merkezlerimiz çoğaldı diye tartışabilelim. Siyaset aslında bu.
Her sabah kalkıyor bağırmaya başlıyor. Şu anda Türkiye’nin bir bölgesinde iç savaş var. Yok sayıyoruz onu. Gazetelerde 5 tane şehit haberi en alt köşede ve küçük veriliyor. 5 tane can gidiyor ve bu yok sayılarak bizi bu şekilde yaşamaya alıştırmak isteniyor. Böyle bir şey yok; buna alışmayacağız. Hiçbir şekilde bunu kabul etmeyeceğiz. Biz kendi ülkemizde bütün insanların güvenli ortamlarda yaşamasını sağlamakla yükümlüyüz. Ben bir ilçe belediye başkanı olarak böyle düşünüyorum ve bu ısrarımda devam edeceğim. Onun için belediye olarak şunu bunu yaptık demekten öte bir siyasetçi olarak -belediye başkanlığının sınırları içinde olmasa da- bunları söylemeyi görev kabul ediyorum.
Türkiye’de çok ciddi bir yönetim sorunu var. Bu yönetim sorunu siyasi kimliklerin yetişmemesinden kaynaklanıyor. Bu olayın siyasetçiler tarafından ele alınıp yasalarla teminat altına alınması gerekiyor. Bunun kamuoyunda tartışılması gerekiyor. “Ben gelirim yaparım” demekle bu ülkeyi kurtaramayız yani. Türkiye’de siyasetçiler toplumun önünü tıkamasa toplumda bu deneyim, bu birikim var. Çok muhalif bir toplumuz. Özellikle bir mahallemizde 100’e yakın resim heykel atölyesi var. Türkiye’deki yazarların sanatçıların büyük kısmı burada oturuyor. Bir birikimimiz var. Bütün bu birikimin siyasete yansıdığı zaman çok daha aydınlık bir Türkiye olacağını düşünüyoruz.
İnan Dağdelen: Son olarak Kadıköy Akademi’den biraz daha bahseder misiniz?
Aykurt Nuhoğlu: Kadıköy Akademi bir kent düşünce merkezi. Yerelle ilişkili Türkiye’de ve dünyada neler oluyor? Projeleri oluştururken bürokrat ve akademisyenlerin yanısıra üniversite öğrencilerinin, lisans üstü öğrencilerin katılımını düşünüyoruz. Kim karar veriyor siyasiler. Bunların hepsinin biraraya geldiği bir mekanizma yaratabilmek önemli. Yani siyasetçi kim, bürokrat kim, akademisyen kim? Yani aynı anda bu üç kimliğin çalışmasını sağlayacak bir düşünce merkezi. Bu gelişirse -ki çok rağbet görüyor- kısa vadede sadece Kadıköy’e değil ülkeye de katkı sağlayacaktır. Bir ekibimiz var. Burada her on beş günde bir ülke içinden ve ülke dışından örnekler ele alınıyor. On beş günde bir de kent bülteni çıkıyor. Web sitemizden indirilebilir dosyalar bunlar. Ayrıca bunu bir propaganda aracı olarak da görmüyoruz. Objektif davranıyoruz. Haber değeri olmayan bir şey burada çıkmıyor. Üstünde Kadıköy Akademi yazmasa Kadıköy’den geldiğini de anlayamazsın. Bizim ihtiyaçlarımız neyse onları tartışmamız gerekiyor. Amaç, bunların yaygın hale gelmesi. Bizim mesela gündemimizde büyük projeler yok. Büyük proje diye bir şey yok. İnsanların ihtiyaçlarını karşılayacak proje basit bir tuvaletse en büyük proje odur. Sonuçta görevimiz insanların yaşam konforunu yükseltmek. İhtiyaçlarımız neyse onları tartışmamız gerekiyor. Biz megaproje diye tartışmıyoruz. Neyse ihtiyacımız o! Tuvaletse tuvalet, parksa park, sporsa spor alanı yapacağız.